Yeni köylülük

Köylülük gerek bazı sol gerekse neo-liberal çevrelerce ortadan kaybolacak ve ekonomik rasyonalite açısından kaybolması gereken bir sınıf veya tabaka olarak kabul edilmektedir. Ancak F. Engels 1894 yılında yazdığı “Fransa’da ve Almanya’da Köylü Sorunu” adlı eserde şunları yazıyordu. (Fikret Başkaya’nın “Yeni Paradigmayı Oluşturmak” eserinden naklen)
“Küçük köylülüğün vazgeçilmez yok oluşunu öngörüyoruz ama onu hızlandırmak gibi bir yükümlülüğümüz yok… İktidara geldiğimizde büyük toprak sahiplerine yapmak zorunda olduğumuz gibi, küçük köylülerin toprağına (ister tazminat ödeyerek, isterse tazminatsız) zorla el koymayı düşünemeyiz. Engels bu sözlere rağmen köylünün bir sosyal sınıf olarak, yeni bir şey yapmasına, kendi öz kaderinin aktörü olmasına izin vermemektedir. Netice itibariyle 19.yüzyılın son çeyreğinde ve 20. Yüzyıl boyunca sosyalizmin, köylülük ve tarım sorunlarına yaklaşımı, kapitalist modernleşmeci perspektiften özde farklı değildi. Sosyalizmin inşasının köylülüğün tasfiyesinden geçtiği düşüncesi geçerliydi. Sovyet devriminden sonra yegâne amaç olarak ‘üretici güçleri geliştirme’ hedefine kilitlenince ve sosyalizmin inşası da ‘kalkınmacılıkla’ ‘batıyı yakalama’ perspektifi ile özleştirilince, Stalin’in zora dayalı kollektivizasyon macerasının bir faciaya dönüşmesi kaçınılmazdır” 

Hâlbuki Marx Kapital’in birinci cildinde şöyle diyordu: “Üstelik kapitalist tarımdaki her geliş, yalnız emekçiyi soyma sanatının değil, toprağı soyma sanatında da bir ilerlemedir; belli bir zaman için toprağın verimliliğinin artmasındaki her ilerleme, aynı zamanda bu sonsuz verimlilik kaynağının mahvedilmesine doğru bir ilerlemedir.”  
 
Neo-liberal düşünce de benzer bir şekilde fakat farklı yönden köylülüğe karşı çıkmaktadır. Bu bakış açısına göre küçük köylü işletmeleri verimsizdir. Ölçeğe göre getiri ilkesi uyarınca işletmelerin büyümesi gerekir. Girişimci veya kapitalist çiftçi modeli geliştirilmelidir. Ülkemizde de özellikle 1980 sonrası zaman zaman geri dönüşler yaşansa da küçük köylü işletmelerini tasfiyeyi amaçlayan tarım politikaları uygulanmıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki tarımsal nüfusun yüzde 5’lerin altına indiği gerçeği ileri sürülerek Türkiye’de de bunun gerçekleşmesi için uğraşılmıştır.

Ancak özellikle sanayi ve hizmetler sektörlerinde gelişen otomasyon, bilgisayar ve iletişim sektörlerinin yoğunlaşması, daha geri ülkelere sanayinin hatta hizmetlerin gönderilmesi (outsourcing), kapitalist sistemin 1970’lerden bu yana içine düştüğü krizin bir türlü aşılamamasının da katkısıyla artık kentlerde istihdam artışı çok sınırlı kalmıştır. Kentlere giden köylü kitlelerine iş yoktur.

Diğer yandan tarım; toplum, doğa ve çiftçiler arasında bir ilişkinin kurulmasına yol açmaktadır. Köylülerin doğa ile kurdukları ilişki genel olarak onu koruma eğilimindedir. Bütün bu gelişmeler çağımızda tarımın hem toplum hem de doğa açısından bir kriz içine girmesine yol açmıştır.

Gerek 20. yüzyıl gerekse de içinde bulunduğumuz 21. yüzyıl içinde köylüler yukarıda belirtilen değişik düşüncelerin düştüğü ezberi bozan eylemlilikler içine girmişlerdir. Köylüler dünyanın birçok yerinde doğaya saygılı ve doğrudan tüketicilere ulaşan yani pazarlama kanalları oluşturarak, kentli çalışan sınıf ve kesimlerle ittifaklar oluşturarak “yeni köylü” denilen bir gelişmeye yol açmışlardır. Bu oluşumlardan biri olan MST (Topraksızlar) Brezilya’da kolektif tarım işletmeleri de oluşturmuşlardır. SSCB’de zorla kurulan kolektif işletmelerin çöküşüne karşılık MST birimleri başarılı ve doğaya saygılıdır. Yeni köylülük denilen gelişim (her yerde kolektif çiftlikler oluşturmuyor) az veya çok dünyanın her yerinde (ülkemizde de) gelişiyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar