Akşener: " İktidar, darbe edebiyatıyla milletin dertlerini konuşmaktan kurtuldu"

Akşener: " İktidar, darbe edebiyatıyla milletin dertlerini konuşmaktan kurtuldu"

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Grup Toplantısı'nda açıklamalarda bulundu.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Grup Toplantısı'nda açıklamalarda bulundu. 

Meral Akşener, 104 emekli amiralin Möntro bildirisi hakkında "Vesayetin üniformalısına da cübbelisine de lacivert takımlısına da her zaman karşı durduk, durmaya da devam edeceğiz." ifadelerini kullandı. 

Meral Akşener'in açıklaması şöyle oldu:

Konuşmama bir teşekkürle başlamak istiyorum. Biliyorsunuz, geçen hafta, 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü’ydü, ve Milletin Kürsüsü’nde, Nevin Aktulga ve oğlu Cemil konuğumuz olmuştu.

Nevin Hanım’ın şikayetçi olduğu bir konu vardı. Sigorta şirketlerinin, otizmlileri sigorta kapsamına almadığını söyleyip, bunun zorluklarından bahsetmişti. Ve sonra ne oldu biliyor musunuz?

Marka adı vermekte hiçbir sakınca görmüyorum; Demir Sigorta’nın saygıdeğer genel müdürü, Nevin Hanım’ı arayıp, “Bu uygulamayı, onun konuşmasından öğrendiğini” söyleyip, farkındalık yarattığı için teşekkür ederek, şirketin, artık otizmli çocukları da, sigorta kapsamına alacağını müjdeledi. Farkındalık yaratmak işte tam da budur. Bu vesileyle, hem şirket yönetimine, hem de Nevin Hanım’a teşekkür ediyor, aynı hassasiyeti, diğer şirketlerimizden de beklediğimi, buradan ifade etmek istiyorum. Değerli dava arkadaşlarım; Siyaset, olan biteni iyi okuyabilme, gerçeği görebilme, gösterebilme sanatıdır.

Yaşananları doğru analiz etmek yetmez, Kimi zaman, akıntıya karşı kürek çekmeyi de gerektirir. O nedenle siyaset, samimiyet ister, dürüstlük ister, kararlılık ister. İYİ Parti’nin siyaset anlayışı işte budur. Şu son 3 buçuk yılda yaşadıklarımızı hatırladıkça; Bize, koltuk hesabıyla değil, millet hesabıyla, demokrasi hesabıyla siyaset yaptıran, Dünya karşımıza dikilse bile, haktan, hakikatten ayrılmama cesaretini veren, Yüce Allah’a şükürler ediyorum.

Biz, kutlu millet davasının neferleriyiz. En büyük gücümüz de, milletimize asla yalan söylememek, hakikatin izinden asla ayrılmamaktır. Bu, bizim için vazgeçilmez bir ilkedir. Bu, bizim için tek seçenektir. Şahsi menfaat hesaplarıyla değil, millet yolunda siyaset yapanlar, şartlar ne olursa olsun, hakkı söyler, hakikati söyler, dik dururlar.

Nitekim bugün, vesayete kafa tutuyormuş gibi yapanlar, Dün, 28 Şubat’ta masaların altına saklandığında da, biz yine aynı yerdeydik, yine dimdik duruyorduk. Geçtiğimiz hafta sonu yaşadığımız olayda olduğu gibi; Kim ne der, Kim ne düşünür, Ya da, kimi kızdırırız diye düşünmeden, Hakkın ve hakikatin yanında duruyorduk. Aziz Milletim, değerli milletvekilleri; Son dönemde, bir modadır aldı başını gidiyor: “Gece vakti ortalığı karıştırma modası.” İstifa eden bakan mı dersiniz, görevden alınan bürokrat, fesih edilen uluslararası anlaşmalar mı dersiniz, durdurabilene aşk olsun. Gece uykusu kaçan, “acaba ne yapsam da, ortalığı nasıl karıştırsam.” diye iş başına geçiyor. Bedelini ödemek de, her defasında maalesef milletimize düşüyor. Nitekim, bu modanın son örneği olarak, Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gecenin bir yarısı, 104 emekli amiral, bir bildiri paylaştılar.

Sonuçta ne oldu? İktidar, darbe edebiyatıyla, 4 gün daha milletin dertlerini konuşmaktan kurtuldu. Salı günleri, partisinin Meclis grubunda, konuşacak konu bulmakta zorlanan küçük ortağa, Öfke krizlerine girerek işleyeceği, yeni bir malzeme çıktı. Yine esnafın derdi konuşulmadı. Yine çiftçinin çilesi konuşulmadı. Yine işsizlerin dramı konuşulmadı.

Yine aşı sırası bekleyen insanlarımız, tavan yapan vaka sayıları konuşulmadı. Yine milletimiz kaybetti, yine Türkiye kaybetti. Dava arkadaşlarım; Son altmış yılda dokuz defa, darbe, post modern darbe, muhtıra, ve e-muhtıra görmüş bir millet olarak, elbette bazı hassasiyetlerimiz var. Bu yüzden, Türkiye’ye dair endişeleri olanların, bu endişeleri, usulünce, zamanını ve zeminini doğru ayarlayarak dile getirmeleri, çok önemlidir. Hele de, ülkesine yıllarca hizmet etmiş, çok kritik makam ve mevkilerde bulunmuş olanların, bu konuda, çok daha sorumlu davranmaları gerekir. Bu kadar basit. Türkiye’yi maalesef, her itiraz edeni, hainlikle, teröristlikle, darbecilikle suçlayıp, Buradan siyaset devşirmeye çalışmayı, alışkanlık haline getirmiş bir zihniyet yönetiyor.

Bu çarpık zihniyet; işler istediği gibi gitmeyince, Anayasa Mahkemesi’ni kapatmaya yeltenecek kadar şımarık, Koltuğu tehlikeye girince, Cumhuriyet’in kurucu değerlerini tartışmaya açacak kadar şuursuz, İktidarını korumak için, milletini birbirine düşürmeye kalkışacak kadar da, zalim bir zihniyet. Dolayısıyla, Türkiye’yi ve Türk Milleti’ni düşünen herkesin, bu durumun bilinci ve sorumluluğuyla hareket etmesi gerekir.

Türkiye’nin bunca sorunu varken, İktidar kendi ikbalinin hesabına düşüp, milletimize sırtını dönmüşken, milletimiz, siyasetçilerden sorunlarına çözüm üretmesini açıkça talep ediyorken, Kimsenin çıkıp da, iktidarın değirmenine su taşımasına, Milletinden tamamen kopmuş, bitik siyasetine, can suyu vermesine müsaade edemeyiz. Etmeyeceğiz. Kimse kusura bakmasın. Bu işler böyle yapılmaz. Ülkeye dair endişeleri, kaygıları olanlar, bireysel olarak her platformda, veya bir sivil toplum kuruluşunun şemsiyesi altında, görüş ve önerilerini elbette açıklayabilirler. Ancak, bunu, gizemli gece yarısı bildirileriyle yapamazlar.

Yapanlar da karşılarında önce bizi bulur. Çünkü biz; “Söz de, karar da milletindir.” diyenleriz. Hak yolunda, hakikat yolunda yılmadan yürüyenleriz. Dün 28 Şubat karanlığında da bu böyleydi, 27 Nisan gecesi de bu böyleydi, bugün de bu böyle. Vesayetin, üniformalısına da, cübbelisine de, lacivert takımlısına da her zaman karşı durduk, durmaya da devam edeceğiz.

Çünkü biz, hürriyetin ve istikbalin partisiyiz. Çünkü biz, milletin partisiyiz! Değerli milletvekilleri; Biliyorsunuz, geçen hafta Konya’da, geçtiğimiz hafta sonu da, Hakkari’deydik. Milletimize gittik, seslerine kulak verdik, dertlerini dinledik. İktidardakiler, sarayda sefaya dalıp, milletimizin feryadına kulaklarını, insanlarımızın çilesine gönüllerini kapasalar da, biz, il il, ilçe ilçe, milletimizle buluşmaya devam ediyoruz.

Hakkari’de, kapanan sınır kapıları yüzünden ticaret durmuş. İş bulamadığı için, oğullarımızın, kızlarımızın gençliği heba olmuş. Ak Parti’ye oy verenin de durumu aynı, muhalefet partilerine oy verenin de durumu aynı. Bir eczacı kardeşime sordum, “Askıda mama kampanyası burada da var mı?” dedim, “Var.” dedi, veresiye defterini uzattı. Liste uzadıkça uzuyor. Bir ayakkabıcı kardeşim; “İşimiz hiç yok. Şu saate kadar siftah yapmadım. 20 yılda kazandığımızı, 2 yılda erittik, Artık dayanacak gücümüz kalmadı.” dedi. Bir beyaz eşya bayisi kardeşim; “5’inci kuşak esnafım, ama artık bu mesleği bırakmak üzereyiz. Varsa gidip ya taş taşıyacağız ya çimento taşıyacağız. Başka çaremiz kalmadı.” dedi. Bu insanlarımızın sesini duyan yok. Derdine çare sunan yok. Bu durumun artık şakası yok. Bakın, yokluk içinde yitip giden hayatlardan bahsediyorum. Herkesin, bir şeyi artık çok iyi anlaması lazım: “Darbe olur mu, olmaz mı?” tartışması, bebek mamasını askıdan indirmiyor. “Amirallerin rütbeleri sökülsün mü, sökülmesin mi?” polemiği, çaresiz gençlerimize iş bulmuyor.

Yanlışlara itiraz eden herkesi, hain ilan eden bu çarpık zihniyet, tencereleri kaynatmıyor. Sayın Erdoğan; Böyle devlet yönetilmez. Anlamsız polemiklerle uğraşacağına, git Hakkari’ye, Piraye’yi dinle. Mağdur edebiyatından, siyaset devşirmeye çalışacağına, “Bugün, yarın, dükkanı kapatacağım.” diyen Hasan’ı dinle. Koltuğun için her türlü dolambaçlı yolu deneyeceğine, Kelle koltukta görev yapan korucu kardeşlerimi, İki yumruk arasına sıkıştırılmış, çaresiz vatandaşlarımızı dinle. Dinle de, milletimizin gerçeklerini anla. Anla ki, empati yoksunu, gerçeklikten kopuk hamasi konuşmalar yerine, Milletin derdini çözecek işler yap. Millet seni oraya, sarayda sefa sür diye oturtmadı. Allah aşkına bir kez olsun, eşin dostun yandaşın yerine, milletimize bir faydan dokunsun. Yazıktır, günahtır. Dava arkadaşlarım; Milletimiz, geçim derdinde kıvranırken, bunlar 4 gündür hala, “darbe mi değil mi?”, “darbeci mi, değil mi?” bunu konuşturuyorlar. Buna sebep olanları da, bunu fırsat bilenleri de kınıyorum. Aziz milletimizin çaresizliğini perdeleyen her sözü, her tavrı reddediyorum.

Kim ne yazarsa yazsın, kim neyi konuşursa konuşsun, Biz, Hakkarili babaların feryadını konuşacağız. İnternet imkanı olmadığı için, derslere katılamayan evlatlarımızın çaresizliğini konuşacağız. “Meral Hanım, şu saat olmuş, akşam ne pişirebileceğimi bilmiyorum.” diyen annenin, hüznünü konuşacağız. Sabah 8’de açtığı dükkanında, öğleden sonra saat 4 olduğu halde, hala siftah yapamamış esnafımızın, durumunu konuşacağız. İnsanlarımız iş yerlerini kapatmak zorunda bırakılırken, utanmadan yapılan şarkılı türkülü lebalep kongreleri konuşacağız. 50 bine vurmuş günlük vaka sayılarını, ülkemizi dünyada birinci yapan beceriksiz yönetim anlayışını konuşacağız. Yılan hikayesine döndürülen aşı tedariğini, aşı sırası bekleyen insanlarımızı konuşacağız.

Onlar neyi istiyorlarsa onu konuşsunlar, biz inatla bunları konuşacağız. Çünkü biz bunları konuştukça, milletimizin sesi daha gür çıkıyor. Milletimiz sesi yükseldikçe, iktidar daha çok korkuyor. Biz o kirli yüzlerine ayna tuttukça, muhteremler de milletin, memleketin gerçeğiyle yüzleşiyor. Bize kızanlar olabilir, söylenenler olabilir, hatta hakaret edenler olabilir. Duruşumuzu anlayamayanlar, ya da anlamak işine gelmeyenler de olabilir. Hatta ortağını kıskanıp, bize saldıranlar bile olabilir… Varsın olsun. Biz biliyoruz ki; Millet iradesine sahip çıkmak, öyle lafla, hamasi nutuklarla olmaz. Mesela, Millet’in Meclisi’ni yok sayarak, millet iradesine sahip çıkılmaz. Mesela, milletin ortak değerleriyle, kavga ederek de sahip çıkılmaz. Mesela, sandık gelince, “hizmetkar” edebiyatı yapıp, seçimden sonra, “maraba” muamelesi yaparak, hiç sahip çıkılmaz. Siyasetinin merkezine, milleti koyarak, millete inanarak sahip çıkılır. Her şartta, amasız fakatsız, milletin yanında durarak sahip çıkılır. Millet iradesine el uzatanların karşısında, dimdik durarak sahip çıkılır. Bizim pusulamız bellidir, ve daima şaşmadan milletimizi gösterir. Milletimiz, kimin nerede durduğunu, kimin doğru durduğunu, kimin millet iradesine sahip çıktığını gayet iyi biliyor. Kimsenin endişesi olmasın. Allah bizi milletimize karşı utandırmasın. Dava arkadaşlarım; Nedense, bu bildiriyle ilgili duruşumuza, Ak Parti değil, küçük ortağı daha çok bozulmuş. Sayın Erdoğan teşekkür etti diye olsa gerek, küçük ortak, dünkü grup konuşmasında köpürdükçe köpürmüş… Anayasa Mahkemesi’nden sonra, hızını alamayıp, yakında Deniz Kuvvetleri’nin de kapatılmasını isterse şaşırmayın. Allah Sayın Erdoğan’a sabır versin.

Dün şerefsiz dediğine, bugün “mübarek” deyip, Dün mektup yazıp, “iktidarı uyarın.” diye yalvardıklarına da, bugün “şerefsiz” diyebilen; Tutarsız duruş ve söylemleriyle, ülkeyi germekten başka bir fonksiyonu bulunmayan birinin üstünde, gereğinden fazla durmak istemiyorum. Ama bu vesileyle, huzurunuzda Sayın Erdoğan’ı uyarmak zorundayım. Sakın ola, çok ciddi bir öfke kontrol problemi olan, küçük ortağının dolduruşuna gelip, bildiriyi yazanlara, abuk sabuk cezalar verdirmeye kalkma. Sorumsuzluktan darbecilik devşirmeye çalışıp da, ülkeye daha fazla zarar verme. Sağduyuyla yürüttüğün süreci, böyle şaibeli bir yola sokup da, memleketi daha fazla huzursuz etme. Dava arkadaşlarım; Dün, küçük ortağın haftalık öfke nöbetinin hemen sonrasında, çok enteresan bir şey oldu. Çin Büyükelçiliği, Twitter’dan, beni ve Sayın Mansur Yavaş’ı tehdit etti. Çin Merkez Komitesi Türkiye Komiseri, fahri Çinli, Cinping Perinçek’in gayretleri yetmemiş olacak, bizzat Çin Devleti’nin kendisi, devreye girmiş.

Neden? Çünkü bir süredir, iktidar ve küçük ortağını, Perinçek ve Çin’in esaretinden kurtararak, Uygur kardeşlerimiz için adım atmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Çünkü, Türkistan’da yaşanan insanlık dramına susmadık, susmayacağız. Sosyal medyadan bir paylaşım yapmışlar. Demişler ki; “Çin tarafı, herhangi bir kişi veya gücün, o güç biz oluyoruz, Çin’in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne, herhangi bir şekilde meydan okumasına, kararlılıkla karşı çıkmakta ve bunu şiddetle kınamaktadır. Çin tarafı, haklı karşılık verme hakkını saklı tutmaktadır.” Bak sen hele… Perinçek’in patronu da, aynı küçük ortak gibi, çok kızmış. Perinçek’le iş tutanların hepsi, aynı durumda demek ki… Öncelikle belirtmek isterim ki; Bizim, herhangi bir ülkenin egemenliğiyle ilgili bir sorunumuz yok. Ama bizim, Çin’in, egemenlik adı altında, Uygur kardeşlerimize yaptığı zulümle ilgili, çok büyük bir sorunumuz var. Biz, “insan hakları diyoruz, adalet.” diyoruz. Biz, “Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk’ün, namusuna uzanan, mabedine değen o eli çekin.” diyoruz. Biz, “Uygur Soykırımını Durdurun!” diyoruz. Bu kadar basit. Biz, bu meseleyi, sadece soydaşlarımız olduğu için değil, aynı zamanda, bir insanlık sorunu olduğu için önemsiyoruz. O nedenle bu kürsü, Doğu Türkistanlı bir evladımızın, tüm dünyaya gerçeği haykırabildiği tek kürsüdür. Bu kürsü, hakkın, hakikatin gür bir sesle dillendirildiği kürsüdür. Bu kürsü, Milletin Kürsüsü’dür! Bizi saraydaki muhataplarınızla karıştırmayın. Bu tehditler bize sökmez. Biz bu mücadeleyi, bugün Türkiye’de bu kürsüden veririz, Yarın, gün gelip de iktidar olduğumuzda, uluslararası toplumu karşınıza diker, öyle veririz. Ama bu mücadeleden asla vazgeçmeyiz. Ve o pis elinizi, Uygur’un sinesinden çekene kadar da, mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.

Bunu böyle bilesiniz. Aziz milletim; Bizim, uyduruk senaryolarla yazılmış, abuk sabuk, yapay gündemlerle işimiz yok. Biz nasıl daha çok üretiriz, Nasıl daha çok kazanırız, Nasıl daha huzurlu ve refah içinde yaşarız, onun hesabındayız. Pandemi her birimize bir gerçeği, bir kez daha hatırlattı. Tarım, ülkelerin en büyük zenginliği. Sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşabilmek, önümüzdeki yıllarda çok daha değerli bir hale gelecek. İşte o nedenle biz, bugünden, o zamanların hesabını yapıyoruz. Dün ne kadar üretiyorduk, bugün ne kadar üretebiliyoruz, Ve yarın bu üretimi nasıl artırabiliriz, bunlar üzerine çalışıyoruz. Ak Parti iktidarları, maalesef son 19 yıldır, ülkemiz için kritik önemi olan bu konuyu ihmal etti. Önce insana yatırım yapmaları gerektiğini, bir türlü anlayamadılar. Fevkalade verimli topraklar üzerinde yaşıyoruz. Ama ne yeterince üretebiliyor, ne de üreten vatandaşımızı mutlu edebiliyoruz. İşte size, bu konudaki en önemli örneklerden biri: Mevsimlik tarım işçilerimizin durumu. Yevmiyeci, konargöçer, yıl boyunca, oradan oraya çalışmaya giden emekçi kardeşlerimiz… En fazla 180-200 lira yevmiye almak için, aylarca evinden barkından uzakta kalan, garip emekçilerimiz. Onlar; sigortasız, kayıtsız, güvencesiz, işverenin ve başlarındaki çavuşların, dayıbaşıların insafına terk edilen vatandaşlarımız. Onlar; bu ülkenin en mağdur, en yoksun gruplarından biri. Soframızdaki yemeğimizde, alın teri olan bu emekçilerimizin, tam sayısını bile bilmiyoruz. 1 buçuk milyon kişi olduklarını, ancak tahmin ediyoruz.

Kalkınma Atölyesi Kooperatifi’nin verilerine göre, her ailede ortalama 7 çocuk var. Yani yaklaşık 200 bin aile. Çocukların çoğu okul çağında, ama maalesef okula gitmiyor, gidemiyor. 14, 15 yaşındaki çocuklarımız tarlada çalışıyor. Peki, temel insan hakkı olan içme suyuna, temiz suya erişimleri var mı? Yok. Barınma hakkı, banyo, tuvalet, hijyen imkanları, insana yakışır durumda mı? Hayır. Su; tankerlerden, plastik depolardan, bidonlardan sağlanıyor. Barınma; naylon, bez ve branda çadırlar ile sağlanıyor. Neredeyse tamamı böyle. Çadırların yarısında elektrik yok. Gaz lambası veya fener ile aydınlatılıyor. Bazıları yılda 3-4 yere gidiyor. 1 buçuk, 2 ay sonra, tekrar başka bir yere gidiyorlar. Toplam çalıştıkları süre, yılda 200 günü geçmiyor. Peki, ne kazanıyorlar? Yevmiye, yetişkin için 80 lira, çocuklar için 40’la 60 lira arasında. Ailenin günlük geliri, 200 lira civarında.

Yani, yıllık gelirleri, aile başına 40 bin lira, kişi başına da, 4500, 5000 lira ediyor. Dikkat edin, bu para aylık değil, yıllık. Yani, kişi başına günlük, 13-14 lira düşüyor. Yani bu vatandaşlarımız, Birleşmiş Milletler’in bütün dünyada yoksulluk sınırı saydığı, günlük 2 doların bile altında kazanıyorlar. Dava arkadaşlarım; Bu sözler, bir film sahnesinden değil. Bu sözler, gerçek hayattan. İktidara soruyorum; Bu ülkenin tarım emekçisinin, Afrika ülkelerinden bile daha az gelire sahip olmasını, nasıl oluyor da içinize sindirebiliyorsunuz?

Yazıktır, günahtır. Çocuklarının okuma hakkı var, eğitim hakkı var. İnsanca yaşama hakkı var. Kitap okuma, tedavi olma hakkı var. Sinemaya, tiyatroya, konserlere gitme hakkı var. Sosyal medyayı takip etme, dünyayı öğrenme hakkı var. Siz nasıl oluyor da onlara böyle bir yoksunluğu reva görüyorsunuz? Yazıklar olsun. Kardeşlerim, size buradan söz veriyorum: İYİ Parti olarak, iktidara geldiğimizde mevsimlik tarım işçilerimizi de unutmayacağız. Bütün sorunlarınızla, birer birer ilgileneceğiz.

Çavuşlar ve dayıbaşları dahil olmak üzere, mevsimlik tarım işçilerini, sigorta kapsamına alacağız. 5 yıl boyunca sigorta primlerinizi biz ödeyeceğiz. Geçmiş çalışmalarınızı belgelemeniz halinde, geriye doğru borçlanma imkânı sağlayacağız. Borçlanma süreleriniz kadar, faizsiz olarak vadelendireceğiz. Kırsal hizmetler kapsamında, mobil ve sabit, konteyner barınma istasyonları kuracağız. Bu istasyonları, istenirse belli sürelerle, aynı ailelere tahsis edeceğiz. Her haneye mutlaka temiz içme suyu sağlayacağız. Elektrik enerjinizi, imkân varsa, mobil yenilenebilir enerji istasyonları üzerinden, İmkan yoksa, ortak elektrik şebekesi üzerinden sağlayacağız. İlkokul ve okul öncesi için, mobil okullar açacağız. Ortaokul ve lise eğitimi için, taşımalı eğitim imkânı sağlayacağız. Her konteyner istasyonu için, geçici “Aile Planlaması” ve “Sağlık istasyonları” açacağız. Ev Ekonomisi eğitimleri vereceğiz. Gezici sinema, kütüphane ve kültür evleri hizmetleri sağlayacağız.

Çalışma yerlerine gidiş gelişleriniz ve uzun yol seyahatleriniz için, TARSİM üzerinden, tarımsal risk ve kaza sigortanızı yapacağız. Kısacası sizleri, sefaletin ve yoksunluğun boyunduruğundan kurtaracağız. Kendinizi yalnız ve çaresiz hissetmenize engel olacağız. Kazançlarınızı, aile başına en az, “asgari ücret düzeyine” çıkaracağız. Eksik kalan günleriniz olursa, Tarım Bakanlığı’ndaki benzer işlerde tamamlama imkânı sağlayacağız. Kısacası, soframıza getirdiğiniz gıdalar için sizlerden helallik alacağız.

İYİ Parti iktidarında kimseyi sahipsiz, aç ve açıkta bırakmayacağız. Bundan emin olun. Aziz Milletim; Mevsimlik tarım işçilerimizin şartları böyle. Peki çiftçilerimizin durumu nasıl? Bir dokun, bin ah işit. Toprağı işleyip, karnımızı doyuran çiftçimiz borç batağında. Üç yıldır anlatıyoruz; “Çiftçiler borç batağına sürükleniyor, ödeyemez hale geliyor.” diyoruz. Ne ekim-dikim yapacak parası var, ne de hayvanına verecek yemi var. Yem, mazot, ilaç, gübre, elektrik, tohum, besilik dana, düve fiyatları tavan yaparken, çiftçinin bunlara verecek parası yok. Kendi kaynağıyla işletmesini çevirecek parası yok.

Yıllardır bunları borçla döndürüyor. Çiftçimiz borç sarmalında boğulurken, İktidar, ithalat lobilerine teslim olmuş, hatta esir olmuş, Türkiye’de tarım bitsin diye, elinden gelen her şeyi yapıyor. Çiftçilerimizin sadece bankalara olan borcu, Ocak ayı itibariyle 143 milyar lira. Tarım Kredi Kooperatifleri’ne de 12 milyar lira borçları var. Buna piyasaya olan, yani bayilere ve esnafa olan en az 50 milyar lira borcu da ekleyin. Çiftçimizin toplam borcu 200 milyar lirayı aşıyor. Buradan önce Tarım Bakanı’na sesleniyorum. Çiftçi bu haldeyken, ortalıkta “bakanım” diye gezmeye utanmıyor musun? Bu çifti, böyle bir beceriksizliği, böyle bir iş bilmezliği hak etmiyor. Tarımla alakası olmayan, böyle vasıfsız bir yönetim anlayışını hak etmiyor. Ayıptır, günahtır. Arkadaşlarım diyor ki, senin bakan olmadan önce yönetim kurulunda yer aldığın şirkette, 100 bin avro, yani neredeyse 1 milyon lira, huzur hakkı alınıyormuş. Huzura bakar mısınız?... Bir an önce git, Sayın Erdoğan’dan rica et, seni yeniden huzura kavuştursun. Çiftçimizin de huzuru daha fazla kaçmasın. Dava arkadaşlarım; Meclise bir torba yasa getirdiler. İçine, çiftçilerimizin Tarım Kredi Kooperatifleri’ne olan borçları için de, bir madde eklemişler.

Eklemişler eklemesine ama, tam bir kurnaz tilki hikâyesi. “Borç yapılandırıyoruz.” diye ambalajlıyorlar ama, faizi de yüzde 11’den, yüzde 18’e çıkarıyorlar. Ayrıca nedense torbada, bankalara olan borçlar yok. Bankalara olan takipteki 5,5 milyarlık borç ne olacak? Bankalar, traktörlere, ineklere, tarlalara el koymaya devam mı edecek? Böyle çiftçi desteklenmez. Çiftçimiz bu borçları ödeyemez. Bu kafayla gidilirse, ya ürün azalır, ya da üretimden çıkmak zorunda kalır. Her iki durum da, Türkiye açısından felaket olur. Buradan çiftçilerimize seslenmek istiyorum; İYİ Parti olarak, ilk önce Meclis’te, bankaların takibindeki çiftçi borçlarının da, torba yasaya dahil edilmesi için mücadele edeceğiz. Bundan emin olabilirsiniz. İlk sandıkta milletimiz yetkiyi bize verdiğinde ise, İlk iş olarak, çiftçilerin banka ve kredi kuruluşlarında takibe düşen borçlarını, ilk aldıkları koşullar içinde, sübvansiyon haklarını kaybetmeden tasfiye edeceğiz. Faizlerini, dosya ve takip giderlerini sileceğiz. İlk şartları ne ise, o şartlarla bir yıl ödemesiz, ertesi yıl faiz ödemeli, 5 yıl eşit taksitler halinde tahsil edeceğiz.

Tek şartımız olacak; o da bu süre zarfında üretime devam etmek. Çiftçilerimizin sadece takipteki borçlarının değil, yaklaşık 35 milyar liralık, işletme sermayesi borçlarının da tasfiyesini, kısa vadede gerçekleştireceğiz. Bunun için, “Türkiye Tarımsal Ürünler Düzenleme Kurulu” üzerinden üstleneceğimiz, “dengeleyici piyasa aktörlüğü” rolümüzü, tercihen borçlu çiftçilerden ürün alarak yerine getireceğiz. Böylelikle çiftçilerimizin, kısa vadeli borçlarını, 5 ila 7 yıl içerisinde, sürdürülebilir bir seviyeye çekmelerini sağlayacağız. Bunları yapacağız, çünkü biz tarafız. Çünkü, tarımı bir milli güvenlik meselesi ve kalkınmanın lokomotifi olarak gördüğümüz için, çiftçimizden yana tarafız. Çünkü, ucuz ve kaliteli gıdaya erişimin, en doğal hakkı olması gereken vatandaşımızdan yana tarafız. Çünkü haktan yana, haklıdan yana tarafız. Aziz Milletim; Biz yapacaklarımızı söyleyince, ilk sözleri hep aynı; Kaynak nerede? Türkiye’nin kaynağı var. Sorun şu: Ak Parti iktidarı ve Sayın Erdoğan, memlekette üreten, istihdam sağlayan kim varsa hepsine düşman. Varsa yoksa eş, dost, yandaş. Türkiye’nin kaynakları, o beş müteahhidin ayaklarına seriliyor. Bu kifayetsiz yönetim anlayışının, ve müteahhit aşkının sonucunda, ekonomide oluşan hasar ortada. Pandeminin etkisiyle de, artık her sektör dertli. Peki, durum böyleyken, “Üreteni, istihdam yaratanı koruyayım, kollayayım.” demesi gereken iktidar ne yapıyor?

Kurumlar vergisini artırıyor. Yani iş dünyasına destek olacağına, sırtına yeni bir yük daha veriyor. Kurumlar vergisini, 2020 yılı için yüzde 23’e, 2021 için de yüzde 25’e çıkarmaya hazırlanıyor. İşte size, Ak Parti’nin olağanüstü ekonomi vizyonu. “Özel sektör nasıl küstürülür?” temalı bir kanun çıkarın deseler, ortaya ancak bu çıkar. Allah aşkına, siz bu ülkenin çalışanından, üreteninden ne istiyorsunuz? Hakkıyla, helaliyle kazanmaya çalışana neden gıcık oluyorsunuz? Böyle iş bilmez bir ekonomi yönetimi olabilir mi? Böyle ahmaklık olabilir mi? Bu akıl dolu adımlar yetmiyormuş gibi, Bir de üstüne, utanmadan kısa çalışma ödeneğini kaldırdılar. Neymiş, İşsizlik Sigortası Fonu’na çok yüklenmişler. O fon, sanki babalarının malı! Şubat 2021’de, 1 milyon 296 bin kişi kısa çalışma ödeneği aldı. Bu çalışanlarımıza yapılan ödeme ortalama 1588 lira. Bu parayı kesince ne olacak? İşveren o işçileri çıkaracak. Peki o zaman devlet ne yapacak?

Ortalama 1360 lira işsizlik maaşı ödeyecek. Yani o fondan neredeyse aynı para çıkacak. Bir de üstüne, eğer 1 buçuk milyon kardeşimiz, işsiz kalırsa, yani üretimden çıkarsa, en az 45 milyar liralık bir milli gelir kaybıyla karşı karşıya kalacağız. Sayın Erdoğan; Anladık, devlet yönetmeyi bilmiyorsun. Anladık, ekonomiden de anlamıyorsun. Allah aşkına matematik de mi bilmiyorsun? Böyle bir hesap kitap kabiliyetiyle, ülke mi yönetilir? Allah akıl fikir versin! Aziz milletim; Türkiye’nin aşılamayacak sorunu yok. Liyakatli kadrolar ve akılcı bir yönetimle, Türkiye’nin üstesinden gelinemeyecek sorunu yok. Yeter ki devlet, ciddiyetle yönetilsin. Yeter ki devleti yönetenler, önce millet, önce memleket diyebilsin. Bu iktidar, kendilerini her makama getiren milletini unuttu. Unutmakla kalmadı, sadece kendi ikballerini sağlama almak için, bir de ucube sistem icat etti. Ve bu ucube sistemin Türkiye’yi 3 yılda getirdiği yer ortada…

Gelişmiş ülkelerde yüzde biri bulmayan, gelişmekte olan ülkelerde ise, yüzde 4’lerdeki enflasyon, Türkiye’de yüzde 16. Gelişmiş bazı ülkelerde faizler ekside, en yükseği yüzde 1, yüzde 1 buçuk. Türkiye’deyse faizler yüzde 19 oldu… Paramız pula döndü. İşsizlik rakamları ortada. Tarımdan sanayiye, her sektörde üretim düşmeye devam ediyor. Yani millet olarak gelirimiz azalıyor. Fakirleşiyoruz. İşsiz kalıyoruz. Gençlerimizin hayalleri, yarınları çalınıyor. Bu düzen böyle gitmez. Bu düzen böyle gitmiyor. Gittiğimiz her yerde kulaklarımızla duyuyoruz, Millet Bizi Çağırıyor! O kutlu çağrıyı duyuyoruz, ve büyüyerek iktidara yürüyoruz. İYİ Parti iktidarında; İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi inşa edeceğiz. Demokrasi işleyecek, hukuk işleyecek. Bunlar olunca yatırım gelecek. Her işi ehline verip, Türkiye’nin potansiyelini yeniden harekete geçireceğiz. Yapamazsınız diyenlere, “Kaynak nerede?” diye söylenenlere, tek cevabım var; YAPACAĞIZ.

Biz yapacağız, siz de kıskançlıkla izleyeceksiniz. Kurduğunuz bezirgan saltanatına nasıl son verdiğimizi, Milletin parasının nasıl millete harcandığını, Yokluğa mahkum ettiğiniz bu aziz milleti, Nasıl zengin, mutlu ve huzurlu kıldığımızı izleyeceksiniz. Değerli dava arkadaşlarım; Hazır olun, vakit yaklaşıyor. Türkiye, makus talihini bir kez daha yenmek için gün sayıyor. İYİ ve cesur insanlar geliyor. Bir kabusun ardından, ülkemiz ve milletimiz için yeniden güneş doğuyor. Sokak sokak, kapı kapı dolaşacağız, hakikati milletimize anlatacağız. Yorulmaksa, yorulacağız. Ama yılmayacağız. Milletimizi de, ülkemizi de, bu cendereden mutlaka çıkaracağız.