Süleyman Karan

Süleyman Karan

Zorunlu ahlak dersleri

Artık bu topraklardaki en önemli mesele, ne siyasi, ne ekonomik; mesele çok net biçimde bir ahlak meselesi... Ülke ahlaki olarak bölünmüş durumda. Siyasi fikirleri farklı gruplar bir arada yaşayabilir, ekonomik eşitsizlikler uzun erimli mücadelelerle çözülmeye çalışılabilir, ama ahlak olarak ayrışmış bir toplumun bir arada ve huzur içinde yaşaması pek mümkün görünmüyor. Zira gündelik hayatın her anında, her alanda bir gerilim, bir çatışmanın olmaması ihtimali yok.

Ahlaksızlığın fıtratı

İnsanlık tarihi boyunca süzülüp gelen belli ahlaki değerler var ve bu değerler özellikle son birkaç yüzyılda gelişip serpildi, insan olmamızı sağladı. Hiç öyle ‘Batı kaynaklı’ falan deyip ahlaksızlığa devam etmeye çalışan kanaat önderlerini, ahlak yoksunlarını kaale almayın, bunlar dünyanın dört bir tarafındaki insanların kanıyla, canıyla yazılmış ahlak kuralları... Söz gelimi insan insanın kölesi olamaz, söz gelimi çocuklara cinsel istismar uygulanamaz, söz gelimi savaş esirlerini öldüremezsin, söz gelimi işgal ettiğin topraklarda soykırım yapamazsın, söz gelimi işgal ettiğin topraklardaki kadınları ganimet olarak görüp tecavüz edemezsin... Bu böyle uzayıp gidiyor.
Bugün, bu topraklarda, bu temel insan haklarına ve ahlaka uygun davranmayı istemeyen, böyle bir kaygısı, böyle bir tasası, böyle bir ahlakı olmayan hiç de azımsanamayacak kadar çok insan müsveddesi yaşıyor. Belki geçmişte de yaşıyordu, ama insan gibi görünüp, ininde insan müsveddesi oluyor, karısını dövüyor, komşusunun çocuğunu taciz ediyor, çaktırmadan hırsızlık yapıyor, fırsat yakaladı mı tecavüz ediyor, üstünü örtüyordu. Utandığından değil korkudan, zira o zamanlar bu topraklarda devlet aygıtı, hukuk yeterli olmasa da hüküm sürüyordu.

Sineye çeken de ahlaksız

Artık bunların hiçbiri yok. Bir kabile, hem de her türlü kötülüğü bünyesinde bulunduran bir kabile, toplumu enfekte ediyor, ahlaksızlık virüsü bir salgın halinde yayılıyor.
Mesele tecavüzcünün, hırsızın, katilin, her türlü şerefsizin ortada dolaşmasından öte, buna toplumun bir kesiminin sessiz kalması, bırakın onu kendince ‘empati’ kurması... Çarpıcı bir örnek olduğu için Ensar Vakfı’ndaki son seri tecavüz olayı gündemde ama, komşusunun karısını dövmesine, mahallesindeki itin kopuğun, hele ki mahalleden olmayan bir kıza ağzından salyalar akıp yılışmasına, komşusunun çalıp çırpmasına, mahallenin garibanının aşağılanmasına ses çıkarmayan geniş bir kitle var... İşte asıl tehlike tam da burada... Ahlaksızın ahlaksızlığını sineye çeken bu kitle, aynı zamanda potansiyel tecavüzcü, potansiyel hırsız, potansiyel katil. Zira haksızlığa ve şerefsizliğe başkaldırmayan her kimse, aynen bu sıfatları içinde bir yerde taşır.

Sağımız solumuz bu tipolojideki insan müsveddeleriyle doluyken, gerçekten de mesele artık ne siyasidir, ne ekonomik, mesele bir yaşam mücadelesidir. Buna bir ad koymaya gerek de yok, insanlığın onurunu korumakla korumamak arasındaki net çizgi söz konusu olan... Bunun için her şey yapılır. Kişisel çıkar, aile çıkarı o bu düşünülemez, zira bu zombi virüsü insanlığı yok etmek için yayılmakta...

İnine girmeye gerek yok, zaten ortada


Bir laf vardır, bir halk deyimi, ‘Ananı kadı .... kime şikayet edeceksin’ diye... İşte Türkiye’de siyasi İslam yaftasıyla ortaya çıkan kötü kabilenin ülkeyi getirdiği ortam tam da bu... Yani iş başa düşüyor, günün her saati ahlaksızlarla mücadele etmek, bırakın bir yurtseverlik görevi olmayı, çok net ki artık bir insanlık görevi...

Zira hiçbir şey değişmeyecek bu mantalite sürdüğü müddetçe... Bakın işte ülkenin en büyük iletişim firmalarından biri, hiç yüksünmeden çıkıp “Sponsorluğumuz devam edecek” deyip iktidara yaltaklanmayı sürdürüyor. Çoluk çocuk sahibi anneler, babalar bu seri çocuk tecavüzcüsünün yetiştiği vakfı korumak için en iğrenç yalanları söylemekten imtina etmiyor. Hırsızlar, uğursuzlar el üstünde tutuluyor. Hırsızı, katili yakalayan polis, cezalandıran hakim sürülüyor. Seri çocuk tecavüzcüsünün birkaçı göstermelik cezaya çarptırılırken, yüzlercesi hala aynı iğrençlikleri yapmaya devam ediyor. Ve bunlar korunuyor.

Yılanın başı, kuyruğu fark etmez

Şimdi bir parça insanlık onurundan nasiplenmiş herkesin son kararının vermesi lazım. Yılanın başını ezmek için büyük büyük siyasi hedefleri sakız gibi tekrarlamak yerine, her sabah sokağı çıkığınız andan itibaren, bu soysuzlarla mücadele etmeniz tek insanlık yolu. Zor mu evet, riskli mi evet, dayak yiyebilir, hatta öldürülebilir misiniz evet... Zira bu toksik varlıklar her türlü kötülüğü yapabilir. Ama hepsinin de iki önemli eksikliği var, bir şerefleri yok, iki akılları yok. İnsan olanda ise her ikisi de var. Hiç kaçacak yerimiz yok unutmayın, ya bu pisliği gündelik hayatta her önümüze çıktığında inine sokacağız, ya da onursuzca kendimize saklanacak bir kovuk arayacağız.

Bu vatan böyle kazanılmadı ve bu vatan böyle onursuzca şerefsizlere teslim edilemez. Her gün yeni bir mücadele için uyanın, her gün bir mikrobu bu toplumdan uzaklaştırmaya çalışın. Aşı sizsiniz, ithal aşı yok!



Önceki ve Sonraki Yazılar