En büyük tehdit

Amerika Birleşik Devletleri’nin tanınmış araştırma kuruluşlarından biri, yakınlarda, çeşitli ülkelerde bir araştırma yapmış.
Bu ülkelerdeki seçilmiş deneklere, ‘’sizin ülkeniz için en büyük tehdit nereden gelir?’’ diye sorulmuş.
Cevap seçenekleri arasında, ‘’DEAŞ’’, ‘’Küresel İklim Değişikliği’’, ‘’Mülteci Krizi’’, ‘’ABD’nin Gücü’’, ‘’Rusya’nın Gücü’’ de var. Türk deneklere ‘’DEAŞ’’ seçeneği sorulmamış.
Nedenini anlamadım.
Türkler kendilerine en büyük tehdidin (yüzde 72 oranında), ‘’Amerika Birleşik Devletleri’nden geldiğini belirtmişler.
Aynı araştırmada, 2013 yılında bu oran yüz 44 imiş. Son dört yılda tehdit algısının yüzde 28 oranında artması çok düşündürücü.
Olasıdır ki halkımız FETÖ’nün başının Amerika’nın himayesi altında olduğunu ve 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğunu düşündüğü için bu tehdit algısı böylesine büyümüştür.
Tehdit ‘’dosttan’’ gelir mi? Mantıken gelmez. Bunun için halkımızın ‘’en büyük tehdit’’ olarak gördüğü ABD’ni, aynı zamanda ‘en büyük düşman’’ olarak algıladığını varsayabiliriz.
Nerelerden nerelere geldik.
50’li yıllarda, TBMM kararı olmadan, sırf ABD istedi diye Kore’ye asker gönderen Demokrat Parti iktidarına karşı çıkan bir avuç aydın insan zindanlara atılırken, ABD ‘’en büyük dostumuzdu’’.
60’lı yılların sonlarında bu memleketin gençliği, sosyalistleri, komünistleri, ABD’nin Dünya ve Türkiye üzerindeki hegemonyasını protesto ederken, zamanın Cumhurbaşkanı sıkılmadan, Türk Ordusu için, ‘’donumuzu bile Amerika veriyor’’ diyordu.
O kadar ‘’dosttuk (!) yani.
Ve benim kardeşlerim, iktidarların sevgilisi ABD’nin askerlerini, protesto ses getirsin diye denize atarlarken, şimdiki TBMM Başkanı İsmail Bey’in güdümündeki tosuncuklar, onları bıçaklayarak öldürüyordu.
Ve ben 1972 yılında, kontrgerilla işkence hanesinde, ‘’Yönetime neden karşısın?’’ diye soran Binbaşıya, elimdeki sapı delik kaşığın üzerindeki nal gibi ‘’USA’’ yazısını gösterip, ‘’Bizi bu kaşıkla çorba içmeye mecbur ettikleri için’’ diyordum.
Binbaşı utanıyordu!
Şimdi iktidardaki İslamcı yönetim, bir yandan Türkiye halkının ABD’ye kızgınlığını, ABD’nin kendisine dost olmadığı algısını körüklüyor.
Öte yandan hamile kızlarını-gelinlerini doğacak çocuklar ABD vatandaşı olsun diye Amerika’ya gönderiyor.
Amerika’ya bağlılık yemini etmiş, vatandaşı olmuş birisini Türkiye’yi temsilen Malezya’ya Büyükelçi olarak gönderiyor.
Sırf ABD yönetimi istedi diye, hiç bir sorun yaşamadığımız, Tayyip Beyin Esad ailesi ile birlikte tatil yaptığı, Bakanlar Kurullarının ortak toplantı yaptığı komşumuz Suriye’yi, bir günde düşman ilan edip savaşa giriyor.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demiş atalarımız.
Yöneticilerimiz, bizi ne kadar aşağılarsa aşağılasınlar ABD yönetiminin dümen suyundan ayrılmıyor.
Her türlü zillete boyun eğiyor.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nı hava alanında ‘’iki pırpırlı’’ bir onbaşı karşılıyor.
Beyaz Saray’da, girdi-çıktı, selam-kelamdı, tercüme-mercüme idi 20 dakika, ABD’nin hiç bir saygınlığı olmayan yeni Başkanı ile görüşmesi ‘’büyük diplomatik başarı’ olarak yutturuluyor.
Ve benim gariban milletim de gelip soranlara ‘’Benim en büyük düşmanım ABD’dir’’ diyor.
‘’Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor!’’

Önceki ve Sonraki Yazılar