Süleyman Karan

Süleyman Karan

Zafer naralarının yenilgilere dönüştüğü topraklar

Lübnan ve Suriye, Arap coğrafyasında farklı ruha sahip topraklar... Ne kadar yıkılsa, yakılsa da hâlâ farklı... Zira Suriye’de bildik bir iç savaş değil, bir vekalet savaşı yaşandı, yaşanıyor ve görünen o ki sözde bir barış olsa bile bu savaş uzun süre bitmeyecek. Hastalıklı hayallerin ve acı gerçeklerin ülkesi bu topraklar.

 

Ham ve hastalıklı hayallerin, geçmişten gelen nefret vebasının bir bataklığı burası... Müthiş bir bilgi kirliliğinin ve ahlak yoksunluğunun serpildiği coğrafya burası... Yeni tarz emperyalizmin ve ‘küçük emperyal hayaller’in kanla yıkadığı bir ülke burası...

 

Her yan kan, her yer yalan

 

Bir örnek vereyim. Birkaç gündür Haseke’ye takmıştım kafayı... YPG ile Suriye Ordusu’nun neden burada bir hesaplaşma içinde olduğunu merak edip, bu toz duman arasında “Acaba kim daha haklı?” gibisinden bir soruya yanıt aramaktı niyetim. Öyle çok derinlemesine bir bilgi değildi üstelik aradığım, iç savaş öncesinde demografik yapısıydı hepsi hepsi... İlk araştırmamla fark ettim ki, gerçeğe ulaşmam mümkün değil, bari kıyısından köşesinden bir sonuca varmak bile kafi gelmeliydi. Zira bir Arap kökenliden aldığım bilgiye göre Haseke’nin yüzde 65’i Arap, yüzde 30’u Kürt, kalanı da Türkmen, Süryani ve diğer etnik ve dini gruplardı. Bir Kürt kökenli ise yüzde 75 Kürt, yüzde 25 Arap olduğu iddiasındaydı. “O kadar fark olur mu?” dediğimde, cevabı “Oradaki Kürtler kimliksiz, nüfus sayımında sayılmadılar ki?” dedi. Ama benim bildiğim sadece başka ülkelerden, özellikle de Saddam zulmünden kaçan mülteci 300 bin Kürt’e kimlik verilmemişti Suriye’de, yoksa Suriyeli Kürtler’in kimliği de vardı, nüfus sayımlarında da sayılıyorlardı. Bu kez biraz daha ‘tarafsız’ bir Kürt’ten bir bilgi geldi, “Yüzde 50yüzde 50 gibidir sanırım” diye... Pazarlık yapıp anlaşmış gibi bir durumdu yaşadığmız! Hâlâ Haseke’nin iç savaş öncesi demografik yapısı hakkında sağlıklı bir bilgiye erişebilmiş değilim.

 

Kim nerede, kaç kişi?..

 

Bu durum, Suriye’nin etnik mozaiğinin karmaşası içinde olan pek çok bölge için geçerli... Bu Rojava’nın kritik bölgeleri için de geçerli, Lazkiye’nin biraz kuzeyi için de, Halep’in önemli bir bölümü için de... Bu bir vekalet savaşı olduğundan, dezenformasyon bombardımanı hep sürüyor. Herkes o toprakların gerçek sahibi olduğunu iddia etmek için nüfusundan tarihine kendi masallarını üretmeyi sürdürüyor. Belki de işte bu sebeple, hemen her savaşan güç, bir dış güce sırtını dayamadan edemiyor, zira bastığı zemin oldukça kaygan, haklılığı tartışılır ve kalıcılığı da öyle...

 

3 milyon Türkmen mi? Vay ki vay!

 

Rojava’da YPG için de durum böyle, Ankara’ya göre nüfusu 3 milyonu bulan Türkmenler için de (bu en büyük abartılardan biri) durum böyle... Arada kaynayan ve iç savaş öncesi toplan müfusun yaklaşık yüzde10’unu oluşturan Hıristiyanlar, en gariban ve sessiz konumda olanlar ve hayatlarını tümüyle Esad rejmine emanet etmek dışında bir seçenekleri yok. Yine yaklaşık yüzde 15 civarında bir nüfusa sahip olan Arap Alevileri de tümüyle Esad rejiminin yanında, bu da net. Ama tüm din bezirganlıklarına, tüm din sömürüsüne karşın Sünni Arap nüfusun da hiç de azımsanmayacak bir bölümü Şam’ı destekliyor. Zira işin gerçeği, Suriye’de gerçekten milli ve yerli tek unsur Şam rejimi, gerisiyse ya ithal katil, ya yerli hain, ya da kiralık katil... Kürtler’in burada farklı bir pozisyonu var, o da ABD desteği sürdükçe yaklaşık yüzde 10’luk toplam nüfuslarına da dayanarak özerk bir bölge kurmak, belki ileride de Büyük Kürdistan’ın bir parçası olmak. Ama buradaki mesele şu ki, her ulus devlet hedefinde olduğu gibi ellerini bayağı bir kirletmek zorundalar ve bunu da yapıyorlar. Hele ki müttefikleri tümüyle eli kanlı ve provokatör bir devlet olunca... Ve böyle bir müttefik her zaman destek verdiğini satar!

 

Müttefikini tanımayan, bedelini ödüyor

 

imdi olan da bu!.. YPG’nin Suriye Ordusu ile kapışmasının sebebi de büyük olasılıkla ABD’ydi. Ve Haseke’de ateşkes sağlanıp Suriye Ordusu şaşırtıcı bir şekilde çekildiğinde, ne yazık ki hayal alemindeki Kürtler, zafer naraları atmıştı. Sadece bir gün sonra da Türk Silahlı Kuvvetleri sınır ötesi operasyona başladı! Zafer narası hayallerin yıkımına bir günde dönüverdi.

 

O sebeple, üç-beş IŞİD’linin bile olmadığı bir bölgede, Cerablus’u bir günde ele geçirmek de zafer naralarıyla karşılanacak bir durum değil. Hele hele Özgür Suriye Ordusu denen soytarılar güruhunun bu zaferde bir payı olduğunu iddia etmek, sadece kargaları güldürür. Türkiye önemli bir taktik avantaj yakalamış durumda, kantonların birleşmesini engelleyen bir kama işlevi görecek Cerablus’u ele geçirerek... Tek şartla, burada kalıcı olursa, ki bunun da ciddi bir bedeli var. Hem orada, ama daha çok da ülkemizde!.. Kalıcı olmayıp, burayı ÖSO'ya bıkakıp çekilmek ise bir seçenek bile değil. Hemen söyleyelim, bunlar silahlarını bir gün sonra IŞİD’lilere satar ve geri kaçar! Demem o ki, müttefiki güçlü ama eli kanlı olanın da, müttefiki güçsüz ve yancı olanın da tek çaresi, bedel ödemek! İşte herkes bedel ödüyor. Ham hayallerin hatalarının bedeli kanla ödeniyor!

 

 

 

 
 

 

 
 
 
 
 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar