Bir yanımız örgütlü kötülük, bir yanımız Haziran

Samsun’da şehre inen yaban domuzunu linçe kalkışan güruh, zavallı hayvana saldırırken “vurun la vurun” diye haykırıyordu bir yandan.
Gaziantep’te eylem yapan esnafa polis saldırısı esnasında ise “gazcı” polislerden biri yurttaşların üzerine gaz sıkmakta bir anlık tereddüt geçirince, amiri boynuna yapışıyor ve “sık lan sık” diye kalabalığa doğru iteliyordu.
Oysa aynı esnaf için Erdoğan, bundan birkaç ay önce "Esnaf ve sanatkâr gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti sağlayan hâkimdir, hakemdir” diyor ve esnafa “rejimin bekçiliği” payesini veriyordu.
Peki ne olmuştu? “Rejimin üniformalı bekçileri” üniformasız bekçilerine mi saldırmıştı?
Olan şuydu aslında: Hak, hukuk, adalet dediğinizde “karşı taraf”a geçmiş ve devlet düşmanına, vatan hainine, teröriste dönüşmüş oluyordunuz bir anda.
Ve o noktadan sonra, tıpkı Samsun’daki o domuz misali bir sürek avının parçası haline geliyor, “vur la vur”, “sık lan sık” nidaları eşliğinde şiddete maruz kalıyordunuz.

***

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın artık rutin hale getirdiği fetvalarından biri 14 Şubat vesilesiyle gündeme geldi geçtiğimiz günlerde.
Diyanet’e göre “nişanlı olsalar dahi” insanların “flört etmeleri, dost hayatı yaşamaları, dedikoduya mahal verecek şekilde baş başa kalmaları, öpüşmeleri, el ele tutuşmaları ve benzeri İslam’ın onaylamadığı davranışlardan uzak durmaları” gerekiyordu.
Cinselliği bir tabu, bir günah haline getiren, üremeye indirgeyen, merkezine cinselliği ve kadının “namus”unu yerleştiren, öte yandan her türlü tacizi ve tecavüzü kadının giyimi kuşamıyla, konuşmasıyla, bakışıyla ilişkilendirip meşrulaştıran sahte bir ahlak anlayışının tipik yansımasıydı bu açıklama.
Ve bu açıklamanın gündeme geldiği gün, Mersin’de 20 yaşında bir kadının tecavüze uğradığı, yakıldığı, öldürüldüğü haberi düşüyordu bültenlere.
Şiddet mi? En çok kadınları vuruyor, muhafazakârlığın ikiyüzlü ahlakı ve örgütlü kötülüğün saltanatı kocaman bir kadın mezarlığına dönüştürüyordu ülkeyi.

***

13 Şubat günü, örgütlü kötülüğe karşı pek de alışık olunmayan bir meydan okumaya tanıklık etti Türkiye.
Haziran’ın hayaleti yaklaşık iki yıl sonra Şubat soğuğunda yeniden dolaşmaya başladı ülkenin üzerinde ve bu sefer gelecek için, çocuklar için çıktı sokaklara.
O gün sıralar boş kaldı; veliler, öğrenciler, öğretmenler hep bir ağızdan “boykot” dedi.
Beş yaşındaki çocuklara hurafeler öğretilmesin, on yaşındaki kızlar türbanla boğulmasın, “çocuk gelinler”, “çocuk işçiler” diri diri gömülmesin diye boşaltıldı okullar.
Şenlikli, neşeli, çocuk cıvıltılı bir eylem yapıldı o gün ülkenin dört yanında; Şubat Haziran oldu, Haziran Şubat’ı ısıttı.
Örgütlü kötülüğün yanıtı mı? Gecikmedi Elbette.
İzmir’de Onur Kılıç boykottan bir gün önce gözaltına alındı ve “Cumhurbaşkanına hakaret”ten tutuklandı. Edirne’de Onur’a destek eyleminde basın açıklamasını okuyan Kadir Yavaş da aynı gerekçeyle tutuklandı. Akhisar’da da benzer bir durum yaşandı ve mahkeme Şafak Kurt’u cezaevine gönderdi.

***


“Vurun la vurun” diye hayvan linç edenler, “sık lan sık” diye halk düşmanlığı yapanlar, Özgecan’ı katledenler, muhafazakâr ahlak simsarları, Onur’u, Kadir’i, Şafak’ı tutuklayanlar var bir yanda…
Öte yanda sıraları boşaltanlar, Haziran şarkısı söyleyenler, göğe bakanlar, umut edenler…
“Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe”
Bir yanımız örgütlü kötülük, bir yanımız Haziran yani.
Halimiz, ahvalimiz budur; buradayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar