Deniz Zeyrek: Siyasi troller itibar suikastı yapıyor

Deniz Zeyrek: Siyasi troller itibar suikastı yapıyor

Gazeteci Deniz Zeyrek, trollerin itibar suikastı yaparak insanları zor duruma düşürdüğünü ifade ederken medyada oluşturulan tekelleşmenin hükumetin en yanlış stratejisi olduğunu vurguladı.

Bu durumu gözden geçirilmesi gerektiği uyarısında da bulunan Zeyrek, ''Hükumet en büyük kötülüğü, tek düze medya sistemi yaratarak kendine yapıyor'' dedi.

Olaylara objektif yaklaşımı ile hemen her kesimin saygısını kazanan gazeteci Deniz Zeyrek, Polemik Haber’e medyayı, siyaseti ve Türkiye’nin dünya ile yaşadığı sorunları anlattı. Hükümetin ‘medyayı millileştirme’ adı altında ana akım medyayı yok ederek en büyük kötülüğü kendine yaptığını ileri süren Zeyrek, hem iktidarın hem muhalefetin medyada aldığı rolü eleştirdi. Dış politikada ise beş yıl önce, 180 ülkede ‘büyükelçilik açıldığını hatırlatan Zeyrek, gelinen noktada Türkiye’nin dünya ile ilişki durumunu ‘’Değerli yalnızlık” olarak yorumladı. 

GAZETECİ BİRİLERİNİ RAHATSIZ ETMİYORSA HALKLA İLİŞKİLER YAPIYORDUR'

Türkiye’de medyanın millileştirilmesi adı altında tek sese tek renge dönüştüğü bir durumdayız. Sizinle aynı düşünen düşünmeyen her kesimin saygı duyduğu bir isimsiniz medyanın millileştirilmesi adı altında tek sese dönüştürülmesi konusunda neler söylemek istersiniz?

Gazetecilik, birilerini rahatsız eden haberleri yapmaktır. Gerisi halkla ilişkiler, reklamdır. Gazeteciliğin temeli; ülkenin bir yerinde, bir coğrafyada yaşanan bir gelişmeyi, başka coğrafyadaki insanlara aktarmaktır. İngilizler ‘reporter’ der, rapor etmekten gelir, muhabire muhbir denir mesela. Bizim işimiz bu; haber vermek. Çünkü halkın haber alma hakkı var. Nasıl nefes almak, yaşamak düşündüğünü söylemek bir haksa haber almakta öyle bir haktır. Dolayısıyla bizim görevimiz XY siyasetçisinin propagandasını yapmak, halkla ilişkiler kampanyasını yürütmek değil işin aslı neyse onu ortaya çıkarıp halkın öğrenmesini sağlamaktır. Bunu yaptığınız sürece insanlar bazen tepki gösterir, bazen mutlu olur ama insanlar şunu da yapar; gazeteciliği tanımındaki gibiyseniz sizi sever.

'TARAFSIZ GAZETECİLİK YOKTUR'

Ben gazeteci tarafsızdır tanımını kabul etmiyorum. Gazeteci taraftır; adaletten, insan haklarından, düşünce özgürlüğünden taraftır. Bu ülkede yaşıyorsak bu ülkeden taraftır. Cumhuriyetten taraftır, birlikte yaşama arzusundan taraftır. Hepimiz yurtseveriz, bu yurtseverlik çerçevesinde taraf olmamız gereken şeyler var. Ama bu taraflılık bir gerçeği saklama hakkını bize vermez. Bu devleti seviyorum bu devlete bağlıyım ama devlet bir yanlış yaptığında halkın o yanlışı bilmesi lazım gazetecinin de onu haber yapması lazım. İnsanın bu tür kriterleri olur, her zaman gerçekten yana tavır alırsa gazeteciliği doğru anlamıyla yapmış olur hem de vatandaşın ihtiyacı olan bilgiyi gerçeği ortaya çıkarmış olur. Kim hangi mahallenin borazanlığını yapıyor kim gazetecilik yapıyor üç aşağı beş yukarı medya okur yazarlığı olan herkes görebiliyor zaten.

'HÜKÜMETİN EN BÜYÜK YANLIŞI, MEDYAYI KENDİ TARAFINDA TOPLAMASI OLDU'

Alternatif mecraların çok ciddi şekilde talep görmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsanların adalet duygusunu orada araması neyin psikolojisidir?

Bu hükümetin yaptığı en yanlış şey medyadaki millileşme adı altında ülke medyasının yüzde 80’ninden fazlasını hükümet cenahında toplanması oldu. Bunun şöyle bir dezavantajı var hükümet için. Yaptığı yanlışları hataları kendisinin bile görmesinin önüne geçiyor. Yani bir siyasi lider bir yanlış yapıyordur farkında değildir birileri çıkıp ‘ya bu yanlıştır’ demediği sürece o yanlışa devam eder. Hükümetin en büyük sorunu medya konusundaki bunları ört bas edecek sadece propagandasını yapacak bir şey yaratmış olması. Bu da iki sonuç doğurdu; başka bir mahalle yarattı. 

'İNSANLAR GERÇEĞİ ARIYOR'

Şu anda Türkiye’de ana akım medya cılız kaldı, onun dışında iktidar yanlışı olanlar, muhalefet yanlısı olanlar diye medya var. Oysa Türkiye’nin ana akıma ihtiyacı var. Hükümetin izlediği bu yanlış strateji medyayı bu hale getirdi. İnsanlar doğal olarak gerçeği arıyor. Gerçek nerededir bu mahallede de değil öbür mahallede de değil. Çünkü biri iktidara çakmak için gerçeği saptırıyor diğeri iktidarı savunmak için gerçeği saptırıyor. Vatandaş da sosyal medyaya bakıyor, bu açıdan alternatif mecralar çok faydalı ama onun da manipülasyona açık olma durumu var, kullanıcıların oradaki bilgileri teyit etme şansı yok. Bu dezenformasyon ciddi sonuçlar doğuruyor. On sene önce Tibet’te yaşanmış bir şey Türkiye’de yaşanmış gibi paylaşılıyor, 2 kişi gerçeği bilse 98 kişi bilmiyor ve ona göre refleks gösteriyor. Dolayısıyla neyin yanlış neyin doğru olduğunu göremiyoruz. Batıda sosyal medyadaki bilgileri teyit için uluslararası kuruluşlar oluşmuş vaziyette, Türkiye’de de yeni yeni başladı. 

'SİYASİ PARTİ TROLLERİ SOSYAL MEDYAYI KİRLETİYOR'

Siyasi partiler, bu mecrayı trolleri aracılığı ile kirletiyor. Gazetecilerin eskiden işsizlik sorunu vardı, cezaevine düşme sorunu vardı. Şimdi buna bir de siyasi parti trollerinin itibar suikasti kampanyaları eklendi. Maalesef hiçbir şeyi olması gerektiği gibi kullanamıyoruz. Bence hükümetin medya stratejisini gözden geçirmesi lazım; en büyük kötülüğü tek düze medya sistemi yaratarak kendine yapıyor. Bu durum muhalefete de sıçradı. Hükümet, muhalif kanallara gitmiyor, muhalefet iktidar yanlısı kanallara gitmiyor. Böyle bir kutuplaşmanın olduğu yerde makul ortaya çıkarılamaz Sistem gazetecileri buraya itiyor. Ya bu mahalledesin ya bu mahalledesin. Taraf olmayan bertaraf olur bu da çok sakıncalı bizim meslek açısından. 

'DÜZENLEME NE İÇİN YAPILACAK BU ÖNEMLİ'

Sosyal medyada hükümet tarafından yapılmak istenen düzenleme çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Sosyal medya mecraları; Türkiye’de para kazanıyorlarsa Türkiye’de ofis açmak, vergilerini ödemek zorundalar. Bunu yapmazlarsa yanlış yaparlar. O konuda yüzde yüz hemfikirim. Fakat eğer siz sosyal medya şirketleri ile kuracağınız ilişkiyi tweet atan herkesin kimliğini tespit etmek, onun boğazına çökmek için yapıyorsanız bu çok tehlikeli. Örneğin ‘bu yalandır demek’ hakaret midir değil midir? Bir siyasetçi bir şey söylemiş, bir vatandaşta ‘yalan söylüyorsun’ diye tweet atmış. Siyasetçinin söylediği yalansa tweeti atan doğru söylüyor demektir. Buna rağmen ‘sen nasıl siyasetçiye yalan dersin’ diye onun yakasına yapışıp mahkemelerde onu süründürmek istiyorsan bu yanlıştır. 

'İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ; NEYE GÖRE KİME GÖRE'

Son dönemde Twitter üzerinden yapılan operasyonları görüyoruz. Türkiye’de şu anda bir kadıncağızı boğazlamak, dayak atmak poliste ifadesini alıp savcılıktan serbest bırakılması demek, bir tweet atmak cezaevine gitmek demek. Bu durumda hükümetin yapmak istediği düzenleme ürkütücü geliyor. Yarın öbür gün 280 karakterlik bir şey yazıp 5 sene cezaevinde kalacaksak eğer böyle bir düzenlemeyi Türkiye kaldıramaz. Suiistimal eden, hakaret eden, halkı kin ve nefrete sevk etmek isteyenlerle mücadele edelim ama bunun çerçevesini kim çizecek? Kime gör eneye göre? Kadın meslektaşlarımızı tecavüzle tehdit eden adamı ‘ya işte biraz ağır kaçmış ama yapacak bir şey yok’ diyen savcı var, cami minaresinden ezan okunduğunda ‘ya Diyanet bu işe ne diyecek, bu nedir kardeşim’ diyen kadını bayramda cezaevine atan bir hakim var. Biz bu çifte standardı değiştirmediğimiz sürece bu tür düzenlemelerden hep olumsuz sonuçlar doğabilir. Onun için ben endişeliyim; düşünce özgürlüğünün sınırlarını daralttıkça daraltıp oraları kullanılamaz hale getirmeyelim. 

'TÜRKİYE’YE YAKIŞMIYOR'

Tutuklu gazeteciler var bunlarla birlikte Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Osman Kavala dosyasını biliyorum; şu ana kadar o ‘şu suçu işledin, şu şekilde casusluk yaptın’ diye bir şey koymadılar. Demirtaş’la ilgili işte bazı davalardan beraat ediyor ama hakkında başka davalar çıkıyor. Belli ki içeride tutulmak isteniyor. Müyesser Yıldız, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Murat Ağırel… Bu arkadaşlarımızın ortak özelliği, FETÖ zamanında FETÖ’nün içeri attığı arkadaşlar. Bu beni rahatsız ediyor. Böyle bir tesadüf olamaz yani! Müyesser Yıldız’ı tanıyorum; kimse Müyesser Yıldız gibi milliyetçi, vatansever bir kadını başka bir ülke adına casusluk yapmakla suçlayamaz. Davada da casusluk denilemedi çünkü o zaman hangi ülkeye sızdırdığını göstermek zorunda. ‘Devlet sırrını ifşadan’ dava açtılar. Burada ben adil olmayan bir durum görüyorum ve bir an önce düzeltilmesini istiyorum. Türkiye’ye yakışmıyor, eğer iktidar kendi siyasetine yakıştırıyorsa bilmiyorum ama manzaraya dışarıdan baktığımda doğru değil. 

'AK PARTİ VE CHP’DEN KOPUŞLAR BENZER DEĞİL'

AK Parti içinden Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın kurduğu iki siyasi parti çıktı, CHP’den de iki parti çıkmak üzere. Türkiye’de siyasetçinin siyaset yapma tarzı mı bu yoksa dış güçlerin bir organizasyonu mu?

İki durumu birbirine benzetmiyorum. AK Parti’den ayrılanların gerekçeleri var; demokrasiden uzaklaştığını söylüyorlar, birisi ekonomi konusunda eleştiriler yöneltiyor. İkisi iktidar cenahından ve iktidarın icraatlarını eleştirerek ayrılıyor. Bu tarafta Mustafa Sarıgül uzun zaman önce kopmuştu zaten. Muharrem İnce, yönetimle yaşadığı sorunları dile getiriyor. Bu da vatandaşın umurunda değil. ‘Cumhurbaşkanlığı seçiminde bana destek olmadılar, sandıklara sahip çıkmadılar’… Bunlar iki sene öncenin hikayesi. Eski defterleri çıkarıp onları üzerinden siyasi yönelim belirlemek kimseye bir şey kazandırmaz, vatandaşı ikna etmez. Ben Kemal Kılıçdaroğlu’nun birçok alanda yanlış yaptığını düşünüyorum ama Muharrem İnce’nin ortaya koyduğu retorik beni ikna etmiyor. Muhalif adaylardan İlhan Cihaner ciddi bir retorik ortaya koyarak partinin sağa kaydığını söyledi, Kürt meselesinde çekingen davranıldığını söyledi. Bunlar somut,  elle tutulur şeyler. Bir partinin siyasi duruşuna yönelik ciddi eleştiriler. Ama işte sandıklara sahip çıkmadılar, ekranlarda benden çok Kılıçdaroğlu göründü gibi iki sene önceki şeyleri sıralamak bir parti kurmak için gerekçe değil. 

İNCE CUMHUR İTTİFAKINA MI KATILACAK?

Muharrem İnce ayrıldığında cumhur ittifakına mı katılacak?

Böyle bir şey mümkün değil ama Davutoğlu ile Babacan’ın partileri Cumhur İttifakı’ndan kopan insanlar. Oylarını oradan alan insanlar. O nedenle ikisini kıyaslamayı doğru bulmuyorum. Muhalefet kanalından çıkacak bir hareketin başarılı olacağını düşünmüyorum. Kılıçdaroğlu’nun kurguladığı seçim sonuçları:  11 büyükşehir belediyesi 40 milyon insanın yaşadığı şehirleri CHP yönetiyor. Böyle bir ortamda Muharrem İnce’nin bu retorikle başarılı olacağını, muhalefet tabanından oy alacağını zannetmiyorum. 

'HDP, TÜRKİYE PARTİSİ OLMAK ZORUNDA'

Atatürkçü kesim CHP’yi ‘HDP ile açık ittifak yapacaklar işte bu iş federasyona gider toprak vermeye gider’ kaygısını taşıyor. HDP ile CHP’nin ittifak yapması siyaseten bir suç gibi görülüyor. Siz nasıl değerlendirirsiniz?

Kimse bu partiye oy vermiş 6 milyon insanı, onların ailelerini, o insanları böyle bölücülükle suçlayarak kategorize edemez. HDP seçmenini değerlendirirken bu tür şeyleri kullanmak milletin iradesine de saygısızlık. Oy veren 6 milyon kişi, bu ülkenin insanı değil mi? Onlar bir siyasi tercihte bulunmamış mı? HDP içinde yanlış yapan unsurlar: PKK ile çok açıktan teması olan gruplar var, onların da bu durumu gözden geçirmesi lazım. Türkiye’de artık ihtiyacımız olan şey demokratik siyaset.  Eskiden sandıklar açıldığında doğuda sol kesim CHP-SHP, muhafazakar kesim de sağ partilere oy verirdi. HDP çıktıktan sonra bu denklem değişti; muhafazakarı da solcusu da HDP’ye oy verdi. HDP’nin bunun kıymetini bilmesi lazım; bunun çözümü HDP’nin artık PKK ile ilişkisini sonlandırmasından geçiyor. 

'KİMLİK ÜZERİNDEN SİYASET DÖNEMİ BİTTİ'

Bizim birlikte yaşamaktan başka seçeneğimiz yok. Her türlü bölücülüğe karşı çıkmak lazım. Yurt tuttuğumuz bu topraklar bizim birlikte yaşadığımız topraklardır. Burada bölücülüğü savunun birileri çıkacaksa önce HDP’nin karşı çıkması lazım. Dolayısıyla da ben CHP’nin ilişkisini de buna göre şekillendirebileceğini düşünüyorum. Kimlik üzerinden siyaset dönemi biraz geçti artık. İktidarın bunun üzerinden işte 6 milyon insanın tercihini görmezden gelmeye çalışması onu ‘tukaka’ göstermesi yanlış. Bir ortası olmalı bu ortayı bulmak, CHP kadar AK Parti’nin de devletin de sorumluluğu en önemlisi de HDP’nin sorumluluğu. HDP Türkiye partisi olmak zorunda. PKK ile arasına kalın bir çizgi çekmek zorunda bu kadar açık ve net.

'BU DÖNEM DEĞİŞECEK'

Ülke olarak sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz; ekonomi, siyaset, yargıda, emniyette devletin ilgili bir sürü kurumlarında siyasi talimatla iş yapıldığı iddia ediliyor. Dünya ve AB ile ilişkilerimiz ortada bu nereye gider?

Umutsuz değilim, şu nedenle; Türk halkı, Türkiye’de yaşayan insanlar demokrasiyi de cumhuriyeti de içselleştirmiş. Cumhuriyet fikrinden asla taviz vermez, cumhuriyet kazanımları elinden alındığında itiraz eder. Bu konuda çok umutluyum, bu dönemin biteceğini düşünüyorum. Sürdürülebilir değil çünkü. 

'BAŞKANLIK SİSTEMİNE DESTEK YÜZDE 35'

Yargının, yasamanın, yürütmenin kontrolünde olduğu bir denge ve denetleme açısından eksik bir sistem, kendi tepkisini de oluşturur ki bugün İYİ Parti’nin ortaya attığı iyileştirilmiş geliştirilmiş parlamenter sisteme destek verenlerin oranı yüzde 65 civarında. Bu şu anlama geliyor. Başkanlık sistemine destek verenler yüzde 35’lere düşmüş. O nedenle başkanlık sistemini savunanlar da buradan bir ders çıkaracaktır; ‘Biz nerede yanlış yapıyoruz da insanların desteğini kaybediyoruz?’ sorusunu kendilerine soracaklardır. 

ANKARADAN GELEN TELEFON MU?

Adana Yüreğir’de bir genç yardım dağıtımı işine ‘Bu nereye gidiyor, niye bizim belediye üzerinden yapılmıyor da AK Parti üzerinden yapılıyor’ diye itiraz ettiği için tutuklandı. Oysa öncesinde savcı ifadesini almış ve serbest bırakmış ama Ankara’dan telefon edildiğinde, AK Partili milletvekilleri tepki gösterdiğinde çağrılıp tutuklanıyor. Sadece bu örnek bile adalet meselesinin nerelere geldiğini gösteriyor. Onun için de ben sürdürülebilir olmadığını düşünüyorum. 

'TÜRKİYE DÜNYADA YALNIZLAŞIYOR'

Yaşanan bu durum diplomasi açısından Türkiye’nin yalnızlaşmasına neden oluyor. Bu gün dünya ile ilişki durumumuz ‘değerli yalnızlık’ Beş sene öne ‘180 ülkede büyükelçilik açtık’ diye övünüyorduk şimdi herkes bize düşman, herkes bizi kıskanıyor, herkes bizim arkamızı oyuyor. Slogan neydi; ‘Dostlarımızı artırıp düşmanlarımızı azaltacağız’ Biz düşmanlarımızı artırdık! Demek ki Türkiye’nin bir an önce kendi demokratik değerlerine sahip çıkıp güçlü demokrasi ile dünyada aynı itibarı kazanması lazım. Bu ekonomimizi de doğrudan ilgilendiriyor. Yabancı yatırımcıyı, turisti etkiliyor. Yabancı sermayenin, turistin en büyük güvencesi adalettir. Bunu hissettikleri anda bu ülkeye güvenle ellerini kollarını sallayarak geliyorlar. 

'DOĞU AKDENİZ’DE SICAK ÇATIŞMA ÇIKMAZ'

Türkiye’nin önünde iki tane sıcak konu var; Yunanistan ve Doğu Akdeniz’de Libya meselesi burada bir sıcak çatışma çıkar mı?

 Yunanistan’la Türkiye arasındaki sorunları keşfetmek için 20 yıldır görüşmeler devam ediyor. O kadar çok sorun var ve çok daha sertlerini de yaşadık. İt dalaşı yaparken bizim ve Yunan uçakları düştü. Bu tür gerilimler her zaman vardır ben sıcak çatışmaya dönüşeceğini zannetmiyorum iki ülke de NATO müttefiki, Türkiye, AB’ye aday, Yunanistan AB üyesi bir ülke. Böyle gerilimin yani en üst seviyeye tırmansa bile konvansiyonel bir savaş çıkacağını düşünmüyorum. 

'İÇ SAVAŞTA TARAF TUTMAK KAYBETTİRİR'

Libya meselesinde de ben başka ülkelerin iç savaşlarında taraf olmamak gerektiğini düşünüyorum. Suriye’de de bunu düşünüyorum. Türkiye, eskiden bir ülkede iç savaş çıktığında tarafları buluşturan konumdaydı, sürecin sonunda da hangisi kazanırsa kazansın onunla işi ilişkileri olurdu. Birini tercih ettiğinizde o ülke normale döndüğünde eğer kazanan tarafın yanında değilseniz o ülkeyi kaybedersiniz. Dış politikanın temel ilkesi budur; Libya’da bizim desteklediğimiz taraf kaybederse biz Libya’yı kaybedeceğiz. Suriye’de, Türkiye’nin desteklediği taraf kazanamadı Türkiye kendisi operasyon yapmak zorunda kaldı. Esat, Rusya’nın da desteğiyle Türkiye’nin hiç beklemediği bir zemin kazandı. Şu anda biz Suriye’de ilişki kurmakta zorlanıyoruz. Mısır’da yine taraf olduk, Mısır’la ilişki kurmakta zorlanıyoruz, İsrail ile ilişkilerimiz zaten sıkıntılı. Dolayısıyla Suriye, Mısır, İsrail ile ilişki kuramıyorsan bunların hepsi doğu Akdeniz’de kıyıdaş ülkeler. Doğu Akdeniz ile ilgili bir sorunda yalnız kalıyorsun onlar bir araya geliyor; ABD’nin, Avrupa’nın desteğini alıyor. Bir oyun kurgusudur; satranç gibidir yani. Mısır yalnız kalabilirdi, Rum kesimi yalnız kalabilirdi, Suriye yalnız kalabilirdi… Türkiye’nin yanındakiler de çok olabilirdi. Türkiye’nin olduğu taraf kazanabilirdi. Bunların hepsini diploması ince ince planlar. Ama biz uzun zamandır diplomasiyi diplomatların hesabını hiç hesaba katmadığımız için bu sonuçları yaşıyoruz.

40’INDAN SONRA EVLENİNCE KIYMETLİ BİR DÜĞÜN OLDU

İsmail Saymaz’ın düğününe gittim, korona nedeniyle insan düğüne giderken çekiniyor ama çok iyi organizasyon yapılmış. Sosyal mesafe, hijyen gibi önemler çok iyi ayarlanmış. Tabii İsmail 40 yaşında evlenince kıymetli bir düğün oldu. Biraz yılın düğünü de oldu Twitter’de trend topic oldu. Bir sürü espri yaptık; ‘eşinin kızlık soyadı Sayar, İsmail’in ki Saymaz, İsmail evlendi artık bütün bekarların önü açıldı’ gibi. Onlara mutluluklar diliyorum.