Erdoğan Toprak'tan YURT'a özel açıklamalar

Erdoğan Toprak'tan YURT'a özel açıklamalar

CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak, Yurt gazetesinden Abdullah Ağırkan'ın sorularını yanıtladı.

Toprak'ın Abdullah Ağırkan'a verdiği yanıtlar şöyle;

1.Cumhuriyet Halk Partisi kısa süre önce büyük kurultayını gerçekleştirdi ve hedef olarak iktidar söylemini ön plana aldı. Sizce bu nasıl okunmalı genel olarak?

E.TOPRAK-Türkiye 18 yıldan bu yana tek parti ve tek kişi tarafından yönetiliyor. Devletin pek çok önemli niteliği, karakteri bu süreçte tahrip edildi, erozyona uğratıldı. Kurumsal yapı ağır biçimde zedelendi. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmesinden sonra çöküş daha da hızlandı. Partili Cumhurbaşkanı, parti devleti, parti bürokrasisi beraberinde liyakatsizliği, kayırmacılığı, toplumun geniş kesimlerinin dışlanmasını, ikinci sınıf konuma düşürülmesini beraberinde getirdi. Her alanda sorunlar ağırlaştı ve bu sistemin çözüm olmadığı, topluma umut ve gelecek veremediği ortaya çıktı. Bu noktada yıllardır dile getirdiğimiz yanlışların gerçekliği ve doğruluğu çok daha belirgin şekilde anlaşılmaya başlandı. Bugüne kadar alternatifsiz gibi algılanan, medyayı ve kurumları kontrolü altına alarak bu algıyı pekiştirmeye çalışan iktidar ittifakının alternatifinin olduğu ve tek adam yönetimine mahkûmiyetin kader olmadığı 31 Mart yerel seçimleriyle somut şekilde anlaşıldı. Bu demokrasi ve özgürlükler, adalet ve hukuk devleti, partizanlık değil eşit yurttaşlık üzerinde oluşan alternatifin varlığı toplumda değişim umudunun güçlenmesini, özgüvenin yükselmesini ‘biz yaparız, başarırız’ iç sesinin dışa vurulmasını sağladı. Bunun da tek yolu artık bıkkınlık, karamsarlık, tehdit, hiddet üzerinde varlığını sürdüren bu iktidarın alaşağı edilmesi, toplumsal değişim, özgürlük, adalet, hakkaniyet, ekonomik refah talebinin karşılanmasını sağlayacak bir yeni iktidarın inşa edilmesi. CHP bu talebi karşılamayı, toplumda artık boğulma, soluksuz kalma aşamasına gelen engelleri, bentleri kaldırma misyonunu üstlenerek iktidar hedefini ortaya koydu. 2. Yüzyıl Bildirgesinin oy birliğiyle kabul edilmesi bu hedefin tüm parti örgütünde en üst düzey heyecanla benimsendiğini gösterdi. Ortak ilkeler etrafında oluşturulacak bir ittifakın öncülüğünü üstlenerek iktidar hedefine yürüyüş başlatıldı.

2.Cumhuriyet Halk Partisi kongreleri geçmişte farklı tablolar, kavgalar yansıtırdı. Son kongre sürecini ilçeden ile ilden Genel Merkeze kadar uzanan süreç gerçekten demokratik bir düzlemde oldu mu?

Türkiye’nin ve Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP, ülkemizin tarihinde hep değişimin, dönüşümün çağdaşlaşmanın öncüsü oldu. Çok partili demokratik siyasi düzene geçişten bu yana parti içi demokrasinin de en ödünsüz uygulandığı parti CHP’dir. Her kurultayında en az 2-3-4 Genel Başkan Adayı çıkan, yönetim organları için kıyasıya demokratik rekabet yaşanan yegâne parti CHP. O yüzden bu kurultayda da il ve ilçe kongrelerinde, kurultay delegelerinin seçiminde demokratik yarışın önüne hiçbir engel olmadı. Hatta bildiğiniz gibi yarışın daha rekabetçi olabilmesinin yolunu açmak için tüzük değişikliğine gittik. Genel Başkan adaylığı için gerekli delege imzası sayısını daha da düşürdük. Kadın ve gençlerin yönetimdeki temsil ağırlığını artırdık. Kurultayda kavga çıkmamasının neresi kötü? Herkesin çıkıp konuştuğu, dilediği adaya oyunu verdiği sakin ve olgunlukla gerçekleştirilen bir kurultay yaptık. Üstelik COVID 19 salgını döneminde bunu başardık. Ardından Kadın Kolları kurultayımızı gerçekleştirdik. İktidar ortağı partiler bile kongrelerini 2021’e ertelediler.

3. Türkiye siyasal olarak dış politikada çok ciddi sorunlar yaşıyor. Sizce ne yanlış yapılıyor ve hükümet nasıl bir yol izlemeli dış politikada?

Bu iktidar öncelikle Cumhuriyet’in Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesini terk ederek Türkiye’nin dış politikasını kavgacı, tehditkâr, herkesin içişlerine burnunu sokan, komşularımızın ve diğer ülkelerin iç sorunlarında taraf olan bir çizgiye getirdi. ‘Sıfır sorun’ dediler, sorunumuz olmayan ülke kalmadı. ‘Dostlarımızı çoğaltacağız, düşmanlarımızı azaltacağız’ dediler, neredeyse tüm komşularımızla ve başka ülkelerle düşman haline geldik. Yeni Osmanlı ve İhvan çizgisi üzerine kurgulanan, sürekli gerilim üreterek ve askerileştirilip güç tehdidi söylemiyle yürütülen bir dış politika ülkemizi hem bölgemizde hem dünyada yalnızlaştırdı. Suriye, Irak, Libya, Yemen’de Ilımlı İslamcı diye nitelendirilen cihatçılarla, İhvan/Müslüman Kardeşler gruplarıyla işbirliği yapılarak, bu gruplara destek, silah, para, maaş verilerek yürütülen stratejilerin sonucunda iktidar Mısır, Suriye, Libya, Irak’ın içişlerine müdahil oldu. Türkiye nasıl, PKK’yı, PYD-YPG’yi, FETÖ’yü, IŞİD’i, DHKP-C’yi terör örgütü sayıyorsa Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve diğer körfez ülkeleri için de Müslüman Kardeşler terör örgütü listesinde. İsrail için Hamas terör örgütü. İktidarın Türkiye’de ağırladığı Irak eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi, Irak hükümeti için ülkedeki cihatçı terörün lideri ve organizatörü olarak görülüyor. Gıyabında yargılanıp hüküm giydi. İktidar İstanbul’da ofis, koruma, makam aracı vermiş. Mısır’dan, Sudan’dan ve diğer ülkelerden kaçan İhvan liderlerini iktidar sahipleniyor. Türkiye’de geldikleri ülkelere karşı faaliyet yürütüyorlar, örgütleniyorlar, medya kuruyorlar, yayın yapıyorlar. O zaman ne oluyor, Mısır, Suriye, İsrail ile diplomatik ilişkiniz kesiliyor. Körfez ülkeleri ve son dönemde özellikle BAE her fırsatta Türkiye aleyhine çalışıyor. Türkiye aleyhtarı grupları, örgütleri destekliyor. Yani benim teröristim, onun teröristi derseniz dış politikada açmaza düşersiniz. Libya’da İhvan’cı Sarrac’ı destekliyor iktidar, asker gönderiyor, Suriye’den cihatçı taşıyor. Karşısında Tobruk’taki Libya Ulusal Meclisi var. Tamam BM Trablus yönetimini meşru hükümet sayıyor ama Tobruk’taki meclisi de meşru meclis sayıyor. Tobruk’taki meclis iktidarın Trablus yönetimiyle imzaladığı Deniz Sınırları anlaşmasını, askeri işbirliği anlaşmasını tanımadığını söylüyor. Libya’daki iç savaşta taraf konumuna geliyoruz o zaman. Suriye’de ise BM’nin meşru yönetim saydığı, tüm dünyanın tanıdığı Şam yönetimini, Esad’ı devirmeye çalışıyor ve muhalifleri silahlandırıyor, Esad’a karşı Özgür Suriye Ordusu, Suriye Milli Ordusu kuruyor maaşa bağlıyor iktidar. Bir başka ülke aynı şeyleri Türkiye’ye karşı yapsa kabul eder misiniz? ABD, PKK’ya destek veriyor bunu dünya alem biliyor. PYD-YPG ile Suriye’de ittifak yapıyor, silah-para veriyor. SDG adıyla ordu kuruyor. Bunları bildiği halde ABD ile müttefikiz. NATO’da beraberiz. İkide bir ambargo ve yaptırımla tehdit ediyor Türkiye’yi. Oysa Mısır, Lübnan, Suriye, İsrail ile ilişkilerimiz iyi olsaydı, Deniz Sınırı anlaşmalarını imzalayabilseydik şimdi Ege’de, Akdeniz’de YunanistanGüney Kıbrıs bu kadar meydanı boş bulabilir miydi?

Yunanistan, Mısır ile anlaşma imzaladı deniz sınırı çizdi biz ‘yok hükmünde’ diyoruz. Güney Kıbrıs, Mısır ve İsrail ile Deniz SınırıMünhasır Ekonomik Bölge anlaşmalarını çok önce imzalayıp parlamentolarından da geçirdiler. Oysa Türkiye çok önce bu anlaşmaları yapabilirdi ve hepsinin önüne geçebilirdi. Yunanistan Şam Büyükelçiliğini açtı. Şimdi, Suriye ile Doğu Akdeniz’de deniz sınırı anlaşması imzalamaya hazırlanıyor. İktidar ise Esad’ı devirme peşinde, Şam elçiliği 2011’den beri 9 yıldır kapalı. Dışişleri Bakanlığı devre dışı. Diplomasi birikimi yok edildi. Kariyerden gelen, deneyimli diplomatları monşer deyip kenara attılar, eski AK Parti vekilleri büyükelçi yapılıyor, dış politika konularında Cumhurbaşkanı sözcüsü ve İletişim Başkanı açıklama ve görüşmeler yapıyor. Kurumsal çöküş had safhada. Hangi ülkeyle sorun yaşansa asker devreye sokuluyor, ‘sabrımızı test etmeyin’ tehdidi savruluyor. İsrail ile BAE anlaşma imzalıyor iktidar ‘yok hükmünde’ diye açıklama yapıyor. Sen istediğin kadar yok say, sonuçta iki egemen bağımsız ülke anlaşma imzalamış. Yok saysan ne olur, var saysan ne olur? Neticede Ortadoğu’da dengeleri değiştirecek, Türkiye’yi daha da yalnızlaştıracak bir anlaşma. Arap olmayan Türkiye ve İran’dan başka itiraz eden hiçbir Arap ülkesi yok. Niye? Çünkü artık Arap ülkeleri İsrail’i değil Şii yayılmacılığı iddiasıyla İran’ı, İhvan’cılık ve Yeni Osmanlı iddiasıyla da Türkiye’yi tehdit olarak görüyor.

ABD telkiniyle İsrail’e yanaşıyor, anlaşıyor. Bakın üç gün önce Trump Sırbistan Cumhurbaşkanı ile Kosova Başbakanını Beyaz Saray’da birlikte ağırladı. Kosova Yugoslavya iç savaşından sonra 2008’de Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etti. Müslüman Kosova’yı ilk tanıyan Türkiye idi. Kosova Başbakanı Beyaz Saray’da ne yaptı? İsrail’i tanıdıklarını, diplomatik ilişkiye geçeceklerini, Büyükelçiliği Kudüs’e açacaklarını kabul etti. Sırbistan da elçiliğini Kudüs’e taşıyacak. İktidar Kudüs için İslam ülkelerini İstanbul’a topladı, Kudüs’ün başkent ilanı ‘Yok hükmündedir’ dedi. Arap ülkelerinin çoğu İstanbul toplantısına gelmedi bile. Şimdi Sırbistan ve Kosova’nın tavrı ile Balkan politikası da çöktü. Dış politikayı iç politika malzemesi yapmaya kalkarsanız sonuç bu olur. Türkiye her alanda mevzi, dost ve irtifa kaybediyor. Rusya, Suriye Kürtlerini Moskova’ya davet edip anlaşma imzaladı. ABD Suriye petrollerini Suriye Kürtlerine verdi. İktidarın yapabildiği sadece Dışişlerine yazılı açıklama yaptırıp tepki göstermek. Ama Sayın Cumhurbaşkanının sevdiği tabirle ‘Atı alan Üsküdar’ı geçiyor’. Dış politikada, bir hezimet süreci yaşanıyor. Ülkeyi yalnızlaştırdılar, tecrit hale getirdiler. ABD, AB yaptırım, ambargo tehdidi savuruyor. Bir an evvel diplomasiyi öne çıkartan, çözüm odaklı, her alanda aktif ve barışçı dış politikaya dönülmesi, İhvancılık ve Osmanlıcılık iddiasından uzaklaşıp, dostları çoğaltacak Cumhuriyet’in ‘Yurta barış, Cihanda Barış’ ilkesi üzerine oturan dış politikaya dönülmesi gerek.

4. Türkiye ekonomisi son dönemlerin en büyük daralmasını yaşıyor. COVID-19 burada bir faktör olsa da uzun bir zamandır iç daralma yaşanıyordu. Bu ekonomik veriler ne anlam ifade ediyor sizce?

2.Çeyrekte yüzde 9,9 küçülme sürpriz değil. Bekleniyordu. Hatta diğer ülkelerdeki eksi büyüme oranlarıyla kıyaslandığında iyimser de bakılabilir. Bunda Haziran’da geçilen normalleşmeyle kamu bankalarından dağıtılan düşük faizli kredilerin de etkisi oldu. Ancak COVID 19 olmadan önce de Türkiye ekonomisi özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne (CHS) geçtikten sonra ekonomik alanda kötüleşme hızlandı. Türkiye ekonomisi 2018’de yüzde 3, 2019’da yüzde 0,9 büyüdü. Şimdi de yüzde 9,9 küçüldü. 3 ve 4’üncü çeyrekte olağanüstü bir performans sergilenemezse bu yılı eksi büyümeyle kapatacağız. Ancak kamu bankalarının ucuz kredi kampanyaları bitti para kalmadı. Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini kurları baskılamak için tükettiler. Politika faizi dört aydır Cumhurbaşkanının korkusundan artırılamıyor yüzde 8,25’te sabit ama dolaylı olarak Merkez Bankası repo ve fonlama faizlerini yüzde 10-11 seviyesine, çift haneye çıkarttı. Dolayısıyla ticari kredi faizleri de çift haneye çıktı. Bu şartlarda yatırım olmaz. Bütçede kaynak yok. Bankalar kredi genişlemesine son verdi.

Salgında 10 milyona varan yeni işsiz var ama kısa çalışma ödeneği, nakit desteği, işçi çıkartma yasağı vb. uygulamalarla sürekli süre 2-3 ay uzatılarak bu işsizlerin resmi rakamlarda yer alması engelleniyor. Nereye kadar? Salgın yine yükselişe geçti. Şayet yeniden ekonomiyi kapatmak, yasaklar ilan etmek zorunda kalırsa ekonomi tümüyle çökebilir. Döviz kurları tutulamaz hale gelir. İktidarın bir ekonomi politikası, planı-programı yok. İşler günü birlik ve tek kişinin aldığı kararlarla yürüyor. Üç gün önce alınan karar yanlışlığı anlaşılınca yeniden değiştiriliyor. Ekonomi böyle yönetilmez. Bu işsizlik, üretimsizlik, istihdam kaybı sorunu en az yıllık yüzde 6-7 büyümede süreklilik sağlanmadıkça 5-10 yılda bile çözülemez. Daha önce kurlar artınca dış güçler diyen bakan şimdi rekabetçi kur diyor. Kur yükselsin, TL’nin değer kaybı iyidir rekabet gücümüz artar diyor. Maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz diyor. Ağustos ihracatına bakarsanız yüzde 5,7 düşmüş. Yani rekabetçi kur işe yaramamış. Türk ihraç malları ucuzlamış ama talep yok. Çünkü bütün ülkelerin ekonomisi daralmış. İktidarın ekonomi politikalarına, söylemlerine güven kalmadığı için de vatandaş dövize, altına hücum ediyor. Döviz ve altın hesapları bir yandan rekor kırarken diğer yandan ev tipi çelik kasa satışları patlıyor. Neden? Çünkü döviz ve altına giden paralar artık yastık altına kaçıyor. Güven, inandırıcılık kalmadı. Dış politikada yaptıkları gibi bu sistemle ekonomiyi de tamamıyla çökerttiler. 20 bankamızın kredi notu birden düşürüldü, negatife çevrildi. Üstelik Cumhurbaşkanının başında olduğu Türkiye Varlık Fonu’nun notu da negatife çekildi. Her alanda ağır tahribat ve yıkım söz konusu!

5. Türkiye’de işsizlik temel sorun olarak devam ediyor, hükümet çeşitli paketler açıklasa da toplumsal güven endeksi çok düşük, CHP nasıl bir çözüm öneriyor işsizliğe dair?

İşsizliğin çaresi yeni yatırım, üretim, kapasite artışı. Bunun yanı sıra halkın alım gücünün yükseltilerek iç talebin, kaliteli mal üreterek dış talebin artırılmasıyla üretimi tam kapasiteye çıkartmak. Bu iktidar 18 yıldır ülke kaynaklarını toprağa, köprüye, inşaata gömüyor. Ne kadara büyük maliyetli inşaatlar yaparsanız yapın 2-3 yılda iş bittimi, istihdam da bitiyor. TÜİK rakamlarına bakarsanız istihdamın yarısından fazlasını sağlayan hizmetler sektörü yüzde 25, sanayi sektörü yüzde 16,5 küçülmüş. Yine TÜİK’e bakarsanız buna rağmen işsiz sayısı azalıyor, işsizlik oranı düşüyor. Böyle bir çelişki, rakamlarla yalan söylemek olabilir mi? AK Parti döneminde bana yeni yapılan 2-3 bin kişiye istihdam sağlayan 1 milyar dolar tutarında kaç yeni yatırım, fabrika, sanayi, teknolojik tesis söyleyebilirsiniz? Varsa yoksa, AVM, duble yol, köprü, tünel, rezidans vs. İktidarlarında 70 milyar doları aşan tutarda özelleştirme yaptılar. Satılanlar el değiştirdi ama ikinci bir Petkim, Tüpraş, Erdemir, Kardemir, Türk Telekom kuruldu mu? Bunlar on binlerce işçi çalıştıran her yıl vergi rekortmeni olan kuruluşlardı. Özelleştirmenin amacı neydi rekabet, ucuzluk, daha kaliteli ürün ya da hizmet. Bu nasıl sağlanacaktı? Özelleştirmeden elde edilen gelirle yeni fabrikalar, rafineriler, limanlar, telekomünikasyon ve teknoloji şirketleri kurulacaktı.

Et-balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu satıldı amaç rekabet ve vatandaşa daha ucuza et, süt, peynir, tereyağı yeme imkânı sunacak yeni tesislerin kurulması, yeni istihdam yaratılması idi. Bunların hepsi alanında kamu tekeli olan kurumlardı. Şimdi özel tekel oldular ne ucuzluk, ne rekabet oldu. Ne yeni tesis kuruldu ne yeni istihdam yaratıldı. 70 milyar dolar özelleştirme gelirinin nereye harcandığını da kimse bilmiyor. CHP iktidarında her alanda yeni, yatırımların önü açılacak, yatırımlara hız verilecek. Özel sektörün gitmediği yerlere, girmediği sektörlere kamu kaynaklarıyla büyük kapasiteli, teknolojisi yüksek, istihdamı artıran yatırımlar yapılacak. Kamu kaynakları vatandaşın oyunu almak için sosyal yardım adı altında değil, gençlere istihdam yaratacak alanlarda kullanılacak. Tarımsal destekler artırılarak tarım ve hayvancılıkta yine kendine yeten, gıda endüstrüsünde önde gelen ve ihracat yapan bir tarımsal endüstri kurulacak böylece kırdan kente göç önlenirken tarımsal istihdam artırılacak. Bu alanda çok kapsamlı, kısa-orta-uzun vadeli plan ve programlarımızın hepsi hazır.

6. Özelde son dönemde öne çıkan kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı vb.sorunların yanında genel olarak toplumsal sorunlara dair nasıl bir süreçle çözümler üretilmeli?

Kadına, çocuklara yönelik şiddet, taciz, cinsel istismar, tecavüz ve cinayetlerde büyük artış var. Ya da daha önce de vardı ama toplumsal baskıyla aile içinde kalıyordu. Şimdi sosyal medyanın da yaygın kullanımıyla daha görünür-bilinir hale geldi. Öncelikle cezasızlık bu alanda yaygın! Batman’da genç kızımızı intihara sürükleyen seri tecavüzcü uzman çavuş bir haftada serbest kalabiliyor. İçişleri Bakanı bu tecavüzcüyü üstündeki üniformadan ötürü koruyan, sahiplenen açıklamalar yaptıktan sonra serbest kalıyor. Ordudan atılsa da önemli değil serbest mi serbest! Bir genç kız bunun yüzünden intihar etti mi? Kadıköy’de genç bir kızı yerlerde sürükleyen, şiddet uygulayan polisleri Vali görevden alıyor, İçişleri Bakanı ertesi gün geri atıyor. Kadına yönelik şiddet, cinayet, çocuk istismarlarında mahkemeler kolaylıkla iyi hal indirimi yapıp, düşük cezalarla tahliye kararı verebiliyor. Yani şimdi iktidar ortakları bu suçları gerekçe gösterip yeniden idam cezasını gündeme taşıyıp, diğer sorunlar örtmek istiyorlar ama mevcut yasalar bile tam olarak uygulansa, bu suçlar cezasız bırakılmasa daha ciddi sonuçlar alınacağını düşünüyorum.

Tarikat Şeyhi küçük kız çocuğunu istismar ediyor, belgeleniyor mahkeme haberlere yayın yasağı getiriyor, hebrleştirilmesini yasaklıyor. Pek çok fail daha savcılık aşamasında takipsizlikle serbest kalıyor. Verilen koruma kararları, uzaklaştırma kararları ciddiye alınsa, tam anlamıyla uygulansa pek çok cinayet önlenebilir. Bir yandan bu suçlar için idam gelsin diyen iktidar diğer yandan kadına-çocuğa şiddeti, tacizi, cinsel ayrımcılığı önlemeyi hedefleyen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi tartışmaya açıyor, gündemine alıyor. Bu samimiyetsizliktir. Önce iktidarın, İçişleri Bakanlığının kolluk güçlerini, polisi, jandarmayı bu suçlarda görevini tam olarak yapmaya zorlayacak bir irade ortaya koyması lâzım. Yasaların uygulanmasında en küçük bir ihmalin yaptırımsız kalmaması gerek. HSK ve Adalet Bakanlığı yargıç ve savcıların bu tür suçlardaki tutum ve kararlarını yakından izlemeli. Uyarmalı. Yargı kararlarında iyi hal indirimlerinin istismarına izin verilmemeli. Koruma ve Uzaklaştırma kararlarının uygulanması konusunda hassas ve ödünsüz olunmalı. Bu suçlara yönelik cezaların daha da ağırlaştırılması gerekiyorsa bu konuda da sonuna kadar mecliste getirilecek her öneriye, teklife destek veririz. Biz de getiririz ancak iktidar ittifakı muhalefetten ne gelirse gelsin otomatik şekilde reddetmeye koşullanmış durumda.

7. Türkiye’nin yığılmış pek çok sorunu var diğer yandan CHP iktidara dostlarıyla yürüme hedefi taşıyor. Bunca birikmiş soruna sahiden nasıl kalıcı çözümler üretilir?

Türkiye’nin çok sorunu olabilir ama şeffaf, ortak akıl ve liyakatli kadrolarla somut plan ve programlarla ele aldığınız zaman pek çok sorun çok kısa sürede çözülür. 100 günlük, 6 aylık, 12 aylık çözüm paketleriyle bir takvim belirlersiniz, öncelikleri alt alta koyarsınız kolları sıvarsınız. Çözüm iradesini ortaya koyarsınız. Halka doğruları, gerçekleri ve çözüm modelinizi anlatıp toplumsal desteği yanınıza alırsanız ve devletin kurumsal yapısını, tarafsız bir şekilde bürokrasi mekanizmasını işletirseniz, çözülmeyecek sorun yok. Halka, içeriye ve dışarıya güven verirseniz, demokratik, hukuka uygun, şeffaf şekilde adımlarını atarsanız hem içeriden hem dışarıdan çok kısa sürede çok ciddi kaynak da bulursunuz. CHS’ye geçildikten sonra hatırlayın Cumhurbaşkanı 100 günlük bir program ilan etti ve ardından da bu 100’er günlük plan-programların düzenli şekilde paylaşılacağını, alınan kararların yapılan işlerin millete aktarılacağını iddia etti. Ne oldu? Bir kez bir liste açıkladılar sonra da o listenin akıbetini kimse bilmiyor. Bir daha da 100 günlük program açıklanmadı. Dediğim gibi devlet günü birlik kararlarla yönetilemez. Kurumları, liyakati, bilgi birikimini dışlayarak, tek kişinin aklı ve kararlarıyla ne devleti yönetebilirsiniz ne de sorunların altından kalkabilirsiniz. Gazetelere de yansıdı Cumhurbaşkanının imzasını bekleyen dağ gibi yığılmış dosya ve karar yazıları olduğu yazıldı. Böyle bir yönetim sistemi olmaz.

8. Genel Başkan Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nun“dostlarımızla iktidara yürüyoruz” söylemi çok tartışıldı medyada. Siyaset arenasında ittifakları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mühürsüz oyların geçerli sayıldığı 16 Nisan 2017 anayasa referandumuyla geçilen CHS, Cumhurbaşkanının iki turlu seçimle ve en az yüzde 50+1 oyla seçilmesini zorunlu kılıyor. Milletvekili seçimlerinde partiler arasında ittifak kurularak seçime gidilmesi halinde her bir parti için yüzde 10 seçim barajının aşılması kolaylaştırılıyor. Dolayısıyla sistem ittifakları dayatıyor. Burada önemli olan ittifakların nasıl ve hangi ilkeler üzerine kurgulanacağı. İttifak olunca hiçbir partinin diğerlerine kendi programını, tüzüğünü dayatması söz konusu olamaz. O yüzden ortak hedeflerin, ortak yaklaşımların, çözümlerin ortaya konulup bir tür ortak ilkeler-değerler-vaatler listesi üzerinden ittifak kurulması gerek. Bizim yaklaşımımız bu.

Millet İttifakı olarak da bu uzlaşıyı iki seçimde de gerçekleştirdik, başardık. Öncelikle mevcut yönetim sisteminin değiştirilmesi, güçlendirilmiş demokratik parlamenter sisteme geçiş, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, hukuk devleti, temel hak ve özgürlüklerin korunarak yasal-anayasal güvence altına alınması, devletin kurumsal itibarının iadesi, kamu yönetiminde tarafsızlık-şeffaflık-liyakat-bilgi ve birikimin öncelikli olması, devlet yönetiminde partizanlık-yandaşlığın ortadan kaldırılması, Cumhurbaşkanının partili değil, tarafsız olması, meclisin yürütme üzerinde denetim gücünün artırılması, hükümetin meclis içinden çıkması ve meclise karşı sorumlu olması, kamu kaynaklarının şeffaf ve denetlenebilir şekilde kullanılması, üniversitelerin özerkliği, düşünce ve ifade özgürlüğü ile düşünce-ifade suçunun kaldırılması, barışçı-müzakereci-diplomatik çözümü önceleyen onurlu, ilkeli dış politika, Kürt sorununun meclis çatısı altında en geniş katılım, uzlaşı ve şeffaf bir süreçle çözümü, laikliğin güçlendirilmesi, inanç özgürlüğü, kadın ve çocuk haklarının güvenceye alınarak korunması gibi sıralanabilecek temel bazı ilkeler üzerinde uzlaşıyla bir ittifak oluşumu Türkiye’nin önünü açacaktır.

Bu ve ilave edilebilecek diğer temel ilkeler üzerine inşa edilecek bir ittifakta yer alacak partilerin kendi siyasi çizgilerini, savundukları ideolojiyi değil ilkeleri öne çıkararak uzlaşmaları esastır. Bizim yaklaşımımız bu. Bu yaklaşımı olumlu bulan partilerle siyasi yelpazenin hangi tarafında olursa olsun, birlikte yürüyebiliriz iktidar olma ve iktidarı paylaşma hedefimizi hayata geçirebiliriz. Sayın genel başkanın ifadesi de budur. Yani bu ve tartışılıp, konuşulup, müzakere edildikten sonra ilave edilebilecek diğer ilkeler üzerinde temellenecek bir ittifakta yer alan her siyasi parti, oluşum tabii ki dostumuzdur. Bugün Türkiye’nin en büyük ve temel sorunu ayrımcı, düşmanlaştırıcı, hiddet ve şiddet içeren siyaset dilidir. Toplumun bir kesimini hain, düşman gören, aşağılayan, hor ve hakir yaklaşan bir siyaset tavrı ülkeye ve insanlarımızın barış, huzur, kardeşlik içinde bir arada yaşama ülküsüne yapılabilecek en büyük kötülüktür. İlkeler ittifakı temelinde bunu reddediyoruz.

9. CHP’ye son dönemde dağınık olan muhalefeti toparlama misyonu biçilmiş gibi gözüküyor. Peki, partinin dinamikleri böyle bir sürece gerçekten hazır mı?

CHP Türkiye’nin kurucu partisi… Gerek Türkiye’de gerekse dünyada en köklü ve saygın siyasi partilerden birisi. Demokrasiye inanan, demokrasiyi daha da ileriye taşımayı, ülkemizi uygar dünyanın eşit ve saygın bir üyesi yapmayı hedefleyen bir partiyiz. Atatürk’ün kurucu liderliğinden bu yana parti içi demokrasiyi de özümsemiş lider değişimlerini demokratik yollarla gerçekleştirmiş, kendisini sürekli yenileyen, toplumsal değerleri önemseyen, değişimdönüşüme açık, kökü Cumhuriyet tarihinden beslenen bir partiyiz. O yüzden de ülkenin ve toplumun her zor gününde, döneminde, dar gününde umudu olmuş bir parti CHP. Aynı zamanda ana muhalefet partisi konumunda olmamızdan ötürü de kanımca muhalefetin önderliğini yapma misyonu biçiliyor partimize kamuoyu nezdinde. Ancak şunu belirtmek gerek her siyasi parti özgün, saygın, kendi kurumsal yapısı ve kimliğiyle var. Dolayısıyla kendi yönetim organları, liderlikleri, tüzük ve programlarıyla kendi iradeleriyle hedef ve politikalarını belirler. Muhalefeti toparlamak, muhalefete liderlik etmek gibi bir iddia ortaya koymak diğer tüm partilerin kurumsal kimliklerine saygısızlık olur. Daha önce de vurguladığım gibi, böylesi bir ortak tutum belirleme, ortak hedefler izinde yürüme yaklaşımı, her partinin kendi özgür iradesi ve kararıyla ortaya koyacağı ilkeler üzerinde ve ortak akılla hareket edilerek hayata geçirilebilir. Dayatma, zorlamayla olmaz. Muhalefet şayet bir ortak çatıda buluşursa bu ancak eşitlerin birliği şeklinde olur.

10. Demokrasi ve Özgülükler noktasında dünya sırlamasında en son ilk 10 olduğumuzu düşünürsek neler yapılmalı?

Sayın Genel Başkanın sürekli yinelediği ‘Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak’ sözünün içerdiği vaat, demokrasi ve özgürlüklerin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını ifade ediyor. Onun için Atatürk CHP’nin ve Türkiye’nin önüne ‘muasır medeniyetlerin üzerine çıkmak’ hedefini koydu. Yani çağdaş uygarlığı yakalamak ve onu geçmek! AB’ye tam üyelik hedefi meselâ bunlardan birisi. Bir Alman, İspanyol, Yunan, Avusturya vatandaşından bizim vatandaşımızın ne eksiği var ki onların sahip olduğu pek çok haktan mahrum durumda? Gençlerimiz, çocuklarımız, kadınlarımız, işçilerimizin, öğretmenlerimizin bu ülkelerdeki hemcinslerinden, meslektaşlarından farkı ne ki daha sınırlı haklara, olanaklara sahipler? Dünyanın hangi medeni ve demokratik ülkesinde ekranda sarf edilen bir cümleden ötürü bir televizyon kanalı beş gün karartılıyor, gazeteciler iki satır yazıdan ötürü hapislerde çürütülüyor? Macron’un kafasından aşağı süt döken, Cumhurbaşkanına, bakana yumurtapasta atarak protesto eden işçi-çiftçi ile o siyasetçi el sıkışıyor, gülüşüyor, sohbet edip şakalaşıyor. Ülkemizde oylarıyla seçtiği Cumhurbaşkanının yanlışını söyleyen, en küçük bir eleştiri yapan, hakkını savunan, uğradığı haksızlığa isyan eden hemen soluğu karakolda, savcının karşısında ve sonra da hapiste alıyor.

Bundan 20-30 yıl önce Türkiye’de tirajı 1 milyonu geçen mizah dergileri vardı. Siyasetçilerin karikatürleri, olmadık esprilerle, eleştirilerle kapaktan yayınlanıyordu. Gırgır dergisi dünyanın en çok satan ikinci mizah dergisiydi. Şimdi halk gülmeyi, konuşmayı, şakalaşmayı unuttu, korkar hale geldi. Her gün onlarca ekranda aynı anda millete hiddet-şiddet-tehdit diliyle hitap eden yöneticilerin olduğu bir ülke haline geldik. Demokrasinin güzelliğini unuttuk neredeyse. Kitapların daha piyasaya çıkmadan yasaklandığı, bilim kurulu üyelerinin gerçekleri konuşmaktan korktuğu, akademisyenlerin ders vermekten ürktüğü bir medya, üniversite, bilim dünyasıyla bu ülke nasıl ileri toplum, çağdaş demokrasi haline gelebilir. Bırakın sade vatandaşı dokunulmazlığı olan, kürsü dokunulmazlığı olan seçilmiş siyasetçilerin bile soruşturma, fezleke tehdidiyle her gün meclise dosyalarının yığıldığı bir parlamento var. Biz tüm bunları ortadan kaldırmayı, ülkemizi, toplumumuzu, medyamızı, üniversitelerimizi, kadın-genç-çocuklarımızı özgürleştireceğiz. İşçilerimiz sendika üyesi oldukları, haklarını aradıkları için sokaklarda dövülmeyecek, coplanmayacak. Medyamızda dileyen dilediği gibi yazıp-çizecek kalemler özgürleşecek. Türkiye’ye demokraside, demokratik kriterlerde, hak ve özgürlüklerde sınıf atlatacağız, dünyada ilk sıralara çıkartacağız.

11. Türkiye bir erken seçim sürecine doğrumu ilerliyor, ne dersiniz?

AK Parti 2002’de iktidara geldiğinde artık Türkiye’nin gündeminden erken seçimin kalkacağını, seçimlerin zamanında yapılacağını, siyasi istikrarla seçim döneminin sonuna kadar ülkenin yönetileceğini vaat etmişti. En çok erken seçim yapan bir iktidar var şimdi karşımızda. O yüzden de Cumhurbaşkanı ve iktidar-ittifak ortağı partinin lideri erken seçim olmadığını, 2023’te yapılacağını ısrarla söylüyorlar ama biz her an erken seçim olacakmış gibi hazırız, çalışıyoruz. Kaldı ki erken seçim bizim istememizle zaten olmaz. Sayısal ve siyasal karar verme konumunda olanlar iktidar ortakları. Son dönemde ciddi bir taban kayması ve oy erozyonu içinde olduğu hemen tüm anketlere yansıyan iktidar açısından böyle bir ortamda erken seçim tercih edilmez sanırım. Diğer yandan da olmadık gündem değiştirme hamleleriyle bu gidişi durdurmaya, toparlanmayı, oy ve seçmen konsolidasyonunu sağlamaya dönük adımlar atıyorlar. Bu da her an bir baskın seçim olabileceğini akla getiriyor.

Karadeniz’de üç gün önceden ilan edilip toplumda heyecan yaratmaya dönük doğalgaz senaryosu, şimdi idam cezasının yeniden tartışmaya açılması, dışarıda estirilen savaş rüzgârlarıyla bir siyasi nema hesabı yapılıyor gibi geliyor. Kaldı ki 2007’de, 2015’te, 2018’de olduğu gibi kanımca bir erken seçime karar verecek olan Sayın Cumhurbaşkanından ziyade Sayın Bahçeli olacak. İktidar onun sayesinde ayakta. Sayın Bahçeli erken seçim derse Cumhurbaşkanı ve AK Parti hayır diyemez. Biz hazırız.

12. Yerel başarılar önümüzdeki sürecin siyasal atmosferi, aktörleri açısından bir zemin olur mu? CHP geleceğe yönelik önemli çalışmalar, projeler üretiyor ve bu noktada sizin ciddi bir ekibiniz var. Ar-ge noktasında, CHP oluşacak her türden ani sürece hazırlıklı mı?

Miilet İttifakı olarak çıktığımız yolda; 31 Mart ve 23 Haziran 2019 Yerel Seçimlerinde gösterdiğimiz üstün performasımız, ülke genelinde kazandığımız haklı zaferimiz elbette umutlarımızı besledi, yeşertti, iktidar yürüyüşümüze güç kattı. Şimdi önemli olan kazandığımız tüm belediyelerde parti ayrımı yapmaksızın vatandaşa eksiksiz hizmeti, kusursuz belediyeciliği sunmaktır. Hizmetin, memnuniyetin illa ki erken ya da vaktinde yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimlerine bir katkı sunması muhtemeldir. Ancak tümüyle Yerel’deki başarılara sığınmak, yerelin zaferine saplanıp kalmak, yanlıştır. Biz zaten her an seçim olacakmış gibi çalışıyoruz, yol haritamız belli, projelerimizi, programlarımızı belirledik. Neler yapacağımızı, sorunları en kısa sürede ve süratle nasıl çözeceğimizi planladık. Şimdi söylersek daha önce yaptıkları gibi, emekliye bayram ikramiyesi, taşeron işçilere kadro, asgari ücret, vb. bizden kopyaladıklarını kendi vaatleri olarak sunabilirler. Sunmaları bir şey değil, gurur duyarız ancak kopyala-yapıştır tekniği ile bizim yapacaklarımızı başarmaları mümkün değil! Şu kadarını söyleyeyim olası bir seçimde açıklayacağımız program, seçim beyannamesi ve sunacağımız projeler Türkiye’ye umut olacak, heyecanı ve ümidi yeşertecek, sorunlara çözüm olacaktır. Halkın gelecek kaygılarını, karamsarlığını, ülke ve çocukları için endişelerini tümüyle ortadan kaldıracak. Herkes ‘İYİ Kİ ASIRLIK ÇINAR CHP VAR, CHP SÖYLÜYORSA YAPAR’ diyecek!