Abdullah Ağırkan yazdı: Devletin yeni ajandası ve muhalefetin görmediği şey

Abdullah Ağırkan yazdı: Devletin yeni ajandası ve muhalefetin görmediği şey

Temel de Muhalefetin bu değişen gerçekliği göz ardı etmesi onu giderek seçmen için daha anlamsız kılabilir. Devletin yeni bir ülke tasarım var. Gerçekliği kabullenmek ve ona Kemalizm ve İttihatçılık dışında bir cevap verebilmek gerek.

Mesele seçim kazanmak ve iktidara gelmeye çalışmak değil, ülkeyi belirli bir hedefe doğru yönlendirecek yeni bir tasavvur üretip halka anlatabilmek.

CHP bu değişim sürecini ideolojik düzlemde karşıtlık kuracaksa eğer, bu tezin de 21 yy uygun olması şart. Doğrusu yüzyıl önceki tezler geçerli /anlamlı değil günümüzde.

Türkiye’yi Yeni İttihatçılığın dışına taşıyabilmek demokrat zihniyetten nasiplenen bir muhalefet gerektiriyor. Ne var ki böyle bir muhalefetin varlığı üretilecek tasavvurun halk tarafından yeğlenmesini, ülkenin o yöne gitmesini garanti etmiyor…

İki nedenle. Öncelikle Türkiye’nin demokrat zihniyete yatkın olup olmadığı bir yana, halkın ezici çoğunluğunun bu zihniyeti yadırgamayacağından bile emin değiliz. Geçmişimizde demokratlık zemini üzerinde gelişen ideolojik veya siyasi bir damar bulunmuyor. İkinci neden böyle bir alternatifle karşılaştığında sistemin göstereceği direncin aşılamama ihtimalinin fazla olması. Cemaatçiliğin de bir anda yok olmayacağını dikkate alırsak söz konusu direncin ‘organik’ bir vasıf taşıması mümkün. Ayrıca dünya koşullarının Türkiye gibi modernliğin çeperindeki bir ülkede demokratlığa ne denli alan açacağı da ayrı bir soru.

Dolayısıyla Yeni İttihatçılığa uzun vadede kalıcı bir alternatif oluşturmak, ülkenin geldiği noktayı, psikolojik gereksinimlerini ve nihayet siyaseti ciddiye almayı gerektiriyor. Bunun güzel parti programları yazarak, olabildiğince televizyona çıkarak, ya da esnaf ziyareti yaparak elde edilemeyeceği herhalde açık olmalı… Muhalefetin önünde uzun soluklu ve entelektüel bir iş var.

Derinlikli bir analiz ve anlatının demokratlığı taşıyacak bir kadro eliyle bir ‘davete’ dönüştürülmesi, bu çabanın uzun vadeli olabileceğinin baştan kabullenilmesi ve girilen yolda sebat edilmesi lazım. Ancak yine de başarının garantisi yok… O nedenle inandırıcı olabilecek bir muhalefetin siyasi başarıyı farklı tanımlaması gerekiyor.

Siyaseti toplumun ‘etkilenmesi’ olarak görmek, bu etkiyi adım adım artırmak ve iktidara gelmeyi ikincil bir hedef olarak düşünmek muhalefeti ‘doğru yolda’ tutabilir. İronik olarak, iktidarı kısa vadede ve yüzeysel bir düşünce yapısı içinde hedefleyen bir muhalefetin iktidara gelme ihtimali daha az olacak, gelse bile Yeni İttihatçılığın dışına çıkma gücü olmayacaktır. Topluma güven ve ciddiyet mesajı verebilmek iktidar hevesini kenara koymayı ve asıl siyasetin farklı bir Türkiye inşa etmek olduğunu görmeyi ima ediyor. Muhalefet bunu yapabilirse iktidar yolu da kolaylaşıp kısalabilir.

Bu bahiste Kürt siyasetine ayrı bir yer açmak lazım. Ulusalcılığın kimlikte ‘sert Türklük’ aradığı yıllar, PKK’nın da şiddeti üst düzeye çıkardığı ve devletin buna olabildiğince sert cevap verdiği yıllardı. Bugünden bakıldığında hangisinin diğerini daha çok tetiklediğinin önemi yok. Ama sonuç önemli… İki taraf için de şiddetin çözüm olmadığı, buradan bir çıkış bulunamayacağı belli oldu.

Ardından gelen AK Parti’nin ilk 13 yılı Kürt siyasetinin yeni bir arayışa girmesini teşvik etti. Önce AB çerçevesine uyum çabası, sonrasında Kürt meselesini örgütü de sürece dahil ederek çözme arayışı, Kürtlerin Türkiye siyasi ve toplumsal sistemi içinde kendilerine yer bulabilecekleri fikrini güçlendirdi. ‘Türkiyelilik’ bakışı bu sayede anlamlı ve gerçekçi bir tutum olarak şekillendi.

‘Türkiyelilik’ ulus devlet formatı içinde Kürtlerin bireysel ve kültürel haklarını elde etmelerini, buna karşılık ayrılıkçı ya da ‘Kürdistani’ eğilimlerin güç kaybetmesini, bu türden ideolojik duruşların ‘geride bırakılmasını’ ifade ediyordu.  

Altını çizelim, ‘Türkiyelilik’ Batı modernliğinin Türkiye üzerindeki etkisinin kalıcı olduğu ve Türkiye siyasetinin de Kemalist paradigma içinde yeniden inşa edilebileceği varsayımlarına muhtaçtı. Eklemek gerek ki HDP üzerinden geliştirilen siyaset bu son seçime kadar söz konusu beklentiyi sürdürdü. Muhalefetin kazanması halinde modern ve Kemalist zemine geri dönüleceği umut edildi. Ancak seçim istendiği gibi sonuçlanmadı…

Bu arada çevre koşulları zaten radikal biçimde değişmişti. Modernliğin yıpranması ve küreselleşme Kürt siyaseti için avantajlı olmadı. PKK’nın Suriye’de aktörleşmesini sağlasa da Türkiye devleti ile genelde Kürt siyaseti arasındaki mesafeyi açtı. Türkiye ve PKK yakın coğrafyada karşı karşıya geldiler. Türkiye’nin bölgede bir Kürt oluşumunu destekleyebileceği beklentisi hızla söndü, çünkü Yeni İttihatçılık tam aksi yönde bir ‘açılımı’, sınır ötesinde kalıcı olma hayalini beslemekteydi.  

Öte yandan iktidar (devlet) Kürtlere yönelik tutumunda bir değişikliğin emarelerini göstermeye başladı. Ülke içinde ve dışında Kürt etnisitesine karşı olmadığını, ama Türk devletine doğrudan ya da dolaylı biat etmeyen bir Kürtlüğe geçit vermeyeceğini ima eden adımlar atmakta. Böylece Kürtlerin Türklüğe değil, (bu haliyle) devlete rıza göstermesi isteniyor. Ancak bu yeni yaklaşımın PKK/HDP cenahına ‘uygun’ geleceğini beklemek gerçekçi gözükmüyor.    

Devletin Kürt kimliğine yönelik tutumundaki değişim, iç siyasette Kemalizm’in tükenmesi ve ekonomideki çöküntüye rağmen muhalefetin seçimi kazanamaması, muhtemelen Kürtlere ‘Türkiyelilik’ tezinin son kullanma tarihinin geçmiş olabileceği mesajını vermiştir. Bu terimin Kürt olmayanların kulağına ‘olumlu’ yansıma ihtimalinin de giderek azaldığı gözlemleniyor. Devlet ve iktidar ise zaten buna olumsuz bakıyor.  

Yeni İttihatçı paradigma altında ‘Türkiyeli’ olmaya çalışmak Kürt siyasi aktörlerine de gerçekçi gözükmeyebilir… Muhtemelen önümüzdeki sürede ‘Kürdi’ hassasiyetin özerkleşip derinleşmesine tanık olacağız. Tüm Kürtlerin tekil bir özne gibi telakki edildiği, Kürdistan fikrinin merkeze konduğu yeni bir gelecek hayali ve bundan neşet eden yeni bir siyasetle karşılaşabiliriz.

Ne var ki Kürt siyasetinde böyle bir değişim Yeni İttihatçılığı güçlendirecek, onu genel halk nezdinde ‘daha da’ gerçekçi ve meşru kılacaktır. Toplumsal algıda ‘talepkar’ Kürt siyasetinin Türkiye’nin hedefleri önünde engel teşkil ettiği, ancak biat eden, Türk devletine muhtaç olduğunu içselleştiren Kürtlerin makbul olabileceği fikri yerleşecektir.

Bu noktada yeniden muhalefete dönebiliriz… Muhalefetin başarısızlığı Kürt siyasetinin de ideolojik olarak radikalleşmesine ve Türkiye’deki yeni rejimin kalıcı hale gelmesine hizmet edebilir.

Demokrat zihniyeti temel alan, derinlik ve ciddiyete sahip bir muhalefetin salt varlığı bile Kürt siyasetinin önündeki alanı genişletebilir ve bu da ülkenin demokratlaşmasına katkı olur.

.

Kaynaklar

Yalçın Küçük

Etyen Mahçupyan