Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

BİR ZAMANLAR MAZİYE BAK...

3 Mayıs’ta Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nü andık. Kimilerimiz, “Kutladık, “ dese de kutlanacak ne kaldı? Sadece anma. Başlıktaki gibi “Bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik!” Bir zamanlar büyük hevesle mesleğimizi icra eder, öbür gazeteleri nasıl atlatabiliriz’in heyecanını yaşardık.

Böyle pek çok heyecan yaşadım. Ama unutamadığım bir tanesi var ki sizlerle mutlaka paylaşmalıyım. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin karanlık günleri sürüyordu. Türk Haberler Ajansı’nın (THA) Dış Haberler Müdürüyüm. Aynı zamanda da Amerikan United Press International (UPI) Ajansı’nın Türkiye muhabiri. Atina’ya gidip bir dizi söyleşi yapmam fikri ortaya atıldı. Fikir esas olarak rahmetli dostum, doğma büyüme Arnavutköylü olan Vasil Daniloff’tan çıkmıştı. Vasil annesiyle birlikte 1967’de Atina’ya gitmiş ve orada yerleşmişti. Yıllar sonra da THA’nın Atina temsilcisi olmuştu.

Her şey kararlaştırıldı. Fakat darbe ortamında yaşıyorduk. Acaba kolayca yurt dışına çıkabilecek miydim? Hiç bir zorlukla karşılaşmadığımı şaşkınlıkla gördüm. Atina’da günler Vasil’in bürosunda baş vurduğumuz randevulara yanıt gelmesini beklemekle geçiyordu. Akşamları bile iş üstündeydik. Çünkü Atina bürokrasisinin garip adeti o dönemler gündüzleri dinlenmek, akşama doğru çalışmaya başlamaktı.

Böyle bir akşam üstü gene bir randevu bekliyoruz. Bu seferki bayağı iri. Nea Demokratia Partisi (Yeni Demokrasi) Hükümeti’nin Savunma Bakanı Evangelos Averof. Derken telefon çalıyor. Averof’un özel kalem müdürü. Bakanın ertesi sabah Vasil’le beni Pentagon’da (Savunma Bakanlığı binası) beklediğini haber veriyor. Hayret, Averof alışılmış Yunan siyasileri ya da bürokratlarına benzemiyor demek ki.

Ertesi sabah Pentagon’dayız. Yunanistan o yıl Ekim’de yapılacak genel seçimlere hazırlanıyor. Averof’un makam odasının kapısı dışında seçim bölgesinden gelen bir kalabalık var. Vasil’le birbirimize bakıyoruz. Eyvah. Bu kalabalıktan zaman bulunup söyleşi gerçekleşebilecek mi? Randevu saatine iki dakika kala Averof kapıdan dışarı çıkıyor, kalabalığa bir şeyler söylüyor. Vasil bana, Averof’un randevusu olduğunu, kendileriyle daha sonra görüşebileceğini anlattığını tercüme ediyor.

Makam odasından içeri giriyoruz. Son derece sıcak bir karşılanma. Yaklaşık bir buçuk saat konuştuk. Dört dörtlük bir söyleşiydi. Ertesi gün Atina’dan İstanbul’a dönüşte söyleşiyi kağıda döktüm. Bütün Türk gazetelerinde yayımlandı. Herkesi atlattığım için içim içime sığmıyordu. Çok da ses getirdi. Averof söyleşinin bir yerinde şöyle bir ifade kullanmıştı:

“Evet, sizde askerler bir darbe yaprı ama bu darbe Türkiye’de demokrasinin kurtarılması için yapılmıştır. Türkiye’yle Yunanistan arasında Ege artık bir barış gölü olmalıdır.”

Yunan basını Türkiye’yi çok yakından takip ettiği için bu söyleşi ertesi gün bütün Yunan gazetelerinde yayımlanınca kıyamet koptu. O zaman ana muhalefet partisi PASOK’un lideri olan Andreas Papandreu Averof’u vatan haini ilan etti. Yunanistan İç Komünist Partisi yayın organı Eleftherotipia’nın iyi de arkadaşım olan yazı işleri müdürü Yorgo Mavros (Kara Yorgo, gerçek adı bu değildi. Yorgo Mavros adını kullanmayı tercih ediyordu) bir yazı döşendi. Yazıda öyle bir cümle vardı ki yenir yutulur gibi değil:

“Bu adam (Averof) aklını kaçırdı galiba. İstanbul’dan (Constantinopolis diyor) gelen Leyla onun aklını çeldi.”

Beni aldı mı bir korku? Gerçi söyleşi kelimesi kelimesine teybe kaydedilmişti ama olsun. Siyasetçi bu. Ne yapacağı belli olmaz. Ama Averof korkularımı boşa çıkardı. Sessizliğini korudu. Sonra Yunanistan seçimlerinde ne mi oldu? Yorgo Rallis liderliğindeki Nea Demokratia zaten halk desteğini yitirmişti. Seçimlerden Andreas Papandreu ve PASOK zaferle çıktı.

Demek istediğim bir iki şey var. Birincisi, askeri darbe ortamında bile kısmen de olsa özgür yayıncılık yapılabiliyordu. İkincisi, gazetecilik heyecanı hepimizde doruktaydı. Arkadaşlarımızın üstüne bugünkü gibi ölü toprağı serpilmemişti. Üçüncüsü ise siyasiler, kısmen de olsa basın özgürlüğüne önem veriyorlardı. Ya bugün? Yorumu sizlere bırakıyorum.

Burada bir son not. Bu yazdıklarımı birileri mabadından anlayıp sakın beni darbeseverlikle filan suçlamaya kalkmasın. Askeri ya da sivil fark etmiyor, darbeler mağduru bir ailenin ferdiyim. Bu da böyle biline.

Önceki ve Sonraki Yazılar