Bir özerklik hatırası

Süleyman Demirel’e başbakanlığının en kudretli zamanlarında “Bana ‘Milliyetçiler adam öldürüyor’ dedirtemezsiniz” sözünü söyleten bir gazeteci, bir TRT muhabiriydi. Başbakanlık koridorlarında elinde  mikrofonla kovaladığı “Başbakanı” sıkıştırmış ve bu cevabı almıştı.

Genel Müdür İsmail Cem’in yönettiği TRT  hükümetleri sorgulayan yayınlarıyla Başbakan Demirel’in boy hedefindeydi. Çünkü TRT “Özerk” bir devlet kurumu, bağımsızlığı Anayasa ve yasalar tarafından teminat altına alınmış bir “yerinden yönetim” modeliydi.

Özerklik ya da eski dildeki karşılığı ile “muhtariyet” tartışması bu topraklarda ikiyüz yıllık bir geçmişe sahip. II. Mahmut’la başlayan ve göçü önlemek için atanan “muhtarlar” ilk seçimlerin de sebebi sayılır.

Yani Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan her fırsatta memleket meselelerini konuşmak için “özerkleri” topluyor. Durum böyle ama Kürt siyasal hareketi nedeniyle “özerklik” tartışması siyasal ayrılıkçılığın bir tezahürü olarak algılanıyor.

Özerklik asıl olarak sadece iktidar organından değil, toplumdaki egemen çevrelerden, toplumda genel kabul gören görüşlerden, değer yargılarından, inançlardan da bağımsız olma iradesini simgeliyor. Kağıt üzerinde kalsa da üniversite özerkliğinin, TÜBİTAK gibi bilimsel olması gereken kurumların böyle bir anlamı var.

Türkiye’de özerklik denilince unutturulmaya çalışılan ve özellikle hatırlanması gereken en önemli deney ise Fatsa ve Terzi Fikri…

Can Yücel’in “öyle bir giysi dikti ki Fatsa’ya” dizesiyle andığı Terzi Fikri kumar, karaborsa, tefecilik, hastalık ve yolsuzlukla boğuşan Fatsa’da gerçek bir mucize yarattı. 

1979 yılında Devrimci Yol hareketinin adayı olarak Fatsa Belediye Başkanı olan Fikri Sönmez ilçeyi 11 bölgeye ayırarak Halk Meclisi’nin denetlediği “halk komiteleri” oluşturdu.  Kanalizasyonu olmayan, koleradan 50 kişinin öldüğü Fatsa’da bir seferberliğe dönüşen “Çamura Son” kampanyasıyla on günde bütün yolları, kanalizasyonları yeniledi. Karaborsaya son kampanyasında “belediye meclis üyesinin” bile mallarına el konur. Belediye’nin şeffaflığı sayesinde gelirleri ona katlanır. Kadına şiddete karşı mücadele yöntemleri geliştirilir.  Kültür şenlikleri, çocuk koroları, sanat atölyeleri… “Al tapumu bize park yap” diye Fikri Sönmez’in kapısına dayananlar oluyordu.

Bütün bunlar otuz beş yıl önce bu topraklarda yaşandı. Özerkliğin kağıt üzerinden gerçek hayata geçirildiği Fatsa “kurtarılmış bölge” diye sağcı politikacıların ve medyanın hedefi haline geldi. Ve bu rüya 11 Temmuz 1980 günü “Nokta Operasyonu” ile sona erdi. Tutuklanan ve ağır işkenceler gören Terzi Fikri beş yıl sonra cezaevinde öldü…

Kamu kavramının ruhunu oluşturan “özerklik” 12 Eylül darbesinden sonra kural değil, “istisna”. İstisna olması gereken merkezi devlet ve onun “idari vesayet” kurumları “kurala” dönüştü.

Bir sermaye birikimi modelini andıran “hırsızlık ve rüşvet ekonomisi” şeffaf, özerk, hesap veren yönetimlerden değil, despot, vesayetçi ve merkezi yönetimlerden besleniyor. “Yerel yönetim” adı altında muhalif partilerin sahip olduğu belediyelerde işlenen “kent suçları” da bu çarkı besliyor. Kamu yönetimi özerklikten uzaklaştıkça boğazına kadar yolsuzluğa batıyor.

Ve şimdi, Fatsa’dan otuz beş yıl sonra “özerkliği” tartışıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar