Yazık bu ülkeye!

Sonuçta, “İstikşafi”  sözcüğü ile ifade edilen koalisyon görüşmeleri başarısızlıkla tamamlandı! Ve, Türkiye’nin 7 Haziran seçimlerinden bu yana geçen 72 günü boşa gitti, heba edildi. Üstelik bu süreç çok pahalıya maloldu…

Seçim sonrası, bir anda bir yerlerden düğmeye basılmış gibi yoğunluk kazanan teröre   42 günde 45 şehit verdik. Güvenlik operasyonlarında ölen terörist sayısı ise meçhul. Kamu düzeni bozuldu! Türkiye’nin kimi illerinde “olağanüstü hal”i çağrıştıran güvenlik bölgeleri oluşturuldu… Ekonomi durağanlaştı… Yıllık enflasyon revize edilme aşamasına geldi… Dolar, 3 lira sınırına dayandı… Merkez Bankası döviz rezervi 1 haftada 140 milyon dolar azaldı…Siyasal belirsizlik, işsizliği de tetikledi. 4 kişilik ailenin aylık geçim standardı bir anda yükseldi. Amerika, Suriye’ye karşı güney sınırına yerleştirdiği “Patriot” füzelerini geri aldı… Vesaire, vesaire…
Neresinden bakılırsa bakılsın, seçim; Türkiye’ye çok pahalıya maloldu! Ve şimdi, yeni bir seçimden söz ediliyor. Yeni bir seçimin kaçınılmaz hale geldiği konuşuluyor.

***

Denilebilir ki; iyi de be kardeşim; kimdir bütün bu olumsuzlukların sorumlusu?
Söyleyelim… Her kim ki seçim sonrası süreçte “çözümsüzlüğü” çözüm olarak kabul ettiyse, sorumlu odur.  Ve Başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ile MHP lideri Devlet Bahçeli’dir bu sürecin baş sorumlusu ve baş aktörleri… Ne yazık ki bu isimlerin inatları ve ihtirasları akıllarının önüne geçmiş.
Oysa, 2015 seçimleri, cumhuriyet tarihinin en geniş temsiliyetini içeren en renkli parlamentosunu oluşturdu. Ve şimdi bu parlamento, “sonuçları birilerinin hoşuna gitmedi ya da istediği gibi şekillenmedi diye” yenilenmek isteniyor.
Buna kimsenin hakkı yok!

***

Koalisyon görüşmelerinde bir ara epeyce umutlanmıştık; AKP ile CHP’nin, bir araya gelmeleri “toplumsal uzlaşma” adına halk arasında belli bir moral motivasyon sağlamıştı. Öylesine ki, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun dilimize enjekte ettiği “istikşafi” sözcüğü bile hoş gelmişti insanlara…
Ne var ki bu hava birden bire dağıldı. Meğer, AKP, CHP’ye koalisyon hükümeti değil, 3 aylık bir seçim hükümeti önerisi getirmiş. Öğrendik ki Davutoğlu, CHP’ye  “Artı 18 ol” demiş. Yani 258 milletvekili olan AKP, bir anlamda CHP’den sadece güvenoyunu sağlayacak  sayısal destek istemiş.
Tabi ki olacak şey değildi…

Ardından, Devlet Bahçeli’nin başından beri direttiği “kırmızı çizgileri ve ilkeleri” AKP tarafından kabul görmeyince, AKP – MHP formülü de ortadan kalktı. Geride kalan AKP –HDP hükümeti ise eşyanın tabiatına aykırı!

***

Sonuçta Davutoğlu, koalisyon görüşmelerinde başarısız olup, görevi Cumhurbaşkanı’na iade etti… Peki şimdi ne olacak?

Varsayalım ki, Cumhurbaşkanı görevi ikinci büyük parti CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na verdi… CHP, bir hükümet kurabilir mi? Üstelik anayasadaki 45 günlük süreç 23 Ağustos’ta doluyor. Yani şunun şurasında 4 gün kaldı… Bu kadar kısa bir sürede Kılıçdaroğlu, kimle görüşüp uzlaşarak, güvenoyu alabilecek bir hükümet kurabilir? MHP; “Ben HDP ile aynı yerde olmam!” diyor, AKP ile uzlaşma olamadı zaten… Peki nasıl olacak? Kemal Bey, Davutoğlu’na gidip, ben azınlık hükümeti kurayım, beni destekle mi diyecek? Ve AKP buna rıza mı gösterecek? Ya da bir CHP azınlık hükümetine, MHP ile HDP dışarıdan destek mi verecek?

Ne yazık ki bu seçeneklerin hiç biri gerçekçi görünmüyor. Ve geride tek seçenek kalıyor, o da seçimi yenilemek. İster azınlık hükümetiyle, ister anayasanın öngördüğü seçim hükümetiyle, hiç fark etmez!
Yazık bu ülkeye! Türkiye, bu siyaseti ve bu “kifayetsiz muhteris” siyasetçileri hak etmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar