Gözünüz aydın çocuklar

12 Mart darbesini takip eden zamanlarda, Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) Merkez Yönetim Kurulu üyeleri, TCK'nın meşhur 141. maddesini ihlal suçundan yargılanıyordu. Bu maddede suçlama ''komünist örgüt kurma'' idi ve istenen cezanın üst sınırı 15 yıl hapisti.
TİP'li arkadaşlarımız, Mamak 2 No'lu cezaevine karar duruşmasından büyük bir şaşkınlıkla döndüler. Mahkeme hepsine en üst sınırdan 15 yıl hapis cezası vermişti.
Ertesi gün avluda birlikte volta attığımız TİP yöneticisi arkadaşım: ''Yahu Uğur, iyi ki cezanın üst sınırı idam değilmiş, olsaymış bu gözü dönmüşler bizi asarlardı'' dedi. Bizim iddianamemiz bu konuşmadan iki gün sonra geldi. Askeri Savcı benimle birlikte 6 arkadaşıma, TCK'nın 146-1. maddesi uyarınca ''idam cezası'' istiyordu.
TİP'li dostum sonraki günlerde beni teselli etmek için helâk oldu. ''Uğur, ben bunu hukukçu gözü ile değil, kızgınlıkla söyledim. Vallahi de sizi asamazlar'' diye söylenip durdu.
Bende ise iddianameyi görünce bir ferahlama oldu. ''Yahu bu iddianame ne; Bu isnat edilen suçlar ne; İdam cezası ne? Bunların arasında en ufak bir uyum yok'' diye düşündüm. Perişan aileme de ''siz hiç kaygılanmayın, ben bu davadan beraat edeceğim'' dedim ve ettim.
Yukardaki ''göz aydını'' dileklerim, Silivri Cezaevinde yatan kardeşlerimiz Can Dündar ve Erdem Gül içindir. Deneyimli bir ağabeyiniz olarak,  iddianamenizi medyada yer aldığı kadarı ile okudum. Bu iddianame sizi beraat ettirmek için yazılmış. Kaleme aldığı iddianame ile size iki kere ''ağırlaştırılmış müebbet'', yetmedi 40 küsur yıl hapis cezası isteyen savcı beyi anlayışla karşılamanızı rica ediyorum.
2016 yılının Türkiye'sinde, AKP iktidarı altında yaşıyoruz. Adamcağız iki arada bir derede kalmış. Bir tarafta, Hukuk Fakültesini bitirdiğinden beri bir kez daha kapağını açıp açmadığı şüpheli Ceza Hukuku kitaplarından aklında kalan hak-hukuk hükümleri ile, öte yandan kendisine iş-aş verdiğini düşündüğü devletin reisi olan muhteremin ''bunun hesabını soracağım'' diyen şedit sesinin arasında kalmış. Örsle çekiç arasındaki tavlı demir gibi yumuşamış.
''Eylem'' dedikleri herkesin malumu yazılarınız için ''bunda bir şey yok'' dese, şairin dediği gibi, ''viran olası hanede evlad-ı ayâl var''. Muktedirin sesi şedit, kılıcı keskin. Öte yandan ''suç nerede'' onu bulamıyor. Böyle bir suçu kitaplar yazmıyor. Savcı Bey de ne yapsın, halkımızın kadim kültürüne sığınıyor.
Halkımız anlamadığı her nesneye ''casus işi'' diye bakar. Eski zamanlarda el telsizleri, transistörlü radyolar, sonraları gökten düşen meteoroloji balonları, ayağına izleme plakası takılmış kerkenez kuşları gibi pek çok şey halkımız tarafından ''casus işi'' denilerek karakola götürülmüştür.
Davanızın savcısı, halkımızın bu eşsiz dirayetine sığınarak iddianamesini mahkemeye gönderdi. Hani meşhur fıkradaki gibi: Adam bavulundaki kaçak saatleri soran gümrükçüye, ''tavuk yemi'' demiş. Gümrükçü ''bu nasıl yem yahu'' deyince adam, ''valla ben önlerine atarım, ister yer, ister yemezler'' demiş ya, sizin iddianamenizi de böyle attılar ortaya.
Merak etmeyin, bunu zamanımızın muktedirleri ve onlara mideden bağlı olanlar dışında kimseye yediremezler.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar