Zarrab davasının 3 boyutu İktidarlar dış baskıyı kendine yontar!

27 Kasım’da başlayacak olan Rıza Zarrab davasının Türkiye’yi, Türk-Amerikan ilişkilerini ve Türkiye’nin uluslararası alandaki konumunu etkileyeceği şimdiden görülüyor.
Etki nasıl olacak?
İktidarın buna karşı hazırlıkları neler?
Bu iki soruyu sütuna yatırmadan önce davanın boyutlarını sıralayalım.
Şu aşamada üç boyut görünüyor.
Birinci ve ABD açısından en önemli olan iddia şu:
Zarrab ve onun etrafındaki faaliyetler ABD’nin çıkarlarına zarar verdi.
İkinci iddia; Türkiye, Birleşmiş Milletler ‘in İran’a uygulanmasını istediği ambargoyu deldi.
Üçüncüsü; Zarrab merkezli ticari faaliyetlerde yolsuzluk var.
Önce şunu vurgulayalım; Dava dosyasında bu üç boyutun tümü olmasa bile davanın seyri bunu gösteriyor.
Eğer Türkiye’de hukuk sağlıklı işleseydi, 17-25 Aralık süreci TBMM’de kurulan komisyon sonucunda kamuoyunun vicdanını da rahatlatacak bir yargılama olsaydı, Türkiye şunu söyleyebilirdi:
Eyyy Amerika, sana ne oluyor.
Ben kendi göbeğimi kendim keserim.
Zaten gereğini de yaptım.
Bu aşamadan sonra senin iç hukukun beni bağlamaz!
***
Herkes biliyor ki; süreç böyle işlemedi.
17-25 Aralık, o günkü adı paralel yapı olan, sonradan FETÖ’ye dönüşen yasadışı yapılanma ile hükümet arasındaki restleşme olarak tarihe geçti.
Konunun bu yanı ayrı bir yazı konusu.
Zarrab davasının, ABD çıkarlarına karşı olan boyutu Amerika’nın kendi iç hukukunu tüm dünyada uygulama hakkını kendinde görmesinin bir sonucu.
BM ambargosunun delinmesi ile birleştirildiğinde ABD, “kuralı ben koyarım, karşı çıkanı oyarım” diyor.
Bunun son yıllarda pek çok örneği var.
ABD, kendi para birimi dolar üzerinden ticaret yapan herkesin kendi çemberinden geçmesini istiyor.
Dünyada dolaşan her 100 dolardan 70’i ABD’nin dışında.
Bir başka deyimle ABD, dünyaya dolar satıyor, kendisi dışındaki ülkeden ülkeye ilişkilerde bile doların kullanılması benim onayımla olur, diyor.
Konunun özü şu; İran’ın dışarıya satmak istediği temel kaynaklarla ilgili parasal alışveriş Türkiye’de Zarrab ve iktidar gücüne hâkim kişilerin arasında dönmüş.
27 Kasım’da bu iddianın tüm boyutları ortaya çıkacak.
***
Konunun hukuksal boyutu ayrıca tartışılır; bizim asıl altını çizmek istediğimiz nokta şu:
Bir ülkeye yönelik dışarıdan gelen tüm zorluklar, iktidarı zayıflatmaktan çok güçlendirmek için kullanılabilir.
İktidar der ki:
-Bu saldırı bana değil, ülkeme.
Halkımı ülkesine ve onu dışarıda temsil eden hükümetin temsilcilerine sahip çıkmaya çağırıyorum.
Böyle bir durumda muhalefetin de konumunu çok iyi belirlemesi gerekir.
Bize göre tablo şu:
ABD’nin dünyanın hâkimi gibi bir tavırla istediği kişiyi yargılama hakkı yoktur.
Türkiye’yi yönetenlerin ülkemizi uluslararası alanda bu kadar tartışmalı hale getirmeye hakkı yoktur.
Görünen o ki, Türkiye’de iktidar, yukarıda altını çizdiğimiz yolu izleyecek.
Zarrab davasını “Türkiye’yi hazmedemeyenlerin önümüzü kesme girişimi” diyerek kamuoyunu bu şekilde yönlendirecek.
ABD’nin Türkiye’yi zorda bırakacak yaptırımları söz konusu olsa bile AKP iktidarının gözeteceği başlıca konu Türkiye’nin onuru, ekonomisi değil, kendisinin ayakta kalıp kalmaması olacak.
Dış baskının iç iktidarı daha da güçlendirmesine örnek; Sudan’dır.
Sudan Devlet Başkanı El Beşir hakkında uluslararası ceza mahkemesinin tutuklama kararı var.
Ancak El Beşir ülkesindeki iktidarını 80’lerden beri sürdürüyor.
Bu zaman diliminde 2011’de Sudan ikiye bölündü...
Ama El Beşir’in iktidarı güçlenerek devam etti!

Önceki ve Sonraki Yazılar