S. Ersu Hızır

S. Ersu Hızır

Ayrışmamak için

Türkiye çok partili rejime geçtiğinden beri ne badirelerden geçti.
Son altmış yılda yaşadıklarımızı hatırlayalım; ihtilaller, darbeler, kalkışmalar, sıkıyönetimler, olağan üstü hal, demokrasi adına özgürlüklerin kısıtlanması.
Türkiye’nin sanayileşmesini, gelişmesini özgürlükçü demokrasi ile gelişmesini istemeyen dış güçlerin asker ya da sivil yerli işbirlikçileri aracılığıyla fasılalarla yaşattıkları olumsuzluklar.
Halk arasında “Bayram tadında” diye kullandığımız bir deyim vardır. Bize çok partili demokrasiye geçişimizi bir türlü bayram tadında yaşayamamışız.
Geriye dönüp baktığımızda emperyalistler ya doğrudan ya da yerli işbirlikçileri aracılığıyla bizlere ağız tadı ile çoğulcu demokrasiyi yaşamamıza izin vermemişler. Özgürlüklerin daraltıldığı, baskıların yoğunlaştığı her dönem de halkımız bir kıvılcımla, birlikte mücadele ile yeniden demokrasiye geçmeyi başarmıştır.
Bir dönem astığı astık, kestiği kestik olan 12 Eylül darbeci generalleri düşünün. On binlerce genç, yetişmiş beyinleri zindanlara attılar, sıkıyönetim mahkemelerinde düzmece delillerle yargıladılar.
Ağır hapis cezaları, işkencelerle toplumu sindirmeye çalıştılar, birçok kişiyi öldürdüler, genç fidanları idam ettiler.
Halkımızın demokrasiye bağlılığı, dayanışması, aydınlık fikirleri bu karanlık dönemi aşmamızı sağladı.
O dönemin olumsuz uygulamaları ile halk kitleri arasında ayrışmalar, toplumsal travmalar ve dejenerasyon oluştu.
Emperyalistler Kıbrıs Harekatı’n da gördükleri asker- halk bütünleşmesini kırmaları için bu yolu seçmişlerdi. Bu yol yeterli miydi? Hayır.
Anadolu halkı bir mozaikti ve onu kaynaştıran farklı toplumsal öğeler vardı. Atatürk sevgisi ve ilkeleri, dil, millet, bayrak, istiklal marşı, dini bayramlar, Cumhuriyet Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayram’ı,
23 Nisan, 19 Mayıs gibi Cumhuriyet’in kuruluş ve önemli günleri sönümlendirilmeli, laiklik ilkesinden uzaklaştırılmalı idi. Toplumsal birlikteliğin aşındırılması için, o dönem filizleri atılan bu fikirlerin nasıl uygulandığını hep yaşamadık mı?
Otomobilinin camına “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” yazdıranlara trafik cezası yazan bunları polis memurlarını ve bunları boy boy haber yapan gazetecileri gazeteleri, Atatürk ve ay-yıldız birlikte olan bayrakların yasaklandığını, Kadıköy’de maç izlemeye giden, üzerine Atatürk tişörtü giydiği için coplanan gaz sıkılan Fenerbahçe taraftarlarını, Bayrağımızın yasaklanması, TBMM’nin açılışı 23 Nisan Çocuk ve Egemenlik Bayram’ını gölgelemek için Peygamberin doğum günü diye Diyanet
Başkanlığı’nca gerçek olmayan tarihlerin açıklanması ve kutlama haftaları düzenlenmesi birkaç örnek değil mi?
Toplumun manevi ve ahlaki bütünselliğini sağlayan dini değerleri toplumu ayrıştırma ve Cumhuriyet’in temel ilkelerinden uzaklaştırmak için kullanmakta beis görmeyenlerin iyi niyetli ve yurtsever olmaları düşünülebilir mi?
Türkiye kalkınmak istiyor, gelişmiş ülkeler seviyesine yükselmek istiyorsa son dönemde yap-boz şekilde uygulama değişikliğine giden Milli Eğitim politikasını gözden geçirmelidir.
Çocuklarımızı yetiştiren, gelecek kuşakları hazırlayan Milli Eğitim Bakanlığı adı gibi Milli bir eğitim politikasını belirleyerek uygulamalıdır. Bunun için; öncelikle geniş katılımlı Milli Eğitim Şurası toplamalı, Cumhuriyet ve Milli değerlerimize önem veren ilkelerin öne çıkarıldığı eğitim politikaları uygulamaya konulmalıdır.
Belirlenen eğitim politikaları dayatmadan uzak, öğrencilerin gelişimini hedefleyen, velilerin beklentilerini karşılayacak nitelikte olmalıdır. Eğitimdeki sorunları ve mesleklerinde nasıl daha iyi olunabilir diye birçok uzmanla görüştüm.
Eğitimde nasıl atılım yapabiliriz? Neleri önemsemeliyiz?
Nelere dikkat edilmesi gerektiğine ilişkin görüşlerini belirttiler. Birkaç başlık halinde özetleyecek olursam.
Bu günkü ezbere dayalı eğitim sisteminin öğrencilerin gelişimine yeterli katkı sağlamadığını, Gelişen teknoloji yanında öğretmenlerinde dönemsel gelişimlerinin sağlanması gerektiğini, Belirli bölgelerde yaşanan öğretmen açıklarının tamamlanması gerektiğini, İlk-Orta-Lise-Üniversite öğretiminde bilimsel yaklaşım ve derslere önem verilmesini, İmam Hatip dayatmasından vazgeçerek Lise ile birlikte Teknik Sanat Okullarına önem verilmesi gerektiğini, Her şehre bir üniversite açmak değil, mevcut üniversitelerde nitelikli eğitim yapılmasının sağlanması gerektiğini, Teknik üniversite ve tıp fakültelerinde laboratuvarların modernize edilerek sayılarının arttırılmasının gerektiğini, Üniversitelerin özerk yapıya kavuşması ve özgün bilimsel çalışmalara daha çok önem verilmesi gerektiğini, Arttırılan yabancı öğrenci kontenjanlarının eğitim düzeyine etkileri araştırılarak yeniden düzenlenmesini söyleyebilirim.
Dün Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı veren atalarımızın ruhlarındaki milli beraberlik ruhunu genç nesillere taşıyabilmemiz, tüketen değil üreten, bir toplum olabilmemiz için silkinmek zorundayız.
Boş vermişlik, kaderci ve teslimiyetçi anlayışlardan uzak durmalıyız.
Özgün, milli, bilimsel hedefler belirlemeli, ulaşmak için yaratıcı politikalar üretmeliyiz.
Ülkemizi kalkındırmak, milli birlik ve beraberliğimizi pekiştirmek, ülkemize vatanımıza karşı hepimizin milli borcudur.
Milli ve dini bayramlarımızı eskisi gibi coşkuyla kutlayacağımız güzel aydınlık yarınlar için;
Dağın başı dumanlı da olsa hep beraber “yürüyelim arkadaşlar”…

Önceki ve Sonraki Yazılar