MÜJDE, KIBRIS’TA KÜLLİYEMİZ OLACAK? GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE NE DEĞİŞTİ?

20 Temmuz günü hem ülkemiz hem de Kıbrıs için önemli bir gündür. Her yıl 20 Temmuz günü geldiğinde ülkemiz yöneticileri Kuzey Kıbrıs’a gider, heyetler arası görüşmeler yapılır, 20 Temmuz 1974 günü yad edilir, TSK’nın Kıbrıs çıkarmasında yaşanan kahramanlıklar dile getirilir ve nihayet Kıbrıs halkının haklarına her zaman ve zeminde sahip çıkılacağı anlatılır.

Bu yıl ki, Kıbrıs anma gününde farklı bir beklenti oluştu. Sn. Cumhurbaşkanı tarafından Kıbrıs halkına yönelik büyük bir müjde açıklanacağı ifade edilince ister istemez medyasından siyasetçisine, Kıbrıs halkında ve Türkiye’de vatandaşlar arasında bir merak ve heyecan oldu. Kıbrıs halkındaki merakın ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz ama bizde genelde Akdeniz’de bir doğalgaz veya petrol keşfi ya da Azerbaycan veya Katar vb. ülkelerin KKTC’yi tanıyacağının açıklanması beklendi. Nihayet bayramın birinci günü müjdenin ne olduğu Sn. Cumhurbaşkanı tarafından bizzat Kıbrıs Meclisindeki konuşmada açıklandı. Müjde; Kıbrıs’ta 500 dönümlük arazi içerisinde parlamento binasının ve Külliyenin yanı sıra bir de Millet Bahçesinin inşasıymış.

Doğaldır ki, açıklamanın arkasından farklı tepkilerde gelmeye başladı. Tepkilerin bir kısmı Kıbrıs’ın gerçekten bu tür bir Külliye’ye veya saraya ihtiyaç duyduğu yönündeydi, bir kısmı da yine inşaat ve betona yatırım olduğu bunun Kıbrıs halkını fazlaca heyecanlandırmayacağı şeklindeydi. Bu arada, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik durumu gündeme getirerek “ne lüzumu var, Kıbrıs’a bu tür Saray inşaatına, yetmedi mi inşaat, saray” diyenlerde oldu.

Tüm bu farklı tepkileri okurken aklıma Osmanlının son döneminde yapılan Külliye benzeri saray inşaatları ve müştemilatı ve doğaldır ki, şairin sorusu aklıma geldi.

“Tarih tekerrürden ibaret derler, hiç ibret alınsaydı, tekerrür eder miydi?”

1853 yılında bir İngiliz Seyyahı George William Fredercik Howard İstanbul’a gelmiş, aylarca Bursa ve İstanbul’da dolaşmış ve günlük tutmuş. Sonrasında “Türk Sularında Seyahat” adında bir kitapta günlüklerini yayınlamıştır. Aşağıya aynen alıyorum, sevgili dostlar.

“Mr.Skene ile birlikte Padişah'ın yeni sarayı olan Dolmabahçe'yi gezmeye gittik. Dolmabahçe Sarayı bir Ermeni mimar tarafından yapılmış. Sarayın dış kısmı bol miktarda kullanılan beyaz mermerden ötürü parıldayan bir etkiye sahip. Eski sarayların tahtadan yapıldığını düşünürsek bu büyük bir aşama. Ancak saray, Gunter'in şatafatlı düğün pastaları gibi çok teferruatlı inşa edilmiş. Çok ince iş süsleri var. İç kısımda bazı bölümler çok güzel, özellikle ana toplantı salonu ve boyalı, yaldızlı tavanların bolluğu harikulade. Şark mermerinden yapılmış çok göz alıcı bir banyo bölümü var sarayda. Daha tamamlanmış değil henüz. Bu bölüm için paranın nereden geldiğini tasavvur etmek güç.

Bu Türk Milletinin kaderinin ıstırabı. Her Padişahın emsalsiz Topkapı Sarayı ile yetinmeyip, o sarayı daha mükemmel hale getirmek için çalışmayıp, yeni yeni birçok saray yaptırmak için didinmeleri çok acı bir şey. (Sy.57; Tercüman 1001 TEMEL ESER George William Frederick Howard (Earl of Carlisle) TURK SULARINDA SEYAHAT Çeviren: Şevket Serdar TÜRET İSTANBUL 1978)

Saray dönemin padişahı Abdülmecit tarafından bir Ermeni’ye ailesine inşa ettirilmişti.

Sonrasında neler mi oldu, ekonomik durumu gittikçe kötüleşen Osmanlı Devleti yanlış mali politikalar yüzünden 1854 yılında ilk defa İngiltere ve Fransa’dan dış borç aldı, 1875 yılında da Sadrazam Nedim Paşa borçların bir kısmının ödenemeyeceğini bildirdi. Nihayet, II. Abdülhamit döneminde Düyunu Umumiye İdaresi yani Borç İdaresi kuruldu.

Sahi, Topkapı, Dolmabahçe saraylarımızdan sonra bir başka sarayımız Beylerbeyi Sarayı ne zaman yapılmıştı?

Beylerbeyi Sarayı 1863-1865 yılları arasında inşa edildi ve 12 Nisan 1865 Cuma günü, Sultan Abdülaziz tarafından açıldı.

Sonrasında Osmanlı Balkan Savaşları, Osmanlı-Rus savaşları, Birinci Dünya savaşı sonrasında ekonomik olarak daha da çöktü.

Son dönemlerde ülkenin merkezinde, Ankara’da Beştepe Külliyesinden sonra ülkenin doğusu Van Ahlat’ta, güneyi Marmaris Okluk Koyunda ve yine İstanbul’da Vahdettin Köşkündeki yeni inşaatlara, olan bitene bakınca, Osmanlıdan günümüze ne değişmiş diye sormak geliyor.

Eskiden sadece İstanbul’da saraylarımız vardı, sonra Ankara’da saraylarımız oldu, doğuda, batıda, güneyde ve nihayet sınırlarımız dışında Kıbrıs’ta da saraylarımız eklendi, eklenecek.

Bu vesileyle bu hafta Karar gazetesi Görüş bölümünde özellikle eski topluluklar veya devletlere ilişkin arkeolojik bulgulardan günümüze dersler çıkaran yazar Sn. Muhsin Altun’un son yazısı “Başarısız Devlet ”den bir alıntı yapmak istiyorum.

“Modern devletin “beka” maliyetindeki istikrarlı artış, çoğu kez gelirlerin etkinlikten uzak kullanımıyla ilişkilidir. Bunun başlıca nedenlerinden biri “bürokraside artış” ise diğeri de rant arayışını destekleyen devasa “gurur” projeleridir.

Beka odaklı yatırımların artan maliyetine karşılık liderlerin harcamalarda kısıntıya ya da tasarrufa gitme olasılığı çok düşüktür.”

Şahsen bu durumun nedeni olarak ülke ekonomisinin iyi olduğunu göstermenin başlıca kolay yönteminin itibar ve gurur projeleriyle kamu harcamalarının sürdürülmesinde görmekteyim. Pek çok geçmiş ümmetlerde ve devletlerde gördüğümüz bu durum günümüzde de mukadder yazgısını icra ederse, şaşırmayalım derim. Biliyoruz ki, çok uzağa antik çağlara gitmeye gerek yok, belki de dünyanın gördüğü en uzun ve büyük Osmanlı İmparatorluğunun son dönemi bizlere bu kaderi açıkça göstermişti.

Ne demiştik.

Tarih tekerrürden ibaret derler, hiç ibret alınsaydı, tekerrür eder miydi?”

Önceki ve Sonraki Yazılar