Süleyman Karan

Süleyman Karan

'Yerli malı' ve paradigma

Başlığa koyduğum ‘paradigma’ sözcüğünü hiç sevmem... Sebebi tümüyle kişisel... Türkiye’de aydın çevrelerde kullanılmaya başladığında, sanırım 1985’ler civarıydı, bizim iki kitap okumuş ‘entel’ çevre (halkla bütünleşmek adına halı desenli heybe takarlardı omuzlarına. Hala varlarmış, Kadıköy’de bir kafede rastladım), Hisar’da Ali Baba’da neredeyse çay isterken bu sözcüğü kullanmak için yarışırdı. Böyle uzun, ne olduğu belirsiz bir laftı ya, pek sevmişlerdi. O zamandan beridir tam karşılamasa da bu sözcük yerine ‘söylem’ demeyi tercih ederim. Şimdilerde iyiden iyiye hazzetmez oldum bu sözcükten, zira o zamanların Batı özentisi ‘entel’inin yerine, şimdi ‘yerli malları’, çaya çorbaya paradigma der oldu! Hani biri ‘pardigma’ dese, bir Osmanlı tokadı çıkarma isteğim var. Alın size ‘yerli tepki’!

Yamalı bohçadan fikir kırıntıları

Bu aralar tadı kaçmış sakız gibi, bu sözcüğü tekrarlayıp durur oldu, yandaş medyanın kendinden menkul münevverleri... Her saçma sapan icraatın ardından, beceriksizliklerini ve ideolojik açıdan seviyesizliklerini örtbas etmek için, “Paradigma çöktü” diye tekrarlıyorlar tüyü yolunmuş bir papağan gibi... Papağanın tüyünü yolan tabii ki gerçeklikler... İşin garibi papağanların tekrarladığı doğru paradigma dedikleri şey çöküyor. Yani küresel ölçekte sistem sürdürülebilirliğini yitirdi, uzatmaları oynuyor. Çizilmiş sınırlar bir anlam taşımıyor. 20’nci yüzyılın tüm ideolojileri süreçleri açıklamakta ve çözüm üretmekte yetersiz kalıyor. Bunu sürekli tekrarlayan tiplerin eklektik, fikir kırıntılarından oluşan yamalı bohça ideolojileriyle iddia etmeleri komik oluyor... 

Bit pazarında strateji üretmek

Yeni-Osmanlıcılık, pan-İslamizm, 19’uncu yüzyıl milliyetçiliği ve hurafelerden oluşan hastalıklı stratejileriyle, bu zaman ve bu coğrafyada, her gün dayak yemek garanti zira! Yiyorlar, ama her dayak yediklerinde “Bir de sen diğerini gör” diyecek denli zavallı bir kenar mahalle bitirimi edasındalar. O yüzden “Paradigma çöküyor” diyorlar ve bu biraz önce saydığım çürümüş fikirleri ‘yeni paradigma’ diye kakalamaya çalışıyorlar.   

Tek bir meseleden, sadece dış politikadan gidelim... ‘Stratejik Derinlik’ denen, en basit felsefi kategoriyi, özne-nesne ilişkisini bile çözümleyemeyecek kadar sığ ama kalın kitaptan! Kendini emperyal bir mirasyedi olarak gören, Kanuni devrindeki Osmanlı’yı hayallerinde yaşatan ama çöküş sürecini pas geçen, ta Endonezya’nın Sumatra Adası’ndaki Açe halkının bile heyecanla AKP’yi izlediğini sanan bir Polyanna sendromu ki, hani tüm dünyanın kargaları güler ve şu aralar katıla katıla gülüyorlar. 

Polyanna ile Pinokyo’nun vasatı

Bu emperyal mirasa sahip çıktığını sanıp, Pinokyo’yu oynamak da cabası... Zira iplerin tümü ABD’nin elinde bir kukla olarak çıkmışsın sahneye (ehlileştirilmiş ılımlı siyasi İslam projesi), sonra kendini ‘GOP’un eşbaşkanı’ ilan edecek kadar şımarmış bir kukla olmakla övünmüşsün, ardından Gepetto Usta’nın (ABD ve AB gibi okuyun) dediklerinden çıkıp, işler çevirmeye başlamışsın ve her seferinde de ağzına yüzüne bulaştırmışsın! Örnek mi? İhvan yayılmacılığı çok kısa sürüp, tüm mezhepçiliği ve geriliğiyle Tunus ve Mısır’da çöküverince, züccaciye dükkanına girmiş fil gibi Suriye’yi dağıtmak mesela... Ülkeyi kan gölüne çevirmeye sebep olup, hamasetle durumu kurtarmaya çalışmak... Halep hayali bitince, Musul’da saçma hayaller kurmak mesela... Suriye’de tüm o hastalıklı emperyal hayaller kana gömüldü. Irak’taki yeni macera daha bir hafta sürmeden, tüm ulusu utanca boğan bir ricada dönüştü. TSK şimdi bir aşiret reisinin, Barzani’nin şemsiyesi altında! 

20 yılda kurulmuş ve hatta biraz da bizim aleyhimize kurulmuş Rusya ile ilişkiler ortada... Berbat bir kayıkçı kavgasının zayıf tarafı olmaktan daha büyük utanç olabilir mi? Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerimize gelince, kimse ne olduğunu bilmiyor ama mesafeli ve güvensiz oldukları gün gibi ortada... Çatışmasızlık üstüne yarım binyıl geçirdiğimiz İran ile mezhepçilik üzerinden yeni bir ilişki tarzı geliştirmek zaten olabilecek en berbat hata...

Bozuk mal satan esnaf

Yahu bir siyasi kadronun tek bir doğru yaptığı şey olmaz mı? Onu da gördük ki olmuyor! ‘Stratejik Derinlik’ gibi iflas etmiş bir imparatorluğun padişahı halüsinasyonuyla, İslam’ın sancaktarı şizofrenisiyle olsa olsa bu olurdu. Daha da beter olacak gibi üstelik. Zira her seferi bir öncekinden daha büyük bir hüsran oluyor. 

Şimdi de kalkmış “Paradigma çöküyor” diyorlar. Kasıtları ‘ulus devlet’ten başlayıp kapitalizmin son evresine kadar geliyor. Doğru da... İyi de bunu dillendirenlerin paradigması daha 20’nci yüzyılın başında çökmüştü. Buyurun pan-İslamizm, buyurun yeni-Osmanlıcılık, buyurun ‘hamaset milliyetçiliği’... Ve güç de ortada... Rusya pislik yaptı mı, “NATO nerede?” diye ağlayacak kadar düşük vaziyette!

Paradigmanın maymunu

Demek ki neymiş? Bir laf ederken, üstelik dilinin dönmediği bir laf, oturup düşüneceksin kardeşim. Sen “Paradigma çöküyor” diye zırlarken, biri de çıkar mesela kendini Deli Petro sanan bir kabadayı, “He ya... Çöküyor” der sonra da sorar sırıtarak “Paradigma çökerken, paradigmanın maymununa ne olur?” diye... İşte ne yazık ki AKP’nin dış politikasıyla bize olan tam da budur! 

Önceki ve Sonraki Yazılar