Dr. Aybars Akoğlu

Dr. Aybars Akoğlu

TEZGAHTAR NEBAHAT

Sağmalcılar’da iki katlı binanın bahçesindeydi. Tahtadan kapıyı açtığında her zaman onu orada bekleyen kedi, belli ki bu akşam onu besleyecek başka bir sahip bulmuştu. Hafifçe gülümsedi, kedi bile çıkarına göre davranıyordu. Kısmen ona hak verse de içinden iyi oldu diye de geçirdi. Akşam o şarkıcının konseri vardı ve evden kaçabilirse ona çok yakışan bu kırmızı hırkasında kedi tüyü olmamalıydı. Kim bilir o şarkıcının peşinde koşan gazeteciler, onu da keşfedebilirlerdi. Aynada binlerce defa çalıştığı gülümsemesini tekrar prova etti o an.  

Bahçede koca bir dut ağacı vardı. Kim bilir ne zamandandı. Merdivenlerden eve çıkmaya ürküyordu. Belki de ağaçtan tırmanıp gizlice balkondan girmeliydi eve. Çocukken bazen abisinden bazen babasından dayak yememek için, az o ağaçtan tırmanıp odasına kaçmamıştı. Ablası korurdu onu, usulca yatağına girdiğinde. Sokmazdı içeri, her anı onu dövmek için fırsat kollayan gözü dönmüş abisini. Babasının yerinden neredeyse hiç kalkmadığı koltuğundan okuduğu belaları duyardı, nedense komik gelir, gülerdi.

Ablası anne gibiydi, öğretmen gibiydi, aile gibiydi. Ne kadar özlemişti onu, çılgın gözyaşları ile gittikleri ilk konserler aklına geldiğinde yine gözlerinden süzülmüştü iki damla yaş. Ablası ne kadar dürüst, çalışkan, fedakarsa, o kadar hak etmediği bir hayatı yaşıyordu. O ablasından farklı bir mücadele veriyordu. Ünlü olacaktı, zengin olacaktı ve değişmez görünen kaderlerini bir gün o değiştirecekti. Bunun için de en büyük sermayesi güzelliği ve patronunun verdiği bayram primini annesine söylemeyerek aldığı, markalı o pahalı kırmızı hırkasıydı. Onunla fotoğraflar çektirir, onunla Beyoğlu’nda gezer, onunla konserlere giderdi. Keşfedileceği gün için hayaller kurardı. Kazandığı bütün parasını annesinin eline verir, bazen kaçırabildiği üç beş kuruşla hayallerini gerçekleştirebileceği konserlere giderdi.

Tezgahtar bir kızdı o, evi Sağmalcılar'da…Altı kardeş, bir ana, bir de kötürüm baba…İçki kumar peşinde boş vermiş bir abisi…Devlete karşı gelmiş bir ablası mahpusta…

Merdivenlerden yarı korku yarı kafasında akşam kaçış planları ile tırmanıyordu. Annesinin camdan ona baktığını fark etti. Kapıda abisinin yanında olmaya gerek duymadığına göre abisi o gün evden erken çıkmış olmalıydı. Belli ki dün atomu parçalamışçasına gururla anlattığı kumardan kazandığı parayı, bugün geri verebilmek için sabırsızlanmıştı. Belki de tanrı evden erken gitsin ve o da gizlice kaçabilsin diye kazandırmıştı o parayı dün o aşağılık adama. Yoksa onlarca gece son kuruşuna kadar kaybettirdiği bu serseriye tanrı dün neden ayrıcalık göstermiş olsun ki? Dün abisinin kazanması aslında Nebahat için tanrının bir hediyesiydi ve belki de o gece ünlü olabilme mucizesinin ilk göstergesiydi. Kararı kesinleşmişti, dut ağacından inerek kaçacaktı konser için. Bu ilahi destek için tanrıya bir kez daha şükretti.

Kapıdan girer girmez yattığı yerden yine babası çemkirdi. Bu sefer suçu kapıdan girerken gülümsemesiydi. İş kazasında kötürüm kalan adam için dünyada bir şeylere kızmak için bahane bulmak adeta yeni hayat göreviydi. Mutsuzluğu sürekli insanlara bulaşmasının kaynağıydı. Nebahat kendi odasının yolunu tutarken bir kez daha gülümsedi. Kafasındakileri bilse kim bilir babası ne derdi?

Annesi her zamanki gibi kapısını çalmadan odasına daldığında o yine hayaller alemindeydi. Bu sefer bela okuma sırası annesindeydi: ‘Allah belanı vermesin kız, posterle mi öpüşüyorsun? Baban kazayla delirdi, abin doğuştan deli, ablan kendini deli etmek için o kadar çok okudu, belasını buldu, sen de böyle mi delireceksin?

Tezgahtar bir kızdı o permalı saçlarıyla…Herkese gülümserdi süzgün bakışlarıyla…Anasının elinden kaçırıp birkaç kuruş…Konserlere giderdi çılgın gözyaşlarıyla…

Kırmızı hırkasıyla resimler çektirirdi…Keşfedilmek için hep Beyoğlu'nda gezerdi…Her akşam o şarkıcı duvardaki posterden…Uzanıp rüya gibi dudağından öperdi…

Ah Nebahat, Nebahat bir gün görmedi rahat…Düşünür bulamazdı kimdeydi bu kabahat…

1991 yılında Ahmet Kaya, Yusuf Hayaloğlu’nun şiirini az değiştirerek cana bedene büründürdüğü Tezgahtar Nebahat adlı şarkısını Başım Belada isimli albümünde seslendirmişti. Karmakarışık duygularla dinlediğim bu şarkıyı kendimce öyküye çevirmek istedim. Şarkı sözlerini bilen dostlarıma şiirin orijinalini de okumalarını mutlaka öneririm. Sürç-i lisan ettiysek affola…

Önceki ve Sonraki Yazılar