Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş

Yatsı namazını kıldıktan sonra Sedefçiler Camiinden çıktılar. Çatır çatır ayazlı bir gecede Çemberlitaş’ı geçtiler ve Hoca Rüstem sokağına girip, konağa ulaştılar. Girişteki sofaya kurulmuş olan büyük çini sobanın etrafına toplandılar. Isındılar.

Şam ipeklileriyle kaplı alçak sedirlere yerleştiler. Sonra, içlerinde en yaşlısı olan adam, konuşmaya başladı. Hastalığının iyice arttığını, çektiği bu “Nikris” hastalığı yüzünden zorlandığını ve görevini bırakmaya hazırlandığını söyledi.

Öteki iki adam, yerine kimin getirilmesini düşündüğünü sordular. Uzun süren bir sessizlik oldu. Adam yerine getirilmesini istediği kişinin adını açıkladı.

Yine bir sessizlik oldu. İsmi duyan öteki  iki adam, uğradıkları hayal kırıklığını gizlemek için düşünüyormuş gibi yaptılar. Sonra iyice şişman olanı, “sizce buna layık mıdır” diye sordu. Öteki de ona katıldı ve “bunun için bilgisi elverir mi” dedi. Beyaz sakallı adam, bilgisine ve “liyakatine” emin olmadığı birisini zaten kendi yeri için düşünemeyeceğini söyledi.

Şişman adam yüksek bir ses tonuyla, “iyi de içkisini ne yapacağız bakalım” diye adeta bağırdı. Beyaz sakallı adam, şaşkın bir şekilde “ne içkisi, içer mi” dedi. Deminden beri hiç konuşmayan öteki adam ise alçak bir sesle “ant etmiş artık içmiyormuş” diye mırıldandı.

Öfkesi artan şişman adam, beline doladığı lahuri kuşağın kıvrımları arasından bir küçük kağıt çıkardı. Duvardaki büyük kandile yanaşıp, okudu:  “Baki yine mey içmeye ant içti demişler / Divane midir bade dururken içe andı”…

Sustu. Beyaz sakallı adamın sorusu üzerine, bunun doğru olduğunu ve yazanın da zaten hiç saklamadan bu beyti, son günlerde kaleme aldığı bir gazele koyduğunu söyledi.

Sessizlik bu kez daha da uzun sürdü. Sonra beyaz sakallı, “öyleyse bize bir başka adam gerektir” diye konuştu. Şişman adamın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme dolaştı.

Osmanlı İmparatorluğu Şeyhülislam’ı Bostanzade Mehmet Efendi’nin Çemberlitaş’taki konağında toplanan üç adam, biraz daha konuştuktan sonra kararlarını verdiler. Nikris yani gut hastalığı nedeniyle görevini bırakmaya hazırlanan Şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi, yeni Şeyhülislam’ın kim olması gerektiği konusunda görüşlerini istediği Hoca Sadettin ile Sunullah Efendi’den olumlu bir cevap alamayınca, önerdiği isimden vazgeçti.

Özellikle Sunullah Efendi’nin, yeni Şeyhülislam olarak önerilen kişinin “içki içtiğini” söylemesi ve ardından da onun yazdığı bir beyti okumasından sonra, yapabileceği bir şey kalmadı.

Üzüntüyle içini çekti ve Sunullah Efendi’nin, kendi yerine Şeyhülislam olarak atanmasını kabul etmek zorunda kaldı. Belki de üçüncü kez son anda Şeyhülislam olması engellenen Baki’nin buna ne kadar üzüleceğini biliyordu ama işin içine “içki” karıştığı için fazla bir şey de yapamıyordu…

Asıl adı Mahmud Abdülbaki olan, Divan şiirinin Fuzuli ile birlikte en büyük ismi sayılan ve bu nedenle kendisine “Şairler Sultanı” denilen Baki, 1526 yılında İstanbul’da doğdu. Medreseye girmek istedi ama parasızlık nedeniyle uzun bir süre bu isteğini gerçekleştiremedi.

Sonunda medreseye girebilen Baki, öğretmeni olan Kadızade Mehmet Efendi Halep Kadılığı’na atanınca onunla birlikte gitti ve Halep’te dört yıl boyunca kadı yardımcılığı yaptı. Sonra İstanbul’a dönüp, şeyhülislamlık beklemeye başladı.

Baki şeyhülislamlık beklerken, yaşadığı hayatı ve dindışı şiirlerini hiç sevmeyen çevreler de harekete geçtiler. Tam iki kez Rumeli Kazaskerliği’ne getirilen ve şeyhülislam olacağı sayılı günleri bekleyen Baki, bu arzusuna ulaşamadı.

Son olarak Bostanzade Mehmet Efendi’nin konağında yapılan bir toplantıda,  şeyhülislamlığı yine engellendi ve “içki içtiği” gerekçesiyle ondan nefret eden, yükselmesini önlemek için her yola başvuran Sunullah Efendi, şeyhülislam yapıldı.

Haberi öğrenen Baki, yıkıldı. 7 Nisan 1600 tarihinde bir sinir krizi geçirdi. Evindeki görevlilere bağırıp çağırırken fenalaştı ve öldü.

Baki'nin cenaze  namazını kıldıran yeni Şeyhülislam Sunullah Efendi,  hiç utanmadan, “Ey Baki, dostların senin değerini ancak musalla taşında anladılar…” anlamındaki ünlü “Kadrini sengi musallada bilüp ey Baki…” diye başlayan dizeleri okudu.

İçkiyi, eğlenceyi, zevkli bir yaşamı yeğleyen Baki, kendisi unutulsa bile şiirlerinin unutulmayacağını biliyordu.

“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” diye boşuna yazmamıştı.

Gitti ve geriye bu kubbede bir hoş sada kaldı….

Önceki ve Sonraki Yazılar