Yeni Tanzimat, III. Abdülhamit, yeniden 1908

Marx, Napolyon Bonaparte’ın yeğeni III. Napolyon’un gerçekleştirdiği darbe sürecini analiz ettiği “Louis Bonaparte’ın 18 Brumiare’i” adlı eserinde, yeğen Napolyon’un amcasının bir karikatürü olduğunu anlatmak için şöyle der: "Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak."  Kuşkusuz tarih tekerrür etmez, her olay benzersiz ve biriciktir; ancak bir tarihçi, bugünü değerlendirirken, geçmişteki benzer olaylara da bakar, olayların seyrini, evrildiği yeri inceler. Bu açıdan bakıldığında, 1999-2001 arasında iktidarda olan DSP-MHP-ANAP koalisyonu ve 2002’den yaklaşık olarak 2008’e kadarki AKP dönemi “neo-Tanzimat” dönemi olarak görülebilir. Nasıl ki 1839 Tanzimat Fermanı’yla Osmanlı İmparatorluğu’nda bir batılılaşma ve restorasyon süreci başlatıldıysa, nasıl ki Tanzimat’la birlikte Osmanlı “Avrupa Ahengi”nin bir parçası olmaya başladıysa, 1999-2008 arası dönemde de Türkiye yönetici sınıfı, çareyi Avrupa Birliği üyelik sürecinde ve AB reformlarında bulmuştur.

Peki Tanzimat dönemi nasıl kapanmıştır?
Tanzimat’ı Abdülhamit’in 33 yıllık istibdat dönemi izleyecektir ve bugün de neo-Tazminat sonrasını, yeni bir istibdat ve neo-Abdülhamit dönemi olarak görebiliriz. Abdülhamid bir saray darbesiyle iktidara geldi ve hayatı boyunca devrilme korkusuyla yaşadı, devleti de 33 yıl boyunca bu korkuyla yönetti. “Kızıl Sultan” 1878’de, Osmanlı-Rus savaşını gerekçe göstererek anayasayı askıya aldı ve parlamentoyu kapattı. Padişahın öncelikli işlerinden biri kendisine bağlı bir “hafiye teşkilatı” kurmak olmuştu, imparatorluğun dört bir yanından saraya “jurnal” adı verilen ihbar mektupları geliyor, padişah bu mektupların hepsini tek tek okuyordu.Abdülhamid dönemi boyunca basın yoğun bir sansüre maruz kaldı; sansür kurulu gazeteleri okuyor ve ancak kurulun izin verdiği haberler yayınlanabiliyordu; öyle ki çirkin bir burnu olan Abdülhamid’i ima ediyor diye “burun” sözcüğünün, Abdülhamid’in yaşadığı sarayı ima ediyor diye “yıldız” sözcüklerinin kullanılması yasaklanmıştı. Abdülhamit devlet hazinesinin dışında, “Hazine-i Hassa” adı verilen ve bizzat kendisine ait olan, sınırsız bir harcama yetkisine sahip olduğu ve kendi iktidarı adına kullandığı özel bir bütçe oluşturmuştu. Hazine-i Hassa, padişah adına hisse senetleri, borçlanma kâğıtları alıyor, değerli arazilere padişah adına yatırımlar yapıyordu. Abdülhamit içeride ve dışarıda İslamizasyonu bir siyaset tarzı olarak benimsemişti, hilafet makamı onun döneminde etkin bir kurum haline dönüştürüldü, Abdülhamit kendini “dünya Müslümanlarının lideri” olarak görüyor buna uygun bir dış politika izliyordu. Baskı, sansür, polis teşkilatı, kefen edebiyatı, şahsa özel hazine, anayasanın askıya alınması, parlamentonun işlevsizleşmesi, İslamizasyon… Kim neo-Tanzimat sonrası yaşadığımız sürecin bir neo-Abdülhamit, bir Üçüncü Abdülhamit dönemi olduğunu inkâr edebilir ki, her şey o dönemin kötü bir kopyası, Marx’ın dediği üzere kötü bir karikatürü gibi değil midir? Öyledir ama unutulmamalıdır ki, otuz üçüncü yılın sonunda 1908 devrimi gerçekleşmiş, bir yıl sonra da Abdülhamit tahtı kaybetmiştir.Peki neo-Tanzimat ve neo-Abdülhamit dönemini yeni bir 1908 devrimi izleyecek midir?Bugünün güncel sorusu budur, ilkinin karikatürü olmayan ve elbette ki ilkini fersah fersah aşması gereken yeni bir 1908 gündemimizdedir, yeni 1908 üzerine kafa yormamız gerekmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar