Faik Öztrak: "Milletimize veriyorlar talkını, Kendileri yutuyor salkımı…"

Faik Öztrak: "Milletimize veriyorlar talkını, Kendileri yutuyor salkımı…"

CHP Sözcüsü Faik Öztrak gündeme dair açıklamalar yaptı.

CHP Sözcüsü Faik Öztrak gerçekleştirdiği basın toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. 

Faik Öztrak, "Sayın Lütfi Elvan, tüm bu işlemler için: Yöntem eleştirilebilir ama yolsuzluk var denemez, demiş. Hiç kusura bakmayın Sayın Elvan. Yöntem de eleştirilir, Gizli saklı yapılan, milletten saklanan işlerde Yolsuzluk şüphesi de olur. Kaldı ki, bu işlemler doğru yapılan işlemler ise Siz göreve geldikten sonra, Kasım ayında bu işlemlere neden son verdiniz?" ifadelerini kullandı. 

Faik Öztrak'ın açıklaması şöyle oldu:

Değerli Basın Mensupları, Sayın Genel Başkanımız, Vefat eden Torbalı Belediye Başkanımız, Ramazan İsmail Uygur’un cenazesine katılmak üzere, İzmir’e gitti.

Bu nedenle bugün Merkez Yönetim Kurulu toplantımıza katılamadı. Değerli başkanımıza Allah’tan rahmet diliyoruz. Kıymetli ailesine, sevenlerine Ve Cumhuriyet Halk Partisi ailesine baş sağlığı diliyoruz.

Sözlerime milletimiz ve cumhuriyetimiz için, Önemli bir dönüm noktasını Önemli bir haftayı Ve milli bayramımızı kutlayarak başlamak istiyorum. Önümüzdeki Cuma günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 101. Yıl dönümünü, Ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız.

Bundan tam 101 yıl önce, Anadolu ve Rumeli işgal altındayken, Vatan topraklarında başıbozukluk ve çaresizlik hâkimken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk işi, Milli ordumuzdan da önce, Millet Meclisini kurmak olmuştur.

Kurtuluş Savaşı’nın merkezine de, Milletin iradesini Ve onun temsilcilerinden müteşekkil Meclisi yerleştirmiştir. Atatürk, kurtuluş savaşımızı Gazi Meclis’in verdiği güçle yürütmüş, Her devrimi ve her işi, Milletinin bağrından çıkan TBMM eliyle, Hayata geçirmeyi tercih etmiştir.

TBMM’yi ortadan kaldırmayı, Yetkilerinden arındırmayı, Bir “tek adam rejimi kurmayı” asla düşünmemiştir. Milli iradenin tecelligahı meclisimiz, Sadece kurtuluş savaşımızın değil, Muasır medeniyetler seviyesine çıkma mücadelemizin, Ve meşruiyetin merkezi olmuştur.

Ancak OHAL şartlarında, Gayrı meşru bir referandumun ardından kurulan rejim koşullarında, 2018’de işbaşına gelen yönetim, Meclisimizi işlevsizleştirmeye, Etkisizleştirilmeye, Millet iradesinin üzerine, Tek adam vesayet rejimi gölgesi düşürmeye çalışmaktadır.

Bu çabalar ne yazık ki ülkemizin bereketini kaçırmış, Milletimizin ufkunu karartmıştır. Ama milletimiz, “Hâkimiyet kayıtsız, şartsız milletindir” ilkesinden, Asla ama asla vaz geçmemiştir, geçmeyecektir. Milletimiz, İradesine ipotek koymaya cüret eden, Milletin ve vekillerinin sesini kesmeye kalkan bu ucube sistemi, Tarihin karanlık dehlizlerine göndermek için, Sandığı sabırsızlıkla beklemektedir. Yeni ve Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Rejimi kurmak da, Millet iradesine, demokrasimize sahip çıkan dostlarımızla birlikte, Bize nasip olacaktır.

Bu vesileyle, Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Kurtuluş Savaşımızın tüm kahramanlarını, Gazi Meclisimizin ilk milletvekillerini Saygıyla, rahmetle, minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun. Başta en kıymetli varlıklarımız, çocuklarımız olmak üzere, Tüm yurttaşlarımızın, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyoruz.

Değerli Basın Mensupları; Korona salgınının başladığı Mart 2020’den bu yana En kötü noktadayız. Dün 318 vatandaşımızı salgına kurban verdik. Bu, Salgının ilk gününden beri, Tek bir günde kaydedilen en yüksek vefat sayısı. Günlük vaka sayılarında, Dünyada dördüncü sıradayız. Nüfusa oranla yeni vaka sayılarında ise, İsveç’ten sonra ikinci sıradayız. AK Parti’nin lebalep kongrelerinin tamamlandığı, Günden bu güne kadar, Vaka sayısı 30 binlerden 60 binlere yükseldi. 25 günde 5 bin 464 insanımızı yitirdik. Bu sayılar, ağızlardan bir çırpıda dökülüyor.

Ama hastalananlar, yoğun bakımda yer bulamayanlar, Yitirdiklerimiz; Anneler, babalar, eşler, evlatlar, en sevdiklerimiz. Hayatlarımızda, bir daha doldurulmayacak boşluklar, Hiçbir zaman onulmayacak yaralar açılıyor. Yaşanan acılar tarif edilir gibi değil. Geçen hafta İstanbul’da gencecik bir kadın, Karnında yavrusuyla hayata gözlerini yumdu.

Ondan birkaç hafta önce, İzmit’te 5 aylık hamile bir başka genç kadın, Ardında gülüşünü bırakarak, yaşama veda etti. Türk Tabipleri Birliği, Salgın nedeniyle gerçekleşen ölüm sayılarının Açıklananın üç katı olduğunu söylüyor. Hala ders alınamadığı anlaşılıyor.

Salgını önlemek yerine, Vefat sayılarını karartmanın kime ne faydası var? Devlet böyle mi yönetilir? Ağır hasta sayılarında hızlı bir yükseliş var. Şubat ve Mart ayında binli sayılara düşen ağır hasta sayımız Nisan’da üç binlere yükseldi. Türk Yoğun Bakım Derneği’nin uyarıları, Durumun vahametini net şekilde ortaya koyuyor.

Yoğun bakımlarda kırmızı alarm zilleri çalıyor. AK partinin lebalep kongrelerinden sonra, Yoğun bakımlar lebaleb doldu. Artık yoğun bakımlarda genç hastalar var. Sosyal medya, Yoğun bakımlarda, ailesine, eşine, dostuna yer arayan Vatandaşlarımızın çığlıklarıyla sarsılıyor.

Uzun süredir bu salgınla uğraşıyoruz. Başta fedakâr sağlık çalışanlarımız olmak üzere, Hepimiz madden ve manen yorulduk. Lebalep kongreleriyle hava atan, Erdoğan Şahsım Hükümeti, Salgını şirazesinden çıkardı. Bedelini ise milletimiz ödüyor. Böyle devlet yönetimi olmaz.

Erdoğan Şahsım Hükümeti, Geçen hafta yeni kısmi kapanma kararları açıkladı. Ama “Dükkânını kapat ve müşteri alma” dediği esnaflarımıza, Yine doğru düzgün bir destek vermedi. Lokantalar, sadece gel-al ve paket servisiyle ayakta duramıyor. Onca garson evlerine gönderildi, Çoğu 1.500 liralık ücretsiz izin aylığına mahkûm edildi. Bu parayla Ramazan ayında, kira, fatura mı ödenecek, Mutfakta tencere mi kaynayacak? Bütün Dünya esnafına, çiftçisine, KOBİ’sine desteği artırırken, Erdoğan Şahsım Hükümeti, Hem de Ramazan öncesinde, Kısa çalışma ödeneğini kaldırdı. Binlerce insanı sefalet aylığına mahkûm etti. Bunun hangi akla hizmet olduğunu anlamadık. Böyle devlet yönetimi mi olur?

Turizmci bayramı geçmiş, yaza ne olacak diye bakıyor. Salgını kontrol altına alamazsak, Bu sezonu da kaybetme riski var. Ülkenin dört bir yanından feryatlar yükseliyor. Erdoğan’ın Şahsım Hükümeti ise Ne vatandaşların, ne sağlıkçıların, Ne iş dünyasının sesini duyuyor.

Çünkü Saray’ın önceliği bunlar değil. İstanbul Havalimanını işleten yandaşların ödeyeceği, 1 milyar 45 milyon Avroluk kira bedeli 2024’e erteleniyor. Yetmez işletme süresi de iki yıl uzatılıyor. Saray milletten esirgediğini, yandaşa veriyor.

Milletimize veriyorlar talkını, Kendileri yutuyor salkımı… Bunu Mart ayı bütçe rakamları da teyit ediyor. “Milletin cebinden 1 kuruş çıkmayacak” denerek yapılan projelere, Bu yılın ilk üç ayında ödenen garantilerin toplamı, Geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 182 artarak, 7,5 milyar liraya sıçradı. Devlet yönetiminde böyle hesap kitap mı olur? Değerli Basın Mensupları; Gerçeklerin er ya da geç, Ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu var. “128 milyar dolar nerede?” sorusunu ısrarlı takibimiz, Somut sonuçlarını vermeye başladı. Geçtiğimiz Cuma günü, Çiçeği burnunda Merkez Bankası Başkanı’na bir açıklama yaptırdılar.

Hatırlayacaksınız, önceki Merkez Bankası Başkanı, 128 milyar doların akıbetini merak edince, Koltuğundan oldu. Yeni gelen Başkan da yaptığı açıklamayla, İddialarımızın bir kısmını, ilk ağızdan doğruladı. Çeşitli gerekçeler ileri sürse de, Kasada kendisine ait döviz kalmadığını itiraf etti. Demek ki döviz rezervleri, Erdoğan şahsım hükümetinin ve şürekâsının iddia ettiği gibi, “Kasada değilmiş”. Merkez Bankası kasadaki kendi rezervlerini, Arka kapıdan Hazineye vermiş, Kimse fark etmesin diye de, aynı gün emaneten aldığı dövizleri, Kasasına koymuş. Merkez Bankası döviz rezervlerinin sahibiyken, Emanetçisi olmuş. Mızrak çuvala sığmayacak kadar büyük. Net rezervler uzunca süredir alarm veriyor.

En son tarih itibariyle; Merkez Bankası Döviz Kasasının vaziyeti budur: Resmi döviz rezervlerinden, Kısa vadeli döviz yükümlülüklerini düşersek, Kasa, 43 milyar dolar açık veriyor. Yani alacaklılar kapıya dayansa, kasada para yok. Bu kasa, iki yıl önce Şubat ayında, 54 milyar dolar fazla veriyordu. Bir kez daha soruyoruz. Devlet böyle mi yönetilir? Merkez Bankası Başkanı yine açıkladı.

Rezervler, Normal yollardan, Merkez Bankasının doğrudan müdahaleleriyle, Ya da ihaleyle satılmamış. Merkez Bankasının döviz rezervleri, Bizim bu işin başından beri iddia ettiğimiz gibi, Merkez Bankasının arka kapısından, Damadın yönetimindeki, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na aktarılmış. Yine damada bağlı kamu bankaları da, Bu rezervleri siyasete rant devşireceğim diye, Afiyetle yemiş, bitirmiş. Merkez Bankası Başkanı, bu açıklamasıyla, Topu Hazine’ye attı.

“Döviz rezervlerini biz değil, Hazine buharlaştırdı” dedi. Herhalde bu açıklama Hazine ve Maliye Bakanı’nda, Rahatsızlık yaratmış olacak ki, Bugün Hazine ve Maliye Bakanı da televizyona çıktı.

“Sorumlu Hazine değil, Merkez Bankası” dedi. Anlaşılan 128 milyar dolar yakar top oldu. Kimse elinde tutmak istemiyor. Ama ne mevcut Bakan, Ne de Merkez Bankası Başkanı Rezervlerin, döviz piyasalarına müdahale yetkisiyle beraber, Hazine’ye neden devredildiğini, Ya da Hazine’nin bu işlemlere neden ortak edildiğini açıklamıyor.

Hem Bakan, hem de Başkan o dönemde, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı ile imzalanmış, Bir protokolden bahsediyor. Bu protokol ne zaman imzalanmış? 21 Şubat 2017 'de… Zamanlama manidar. 20 Temmuz 2016’daki OHAL darbesinden hemen sonra, Ve Türkiye’yi rejim değişikliğine götürecek, 16 Nisan 2017 referandumundan hemen önce, Hem Bakanın hem de başkanın yaptığı açıklamalar, Beraberinde yeni ve ciddi sorular da getiriyor. Şimdi izninizle ve aracılığınızla bazı soruları, Erdoğan Şahsım Hükümetine, Onun Hazine ve Maliye Bakanı’na, Ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı’na, Milletimiz adına yöneltmek istiyoruz.

Soru 1: Bu protokolün varlığını dört yıl boyunca, Kamuoyundan neden sakladınız?

Soru 2: Serbest dalgalı kur rejimini, Fiilen ortadan kaldıran bu arka kapı uygulamalarını, Ve yapılan işlemleri, Kamuoyundan bu güne kadar neden sakladınız?

Soru 3: 2017’den sonra, Hazine döviz piyasalarına müdahale ederken, Merkez Bankası yayımladığı tüm politika metinlerinde, Türkiye’de serbest dalgalı kur rejimi uygulandığını söyledi. Milletimizi ve dünyayı neden yanılttınız? Sebep olduğunuz güven kaybını, nasıl telafi etmeyi düşünüyorsunuz?

Soru 4: Döviz rezervlerinin yönetimi, Ve piyasalarda döviz işlemleri yapan oda, Merkez bankasının harimi ismetidir. Merkez Bankasının harimi ismetine Siyasetin elinin girmesine neden izin verdiniz? Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın, Döviz rezervlerini yönetme yetkisi, Kim tarafından, Neden ve hangi amaçla elinden alındı, Ve damadın yönetimindeki kurumlara devredildi?

Soru 5: Bu işlemlere mesnet yaptığınız protokol Hazine’ye, Kamu Bankaları eliyle, Döviz piyasasına müdahale etme yetkisini açıkça veriyor mu?

Soru 6: Bu protokolün yasal dayanağı olarak Merkez Bankası Başkanı, 2 Temmuz 2018’den sonra, Yürürlükten kalkmış bir kanun maddesine atıf yapıyor.

Bu durumda Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2 Temmuz 2018’den sonra, Kamu bankaları eliyle döviz satmaya devam etti mi? Ettiyse hangi yetkiyle etti?

Soru 7: Mahalli idare seçimleri öncesinde, 17 Ocak 2019 tarihinde, 4059 sayılı Yasada yapılan bir değişiklikle, Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi’ne üye kurum ve kuruluşların “Yetkileri dışında alınacak tedbirleri belirleme ve uygulama yetkisi” Cumhurbaşkanı’na verildi.

Bu çerçevede; Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatını kullanarak, Merkez Bankası rezervlerinin olağandışı yöntemlerle satılması için, Bir karara imza attı mı? Merkez Bankası ve/veya Hazine ve Maliye Bakanlığı’na Yazılı ya da sözlü talimat verdi mi?

Soru 8: 2017 Şubat ayından bu yana, Hazinenin talimatıyla kamu bankaları eliyle, Hangi tarihlerde, ne kadar döviz, kimlere satıldı?

Soru 9: Hazine talimatıyla kamu bankaları üzerinden satılan dövizlerden, Birilerinin önceden haberi oldu mu? Döviz piyasalarına yapılacak müdahalelerin dışarıya sızmaması, Ve özellikle “içeriden öğrenenlerin ticaretinin” engellenmesi için, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Kamu Bankalarında, Ne tür tedbirler alındı?

Soru 10: Merkez Bankası ve Hazine arasında imzalanan, Bu protokolün detaylarını kamuoyuyla ne zaman paylaşmayı düşünüyorsunuz? Bize göre, yarından tezi yok. Hazine ve Maliye Bakanı’nın söylediği gibi Merkez Bankası gün gün, Kime, ne kadar döviz satıldığını kamuoyuna açıklamalıdır. Sayın Bakan da bugün böyle bir talepte bulundu. Eğer Merkez Bankası bunu açıklamazsa, Protokolün tarafı olan Hazine ve Maliye Bakanlığı Bunu açıklamalıdır. Ayrıca, Hazine ve Maliye Bakanı, 27 Şubat 2017’de imzalanan protokolü, Bakanlığının internet sitesine koymalı ve yayımlamalıdır. Milletimiz de bu protokolde ne var, ne yok görmelidir.

Biz sorduğumuz bu sorulara, Milletimiz adına ivedilikle cevap bekliyoruz.

Bu arada Sayın Lütfi Elvan, tüm bu işlemler için: “Yöntem eleştirilebilir ama yolsuzluk var denemez” demiş. Hiç kusura bakmayın Sayın Elvan. Yöntem de eleştirilir, Gizli saklı yapılan, milletten saklanan işlerde Yolsuzluk şüphesi de olur. Kaldı ki, bu işlemler doğru yapılan işlemler ise Siz göreve geldikten sonra, Kasım ayında bu işlemlere neden son verdiniz?

Değerli Basın Mensupları; Döviz rezervlerimizi yok yere eriten, Bu arka kapı operasyonu, siyasidir. Erdoğan siyasetinin finansmanında kullanılmıştır. Erdoğan Şahsım Hükümeti, 2019’un Mart ve Mayıs aylarında, Yani Mahalli İdare seçimi, Ve yenilenen İstanbul seçimi öncesinde, TCMB kasasına girmesi gereken, Yaklaşık 25 milyar dolarlık döviz rezervini, Arka kapı operasyonlarıyla buharlaştırmış, Siyasi ikbali için çarçur etmiştir. 

Taze Merkez Bankası Başkanı, Açıklamasında arka kapı operasyonlarının, 2017’den bu yana yapıldığını da itiraf etmiştir. Yani, rezervlerdeki erime salgından çok önce başlamıştır. Gerçekler ortadadır. Erdoğan Şahsım Hükümeti milletin rezervlerini, Tek adam vesayet rejimi inşa sürecinde kullanmış; Salgın ise rezervlerdeki erimeyi hızlandırmış, Ve görünür kılmıştır. Milli rezervlerimiz, Tek bir kişinin siyasi hırs ve ikbali için kullanılmıştır. Bu, ne iktisadidir, ne hukukidir, ne vicdanidir, ne de ahlakidir.

Bu siyasi hırs bugün Milletimizi, Döviz ve faiz baronlarının elinde oyuncak etmiştir. Ülkeyi pahalı döviz ve yüksek faiz arasına sıkıştırmıştır. Başka devletlerin ikide bir, Erdoğan Şahsım Hükümetine parmak sallamasının önünü açmıştır. Ortada, Dünya ekonomi ve finans tarihine geçecek bir skandal vardır. Ortada, çok büyük bir kamu zararı vardır. Bugün 128 milyar doları yerine koymaya kalksak, 5,30’dan, 5,90’dan, 6,80’den dolar alabilecek miyiz? Hayır. Bunlar dünyanın her yerinde sorulur, sorgulanır.

Kaldı ki AK Parti kendisinden önceki iktidarın, Dalgalı kur rejimine geçmeden önce sattığı, 5 milyar dolar rezervin hesabını soracağını vadederek, İktidara gelmiştir. Bu amaçla da Mecliste, Bir Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu kurmuştur. O komisyon da satılan 5 milyar dolar rezervin hesabını sormuştur. 2001 krizinde hangi bankaya, Ne kadar döviz satıldığı öğrenilmiştir.

Şimdi bunun 26 katını buharlaştıran Erdoğan Şahsım Hükümeti, Ben hesap vermem demektedir. O zaman bu hesabı sandıkta ödeyecektir. Bunu bildiği için de tüm gücüyle, Bizi susturmak için üzerimize gelmektedir. 128 milyar dolar eritilmiştir. Peki, atılan taş, ürkütülen kurbağaya değmiş midir? Merkez Bankası Başkanı, Makro finansal istikrarı sağlamak amacıyla, Rezervlerin kullanıldığını söylüyor. Peki, 128 milyar dolar eritildikten sonra, Türkiye’de makro finansal istikrar sağlandı mı? Bugün Türkiye dünya üzerinde, En yüksek enflasyona sahip 14. Ekonomidir.

Dünya üzerinde en yüksek politika faizine sahip 7. Ekonomidir. Eritilen 128 milyar dolarlık rezerve rağmen, Türkiye, akran ekonomiler içerisinde, Parası en çok değer kaybeden ekonomilerin başındadır. Ve yine akranları içerisinde, Risk primi açık ara en yüksek ekonomidir. İşsiz sayımız 10 milyonu aşmıştır. Bu, dünya üzerinde 107 ülkenin nüfusundan fazladır.

Sonuç olarak, bugün ekonomimiz, İki yıl önceye göre çok daha kırılgandır. 128 milyar dolar çarçur edilmiştir. Bu rezervleri yeniden yerine koymak, Onlarca yılımızı alacaktır. Peki, devlet böyle mi yönetilir? Partili Cumhurbaşkanlığı sistemi, Türkiye’mizin kurumsal yapısını yiyip bitirmektedir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 91 yıl önce kurulmuştur. 1930’da bankayı kuran o büyük irade, Tıpkı, Cumhuriyet Savcılarına, Türkiye Cumhuriyeti Savcısı demediği, Cumhuriyet savcısı dediği gibi, Merkez Bankasına da, “Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası” dememiş, “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” demiştir.

Bu Yargının ve Merkez Bankasının, Bağımsızlıklarına duyulan saygının göstergesidir. Ama bugün Saray Cumhuriyet Savcısını, Nasıl Saray Savcısı yapmak için uğraşıyorsa, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasını da Sarayın vesayeti altına alarak, AK partinin arpalığı haline getirmek istemektedir. Merkez Bankasında iyi yetişmiş, Yüzlerce kıymetli personelin varlığına rağmen, Bankanın başına atanan son iki başkanın, Eski AK Parti Milletvekili olması bunun açık göstergesidir. Böyle devlet yönetimi olmaz. Artık bu ehliyet yerine, Saraya sadakati önceleyen bu anlayıştan herkes mustariptir. AK Partiye gönül veren, Oy veren vicdan sahibi vatandaşlarımız da, Durumdan memnun değildir.

Ülkemizin durumu Leonard Cohen’in, O meşhur şarkı sözlerini hatırlatmaktadır. Herkes biliyor geminin su aldığını, Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini, Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu. Millete soğan patates, Erdoğan’a en pahalısından üç tane Mercedes. İşte bu hileli zarları atan zalim düzen için, Artık yolun sonu görünmüştür.

Saray sosyetesinin büro elemanları, Burunlarına pudra şekeri çekerken, Şoförleri, danışmanları paranın altında ezilirken, Eski vekiller, kırpıp kırpıp rektör ve büyükelçi yapılırken, Sarayın çocukları ballı yönetim kurulu üyeliklerine atanırken, Milletin çoluğu çocuğu, İşsizliğin, umutsuzluğun açlığın altında ezilmektedir. Milletimiz yaşanan bu çürümeyi, Ağırlaşan kokuşmayı artık kaldıramamakta, “Patates, soğan; Güle güle Erdoğan” diye bağırmaktadır. Erdoğan ise, Ülkemizin gerçeklerinden tamamen kopmuş. Paralel bir evrende yaşamaktadır. “İnsanlarımız iş, aş bulmak için yurt dışına giderdi, Bu tablo büyük oranda tersine döndü” diye millete nutuk atmaktadır.

Oysa Diyanet’in, belediyelerin yurtdışına gönderdiği insanlar yurda dönmüyor. Güler misiniz, ağlar mısınız? Millet umudunu kesmiş, Devletin hizmet pasaportunu şebekeler satışa çıkarmış. Yurtdışına insan kaçırıyorlar. Peki bu insanlar kaçırılırken, Gri pasaportları veren Saray’ın atadığı İçişleri Bakanı ne yapıyor? O emekli amirallere kumpas kurmakla, Ayaklarına elektronik kelepçe takmakla, Bir de şehir evinde verilen namaz pozlarını servis ettirmekle meşgul. Bu arada Amiralin emeklisine atıp tutan Milli Savunma Bakanı, Amiralin sarıklısını seyrediyor.

Ama umutsuzluğa yer yok. Demokrasilerde çare tükenmez. Milletimiz kesinlikle çaresiz değildir! Çiftçimize, işçimize, işsizlerimize, iş insanlarımıza, Emeklilerimize, emeklilikte yaşa takılanlara sözümüzdür: Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin sizden aldığı her şeyi, Biz iktidara geldiğimizde sizlere misliyle geri vereceğiz Milletimiz herkesi yaptıklarıyla, Ve yapmadıklarıyla görüyor. Herkesin notunu veriyor. Milletimiz artık sandığın, Önüne gelmesini istiyor. Sandık önüne geldiğinde de gereğini yapacak. Bu kibirli, yıpranmış kadroları evlerine gönderecek.  

Çiftçinin elinde kalan soğan ve patatesleri alıp dağıtılması ile ilgili projeleri yürüten bizim belediyelerimiz. Üstü örtülmeye çalışıyor. Eleştirimiz o değil. Neden  bayraklı tırlara yükleyip dağıtıyorsunuz. Bir elin verdiğini diğeri duymaz. 

Bu aslında siyaset yapmayalım Aanayasa'nın bize vermiş olduğu demokrasinin asli unsur olma görevini yerine getirmeyelim, açık proparanda hakkımızı kullanmayalım diye bize verilen göz dağıdır. CHP'nin siyaset yapma hakkı Arpalık: Aile şirket raporu toplatılarak da alınmıştır. 128 Milyar Nerede?

Afişlerimiz kirplilerle indirilmeye çalışılmıştır. Bu aslında demokrasimize ve hukuk devletine vurulan ağır darbedir. Demirden korksaydık biz bu trene binmezdik. Bu uygulamalar Türkiye'nin iç ve dış kamuoyunda itibarını zedeler. Kaçış yok 128 milyar doların hesabını vereceksiniz. 

Durum bence son derece açık. Gri pasaportları İçişleri Bakanlığı ve valiler veriyor. Biz CHP olarak üstüne gitmemiş olsaydık mesele geride duruyordu. İçişleri Bakanı görevini yapmalıdır. Bir an önce bu işlerin arkasındaki çeteyi ortaya çıkarmalıdır.