Akşener: "Ahlak, erdem ve doğruluk AK Parti Genel Merkezi’nin kapısından giremiyor"
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener grup toplantısında açıklamalarda bulundu.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener grup toplantısında açıklamalarda bulundu.
Meral Akşener'in açıklamaları şöyle:
Sayın Erdoğan saçmalama konusunda çıtayı uzaya çıkardığından kesin konuşamıyorum.
Geldiğimiz durumda faiz yüzde 19, dolar neredeys 8.5 lira. Enflasyonu tutabilene aşkolsun. Kurumlar ve kurumsal değerlerle oynayarak devlet dönetilmez. Merkez Bankası başkanının bir gecede kararname ile görevden alınmasıyla ekonomi yönetilmez.
Yeni gelen başkanın ilk beyanatı yüksek faiz politikasını sürdürmekten yana oldu. Yeni başkan madem faiz düşürmeyecekti sayın Ağbal'ı görevden aldın. Yeni başkan aynı politikaları sürdürecekti bizi bir gecede neden yüzde 15 fakirleştirdin. Türkiye AK Parti içindeki siyasi hesaplaşmalara kurban ediliyor.
Bu iktidarın Türkiye'ye verecek hiçbir şeyi kalmadı. Milleti değil koltuklarını dert ediniyorlar. İktidarlarını dert ediyorlar. Ahlak, erdem ve doğruluk AK Parti'nin ve Saray'ın kapısından içeri giremedi.
Ahlaksızlığı, vicdansızlığı büyüklerinden öğrenmiş genci linç edecek değilim. Gençler yanlış yapabilir. Benim meselam gençleri bu vizyondan korumaktır. Benim meselem gençleri bu zihniyetten korumaktır.
Syın Erdoğan ve AK Parti iktidarının keyfi yönetim anlayışının, memleketimize olan maliyeti, her geçen gün artıyor. İnsan haklarında artıyor, kadın haklarında artıyor, demokrasi için artıyor, ekonomi için artıyor, çevre için artıyor. Sayın Erdoğan’ın attığı her düşüncesiz adım, milletimizin aleyhine çalışıyor. Bu aralar, 7’den 70’e herkeste bir tedirginlik var; ‘Eyvah, yoksa damat geri mi dönüyor?’ sorusu, her mecrada dillendirilmeye başlandı.
İki buçuk yıl boyunca bu kürsüden, Damat Bakan’ın ekonomiyi yönetemeyeceğini anlattım. Başarısızlıklarla dolu 2 buçuk yılın sonunda, nihayet bu hatadan dönüldü. Öyle başarısız bir 2 buçuk yıl geçti ki, bugün biri, Damat Bakan ile ekonomi kavramını, aynı cümle içinde kullansa, dolar fırlıyor. Kendisinin ekonomi yönetimi kariyerinde; Hazine’nin 128 milyar dolarlık rezervi erimiş, Türk Lirası pula dönmüş, işsizlik artmış, faiz artmış, enflasyon artmışken; bu işi beceremediğini, defalarca kanıtlamış bir insanın, tekrar bu konularla anılmasını bile, son derece saçma ve sakıncalı buluyorum.
Ama maalesef, Sayın Erdoğan, saçmalama konusunda, çıtayı uzaya çıkardığından, maalesef kesin konuşamıyorum… Mesela, ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ cümlesi hala dillendiriliyor. Gelin birlikte hatırlayalım; Sayın Erdoğan bu müthiş doktrinini, ilk kez ortaya attığında, dolar 2 liraydı. Enflasyon, tek haneliydi. Faizler de yüzde 6’ydı. Şimdi geldiğimiz durumda ise, faiz yüzde 19. Dolar, neredeyse 8 buçuk lira. Enflasyonu tutabilene aşk olsun.
Sayın Erdoğan; kurumlar ve kurumsal değerlerle oynayarak, devlet yönetilmez. 6 ayda bir Merkez Bankası Başkanı değiştirerek, ekonomi yönetilmez. Merkez Bankası Başkanı’nın bir gece kararnamesiyle görevden alındığı bir ülkede, istikrardan bahsedemezsin. Eski başkan Sayın Ağbal’ı, faizleri artırdığı için görevden aldın değil mi? En azından, kamuoyuna böyle yansımasına izin verdin. Ama nedense, yeni gelen başkanın ilk beyanatı, yüksek faiz politikasını, sürdürmekten yana oldu.
Ben de şimdi doğal olarak, sormak istiyorum: Madem yeni başkan, faiz düşürmeyecekti, o zaman, Sayın Ağbal’ı neden görevden aldın? Bu gece yarısı operasyonu sonucunda, Türk Lirası dolar karşısında yüzde 15’e yakın değer kaybetti. Madem yeni başkan, aynı politikaları sürdürecekti, o zaman, neden bizi bir gecede yüzde 15 fakirleştirdin? Bu sorunun cevabı aslında basit. Görülüyor ki; Merkez Bankası Başkanı değişikliğinin gerekçesi, ekonomi değil. Milletin refahı, esnafın, çiftçinin sorunları hiç değil. Türkiye, AK Parti içindeki çekişmelere, siyasi hesaplaşmalara kurban ediliyor. Bu güzel memleket, bu hoyrat ve şuursuz anlayışa kurban ediliyor. Gece yarısı yapılan gizemli atamalarla, koskoca Türkiye’nin itibarı ayaklar altına alınıyor. Bu kendini bilmezliğin, ekonomide yarattığı tahribatın hesabını, kim verecek? Sadece kur artışından dolayı, kamunun borcu 225 milyar lira, özel sektörün borcu da 250 milyar lira arttı. Liyakatsizliğin, keyfiyetin ve cehaletin, Türk ekonomisine, son 10 gündeki maliyeti, 500 milyar lirayı buldu. Dile kolay… Ayıptır günahtır. Bu millete yazık değil mi? Esnaflarımıza, çalışanlarımıza günah değil mi? Hiç mi utanmıyorsunuz? Yazıklar olsun hepinize!
Bu maliyeti, saray zenginleri ödemeyecek. Bu maliyeti, üç beş yerden maaş alan kardeşler, yeğenler, kayınçolar ödemeyecek. Bu maliyeti, o 5 müteahhit ve havuz medyası da ödemeyecek. Bu maliyeti, çiftçilerimiz ödeyecek, esnaflarımız ödeyecek, sanayicilerimiz ödeyecek.
Bu maliyeti, emeklilerimiz ödeyecek, memurlarımız ödeyecek, çalışanlarımız ödeyecek. Bu maliyeti, gençlerimiz ödeyecek, kadınlarımız ödeyecek. Bu maliyeti, hepimiz ödeyeceğiz, bir tek onlar ödemeyecek… Çünkü bu maliyet, bu ucube sistemin ve onun arkasındaki bu çarpık zihniyetin sonucudur. Biz, İYİ Parti olarak, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını önemsiyoruz ve bunu her fırsatta vurguluyoruz. Merkez Bankası yönetiminin bağımsızlığı ve güvencesiyle ilgili olarak, yüce Meclis'e bir de kanun teklifi verdik.
Teklifimize göre, Merkez Bankası başkanları, beş yıl süreyle atanabilecek ve görev süresi dolmadan görevden alınamayacak. Çünkü, Cumhurbaşkanı’nın bir gece, rüyasında görüp, görevden alabildiği bir Merkez Bankası Başkanı’nın, görevini hakkıyla yapabilmesinden söz edemeyiz. O yüzden, süresinden önce görevden alınamamasını, hüküm altına alıp, görev güvencesi sağlıyoruz. Ayrıca, Para Politikası Kurulu’nun üyelerinden birinin de reel sektör temsilcisi olmasını sağlıyoruz.
TOBB’un önereceği üç adaydan birinin, Cumhurbaşkanı tarafından, para politikası kuruluna atanması hükmünü getiriyoruz. Bu vesileyle, kanun teklifimize, başta, sözde reformsever Ak Parti ve küçük ortağı olmak üzere, Meclis’teki tüm partilerin desteğini bekliyoruz.
Bu iktidarın Türkiye’ye verecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Çünkü milleti değil, koltuklarını dert ediyorlar. Çünkü vatandaşı değil, eşi dostu yandaşı zengin etmekle uğraşıyorlar. Çünkü Türkiye’nin değil, iktidarlarının geleceğini düşünüyorlar. Memleket sevgisi, millet davası, akıllarının ucundan geçmiyor. Ahlak, erdem ve doğruluk AK Parti Genel Merkezi’nin kapısından giremiyor. Nitekim, ‘Güzel ahlakı tamamlamaya gönderildim’ buyuran, efendimizin yolundan saptıklarından beri, iktidarları dikiş tutmuyor, kadroları iflah olmuyo.
Son üç ayda; arabasında, 100 kilo eroin ile yakalanan, eski büyükelçilik basın müşaviri, Samsun Büyükşehir Belediyesi’nde yolsuzluktan tutuklanıp, evinde, on milyon bulunan daire başkanı derken, her geçen gün, ‘Asım’ın neslini yaratacağız’ diyerek iktidara gelenlerin, düştükleri hazin durumun, yeni örneklerine şahit oluyoruz.
Hayatı, ahlakla arasına epey bir mesafe koymuş, büyüklerinden öğrenmiş bir genci, elbette linç edecek değilim. Benim meselem, kendini, bu çarpık zihniyete teslim etmiş bu gencimiz değil. Gençler yanlış yapabilir. Gençler nefislerine yenik düşebilir. Benim meselem, o gencimiz de dahil, tüm gençlerimizi, bu zihniyetin yarattığı ahlak erozyonundan, koruyup kollamaktır. Benim meselem, hata yapan gençlerle değil, onları hak yolundan ayıran bu karanlık zihniyetledir.
O gencimiz ne diyor; ‘AK Parti’de görev alırsam, daha çok kazanmamın önü açılır diye düşündüm.’ Ne kadar acı değil mi? ‘Çok çalışırsam, çabalarsam, emek verirsem, sonunda başarırım, helaliyle kazanırım’ değil, ‘AK Parti’de görev alırsam, daha çok kazanırım.’ Gençlerimizi böyle düşünmek zorunda bırakanlara, yazıklar olsun.
Gençlerimizi dolambaçlı yollara sokan bu karanlığı, sorgulamak zorundayız. O gençlerin, hayat zannettikleri, hak zannettikleri, bu maskeli baloyu, sorgulamak zorundayız. Bunların gençlerimize, doğru diye işaret ettikleri o yanlış düşünceler, kim bilir daha kaç gencimizi, büyük yanlışlara sürükledi? Bunları sorgulamak zorundayız.
Gençlerimizi dolambaçlı yollara sokan bu karanlığı, sorgulamak zorundayız. O gençlerin, hayat zannettikleri, hak zannettikleri, bu maskeli baloyu, sorgulamak zorundayız. Bunların gençlerimize, doğru diye işaret ettikleri o yanlış düşünceler, kim bilir daha kaç gencimizi, büyük yanlışlara sürükledi? Bunları sorgulamak zorundayız.
Ne diyordu Ahmed Arif?
“Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır.
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize, göz koyanlardır.
Tanı bunları, tanı da büyü...
Bu, namustur,
künyemize kazınmış.
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara, sarıl da büyü...”
Pırıl pırıl milyonlarca gencimiz,
O sınav senin, bu sınav benim koştururken,
Bir soluk masa lambasının altında, gece gündüz, göz nuruyla dirsek çürütürken,
İş bulamadı diye, genç yaşında sağlığından olup, hayata küserken,
Arını askıya asıp, kolay ve haram parayla caka satmayı, hakikat diye pazarlayan bu zihniyeti, sorgulamak zorundayız.
Vicdan bunun neresinde?
Ahlak bunun neresinde?
Hak bunun neresinde?
Sorgulamak zorundayız.
Bu çarpık zihniyeti bu topraklardan silene kadar, yılmadan mücadele etmek zorundayız.
Sayın Erdoğan iki gün önce, pandemiye karşı bazı önlemler açıkladı. Buna göre, mübarek Ramazan ayında, toplu iftar yasakmış… El hak, bu şartlarda doğru bir karar. Ama doğal olarak, bu fevkalade duyarlı arkadaşlara sormak istiyorum;
Sizin lebalep kongrelerindeki keyfiniz, Allah’ın sofrasından daha mı kıymetliydi Kongrelerinize yasak gerektirecek bir durum yoktu da, mübarek sofralarda mı aklınız başınıza geldi? Kısıtlama sadece iftarla sınırlı değil. Restoranlar, lokantalar, on binlerce işletme, yeniden kapanacakmış. Yahu siz ne vicdansız, ne izansız insanlarsınız…
Lokantalarda, kafelerde 3-5 kişi bir araya gelince salgın yayılıyor da, binlerce kişiyi, toplayıp getirdiğiniz kongrelerinizde, virüs tatile mi çıkıyordu? Yazıklar olsun.
Bir yandan, pandemi kurallarına uymayan vatandaşlarımıza, ardı ardına ceza kestiniz, Diğer yanda, aynı kuralları, kongrelerinizde sırıtarak çiğneyip, bir de utanmadan, oluşan kalabalıkla övünmekten geri durmadınız.
Salgının başından beri, kurallara uymakta hassasiyet gösteren, aziz milletimizin sağlığını, göz göre göre tehlikeye atmaktan çekinmediniz. Sonra ne oldu? Ankara’daki salona doldurulan, ya da dışarıda toplanan, binlerce korona elçisi, ülkemizin dört bir yanına dağıldı. Ve sonuç ortada…
Bu aymazlığın cezasını kim kesecek? Bu suçun asıl failine cezayı kim kesecek? Milletimiz, “Aşı nerede, aşı?” diye soruyor, Siz gökyüzüne bakıp ıslık çalıyorsunuz. Çok sıkışınca da, taksit taksit aşı müjdesi veriyorsunuz. “Önümüzdeki ay” dediğiniz tüm müjdeler, o ay gelince, bir sonraki aya kalıyor. Bu beceriksizliğin hesabını kim verecek?
İçişleri Bakanı, kongreler lebalep olduğundan beri ortada yok. Sağlık Bakanı, utancından salona bile gelemedi. Hatta en son çıkıp, “Kongreleri konuşmanın kimseye bir faydası yok.” dedi. Tercümesi, “Lütfen bu bahsi kapatalım, verecek cevabım yok, çok utanıyorum.” oluyor. Yönetim zafiyetine bakar mısınız?
Bakanları utanıyor, Sayın Erdoğan utanmıyor. İşte size, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nde salgınla mücadele. İşte size, Sayın Erdoğan’ın milletin gerçeklerini umursamaz tavrı.
Allah akıl fikir versin. Aziz milletim; Salgınla mücadelede durum aynı. Ekonomide durum aynı. Hukukta, insan haklarında, demokraside durum aynı. Kendileri çalıp, kendileri oynuyorlar. Öyle olmasa, kendi kendilerine verdikleri yetkiyle, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilebilirler miydi?
Milletin meclisi onaylamış, Sayın Erdoğan’ın aklına esmiş, kendi kendine verdiği yetkiyle, sözleşmeyi iptal ediyor. Buradan çok net olarak vurgulamak istiyorum: Kim ne derse desin, şunu herkes bilsin ki, o sözleşme hala geçerlidir. Yöntem de, açıklanan karar da, hem hukuken, hem de siyaseten geçersizdir. Sayın Erdoğan;
Burası muz cumhuriyeti değil, Burası memleketi benzetmeye çalıştığın bir üçüncü dünya ülkesi de değil. Burası binlerce yıllık devlet geleneğinin sonucu olan, büyük Türkiye Cumhuriyeti. Aklını başına devşir. Böyle şımarıklık olmaz. Böyle devlet yönetilmez.
Kendisi bir de çıkmış, Cuma Namazı sonrasında, kadınlarımızı tehdit eder gibi diyor ki; “O iş bitti. Önünü ardını kurcalamayın.” Aynen böyle diyor. Bak sen… Şu tarza, şu tavra bakar mısınız? Emrin olur ağam! Bu tehditler, kadınlara sökmez Sayın Erdoğan. Elinden geleni ardına koyma.
Tacize, tecavüze, hakarete, dayağa boyun eğmemiş o kadınlar, senin tehditlerine hiç boyun eğmez. Attığın o imzadan sonra neler oldu biliyor musun? Samsun’da 17 yaşında, beş aylık hamile Sezen, 16 yerinden bıçaklanarak katledildi. Söyle bakalım, o iş bitmiş mi Sayın Erdoğan?
Adli tıp raporunu önüne koysunlar da bir bak, 5 aylık bir cana, kaç bıçak darbesi düşüyormuş, bir gör. 15 yaşında evlendirilmiş, 16 yaşında hamile kalmış, 17 yaşında da katledilmiş bu çocuğun, canına nasıl vicdansızca kıymışlar, bir gör. Gör de söyle, o iş bitmiş mi Sayın Erdoğan?
Sezen’in katledildiği gün, Bursa’da, 32 yaşındaki Necla, 5 yaşındaki kızının gözleri önünde, silahla vurularak öldürüldü. Söyle bakalım, o iş bitmiş mi Sayın Erdoğan? Sen, “O iş bitti” dediğinden beri, 7 kadınımız öldürüldü.
7 kadınımızın canına kıydılar. Söyle bakalım, o iş gerçekten bitmiş mi Sayın Erdoğan? Sen söyleyemezsin, ben söyleyeyim. “O iş”, kadınlar bitti demeden bitmez. “O iş”, kadınlara musallat olan, bu ahlaksızlık bitmeden bitmez. “O iş”, kadınlar sokakta korkmadan yürümeden bitmez. “O iş”, kız çocuklarımıza göz koyan sapıklar bitmeden bitmez. “O iş”, o kokuşmuş zihniyetiniz bitene kadar bitmez.
İşin ironik yanı, bu keyfiyetin anında müşteri buluyor olması. Sayın Erdoğan’ın her garip çıkışına, hemen bir tüy dikenin çıkıyor olması… Türk Milleti’nin iradesinin tecelligahı, Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı, çıktı ve dedi ki, “Cumhurbaşkanı isterse Montrö’den de çekilir.” Lafa bakar mısınız?… Bu lafı eden hukuk profesörüne bir bakar mısınız?…
Meclis çiğnenmiş, milletin iradesi çiğnenmiş, sahip çıkacağına, “millet iradesi” diyeceğine, “Hakimiyet milletindir!” diyeceğine, çıkmış, bir de üzerinde tepiniyor. Kurtuluş Savaşı’nı yapmış Gazi Meclis’in başkanı değil, Sanki, Saray’ın Meclis’teki irtibat bürosu şefi konuşuyor…
Yazıklar olsun. Şimdiden uyarıyorum; Aklınızdan bile geçirmeyin. Ege’deki adalarımıza çöken Yunanistan karşısındaki, ezikliğinizi gizlemek için Lozan’a, Kanal İstanbul saçmalığınıza kılıf uydurmak için de, Montrö’ye göz dikmeyin. Ne tarih, ne de kahraman ecdadımız sizi affetmez. Bunu böyle bilin. Dava arkadaşlarım;
İktidar her geçen gün, milletinden ve milletinin gerçeklerinden daha da uzaklaşıyor. Vatandaşının feryadına kulaklarını tıkayıp, gönlünü kapatıp, gününü gün ediyor. Saray’da havalar her zaman güneşli, her zaman tropik olsa da, Dertli milletimize tek mevsim kış, sürekli kar, tipi, boran.
Biliyorsunuz ilçe ilçe, köy köy memleketi geziyoruz. Dertleri dinliyor, çözümler üretiyoruz. Milletimizin sesini, bu kürsüden o sağır kulaklara duyuruyoruz. Hem Milletin Kürsüsü için, hem de bu kürsüden dile getirmem için, her hafta bir çok talep alıyoruz. Bir kısmını buradan, bir kısmını divandaki arkadaşlarım vasıtasıyla, bazılarını da teşkilatlarımız aracılığıyla çözmeye, çözemediklerimizi de, ilgili yerlere duyurmaya çalışıyoruz.
Atanamayan öğretmenlerimizden, taşeron olarak çalıştırılan, Hastane Bilgi Yönetim Sistemleri çalışanlarına kadar, konut mağduru müteahhitzedelerden, dolmuşçu esnaflarımıza kadar, toplumuzun birçok mağdur kesimi bize ulaştı, ulaşıyor.
Bize güvendiğiniz için, her birinize teşekkür ediyorum. Sizleri görüyoruz, sorunlarınızı duyuyoruz, çözüm için çalışıyoruz. İktidar beceremezse, ilk seçimde biz geleceğiz, biz çözeceğiz. Hiç merak etmeyin. Biliyorsunuz önümüzdeki Cuma, “2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü”. Ülkemizde, hem otizmli çocuklarımızın, hem de ailelerinin büyük dertleri var. İşte o nedenle, bu hafta Milletin Kürsüsü’nde, çok özel bir anneyi ağırlıyoruz. Nevin Aktulga aramızda. Buyurun Nevin Hanım, söz de, kürsü de sizindir.
Yıllar evvel bir büyüğüm demişti: Engelli anne çocuğu olmak ondan evvel ölmemeyi dilemektir. Allah sizden razı olsun umarım TRT ve diğerleri sesinizi kesmemiştir. Size söz. Ben sesinizi duyurmaya devam edeceğim. Biz otizmin farkındayız.
Kanal İstanbul için kapalı kapılar ardında iş mi çeviriyorsunuz? Milyonlarca Uygur Türkünü Çin'e kilim mi ediyorsunuz?
Bilim adamları uyarıyor. İlle de kanal ille de kanal diyorsunuz. 40 yılda bu memlekete bir hayrın dokunsun kardeşim. Tabiaata zarar vereceği kesin, Marmara Denizi'ne zarar vereceği kesin. Milletimiz, doğa, deniz umrunda değil. Kendinden başkası umrunda değil. Artık bütün dünya iklim kriziyle mücadele etmek için kollarını sıvadı. Herkes doğaya ne kadar az zarar veririrz diye hesap yapıyor. Türkiye bu mücadelenin dışında kalamaz.