HDP'li Mithat Sancar çok sert konuştu: "Pişkin, sorumsuz, halkını zerre düşünmeyen bu iktidar gidecek"

HDP'li Mithat Sancar çok sert konuştu: "Pişkin, sorumsuz, halkını zerre düşünmeyen bu iktidar gidecek"

HDP Eş Genel Başkan Mithat Sancar, " Kendi yurttaşlarının canını hiçe sayan, sadece kendi bekasını düşünen böyle bir iktidarı dünya üzerinde görmeniz bile zordur. İşte bu yüzden gidecekler" dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. 10 ilde büyük yıkıma yol açan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ilk saatlerinde hükümetin bölgeye müdahale konusunda geç kaldığını belirten Sancar, özetle şunları söyledi:

“Toplumsal etkileri ve onarılması uzun yıllara yayılacak ve asla unutulmayacak bir yıkımla karşı karşıyayız. Türkiye’nin deprem gerçeğini ve tüm yaşananları bütün boyutlarıyla konuşmaya, sorgulamaya, hesap sormaya devam etmek zorundayız. İktidarlar eliyle örülmüş etkileri onlarca seneye yayılacak bir felaketle karşı karşıyayken susmak asla söz konusu olamaz. Konuşmaz zorundayız. Depremde yıkılmayan bir ülke olabilmenin yollarını bulmak için daha fazla konuşmalıyız.

İktidarın, iktidar medyasının, yandaşlarının depremden sonra yaptıklarını yapmamanın, bunları yaptırmanın yollarını bulmak için de konuşmak, sormak, sorgulamak, hesap sormak zorundayız. Depremden sonra iktidarın ısrarla ve istikrarla yaptığı bir şey var; bunu engellemek için konuşmak, sormak, sorgulamak, hesap sormak zorundayız. Nedir bu? Toplumun dayanışma ve yardımlaşma enerjisini büyütmek ve etkili kılmak yerine bastırmak, etkisizleştirmek ve gasp ya da müsadere etmek. Devletin, iktidarın toplumun enerjisini bastırması, müsaderesi elbette yeni bir şey değil ama burada bu dönemde yeni bir durumla karşı karşıyayız.

"AMAÇ BELLİ; 'AMAN TOPLUM KENDİ ENERJİSİYLE AYAĞA KALKTI' DENİLEBİLECEK BİR MANZARA OLUŞMASIN"

Toplumun dayanışma enerjisi bastırılmayıp doğru yönlendirilse belki de binlerce can enkazdan sağ çıkabilecekti. Belki birkaç kişi biraz daha erken yemek, binlerce kişi barınma gibi imkanlara kavuşacakken bunu engelleyen bir iktidarla, bir devletle karşı karşıyayız. Evet, bu iktidar, bunu sistemli, istikrarlı ve kötücül bir biçimde yapmaktadır. Amaç belli; ‘Aman toplum kendi enerjisiyle ayağa kalktı’ denilebilecek bir manzara oluşmasın. Devlet ya da iktidar tarafından ayağa kaldırılmış, hiç olmazsa devletin yönlendirmesiyle ayağa kalkmış bir toplum yaratmak istediler.

"ÖYLE ‘ASRIN DEPREMİ’ DİYEREK GEÇİŞTİRİLECEK BİR DURUM DEĞİL"

Bizler, deprem yaşandıktan hemen sonra bütün birimlerimizle sahadaydık. Bizim gibi binlerce, on binlerce, yüz binlerce insan, belki milyonlarca insan aynı şekilde aynı duyarlılıkla hareket etti. Yaşanan bu büyük yıkımı, insani krizi, büyüyen öfkeyi ve iktidarın devlet kurumlarının acizliği, çürümüşlüğü, yetersizliği ve de oluşan büyük dayanışmayı engellemeye yönelik girişimlerin hepsi gözlerimizin önünde cereyan etti. Depremin ertesi günü Hatay bölgesine gittiğimizde gördüğümüz manzara bütün bunları çok çıplak bir şekilde ortaya koyuyor. Cevabı verilmesi gereken temel soru şu; bu kadar ağır bir yıkım, bu kadar büyük bir felaket neden yaşandı? On binlerce insanın ölümüne yol açan sorumluluklar zinciri nedir? Öyle ‘Asrın depremi’ diyerek geçiştirilecek, üzeri örtülecek, sıradanlaştırılacak bir durum değil bunlar. Ülkeyi yönetenlerin birinci dereceden sorumlu oldukları bir siyasal ve toplumsal felaket söz konusu.

"UYARILARIMIZA RAĞMEN İMAR AFLARIYLA BU BÖLGEDEKİ YIKIMA VE KIYIMA ADETA DAVETİYE ÇIKARILDI"

Depremden öncesine bakalım; Maraş bölgesinin deprem kuşağı olduğu biliniyor. Uzmanlar, meslek kuruluşları, devlet kurumları, halkımız, siyasetçiler bu gerçeği defalarca dile getirdiler. Teknolojinin ve bilimin geldiği bu aşamada fay hatları üzerinde gerçekleşebilecek bir büyük depremin aşağı yukarı zamanını, yerini bile söyleyen bilim insanlarımız oldu. Bu uyarılar neden dikkate alınmadı? Neden tedbir alınmadı? Denetimsiz ve tehlike arz eden binalara dair neden envanter tutulmadı? Bu binalar için neden bir çalışma yürütülmedi? Bunların hiçbirisi hayata geçirilmedi, üstüne üstelik itirazlarımıza ve uyarılarımıza rağmen imar aflarıyla bu bölgedeki yıkıma ve kıyıma adeta davetiye çıkarıldı.

Yıkılan binaların çürük ve dayanıksız yapılar olduğu ortada. Bu iktidar, yapı denetim uygulamasını fiilen ortadan kaldırdı, böylesi önemli ve kamusal bir uygulamayı özel sektöre devretti. Uzman meslek kuruluşlarının denetim yetkisini elden aldı. Binaların malzemesinden çalarak inşaat yapan müttehitlere denetim şirketi kurma imkanı verildi. Bu iktidarın en büyük icraatı, her alandaki denetimi ortadan kaldırmak, her alana keyfiliği yaymak olmuştur. Denetime, denge ve denetlemeye ve bunları sağlayan kurumlara savaş açtı iktidar. Keyfilik, bu rejimin temel özelliği haline geldi. Bunun en acısı sonucunu hep birlikte büyük kayıplar vererek yaşıyoruz.

"DEVLET KURUMLARI, ÇÜRÜK BİNALAR GİBİ ÇÖKTÜ, AMA HALKIMIZIN ÜZERİNE ÇÖKTÜ"

Bilim insanları ve TMMOB’a bağlı Jeoloji Mühendisleri Odası yıllardır rapor hazırlıyor, uyarıyor. Jeoloji Mühendisleri Odası, en son 24 ilin 18’i ile ilgili raporlarını 2022 yılında, birkaç ay önce hükümete, Cumhurbaşkanlığı’na, devlet kurumlarına sundu. Bu raporda somut tespitler, uyarılar ve alınması gereken önlemler yer alıyor. Bu uyarıları dikkate alan, gereğini yapan, toplumu ve kamu kurumlarını olası bir depreme hazırlayan herhangi bir faaliyet ve çaba olmadı. 2011’de yayınladıkları Strateji Eylem Planı’nda, 2017’ye kadar tüm kamu binaları, 2022’ye kadar tüm kırsal bölgelerdeki ve şehirlerdeki binaların kontrolünün yapılacağını belirtiliyor, yapılmadı. İktidar ne yaptı? 2003’te çıkartılan bir torba yasayla mimar ve mühendislerin yapı denetim sürecinden dışlanmasına imkan verecek ve denetimleri özel sektöre havale edecek düzenlemeler yaptı. Deprem öncesinin tedbirlerini almayan, raporların ve risk planlarının gereğini yerine getirmeyen iktidar ve liyakatsizlikle yönettiği devlet kurumları, çürük binalar gibi çöktü, ama halkımızın üzerine çöktü. Bu ülkenin, bu toplumun üzerine çöktü.

"DEVLET ORTADAN KAYBOLDU"

Cumhurbaşkanı’nın İskenderun’da 6 mahallenin riskli bölge sayıldığı kararı bir imzayla 1 yıl önce yürürlükten kalktı. 20 yıldır plansız, programsız, bilimden uzak ve yaşamı hiçe sayan bir anlayışla durmadan beton döküyorlar. Doğa talanına dayalı rant alanları oluşturuyorlar. Bunu da kamuoyuna şatafatlı törenlerle ‘hizmet’ diye sunuyorlar. Peki devleti yönetenler nerede? Sorunun cevabı açık; devleti yönetenler burada, bu politikalarda, bu anlayışta. ‘Devlet nerede deme devri geçti’ diyenler nerede? Binlerce, milyonlarca insan devlete, devletin elindeki kamu imkanlarına bu kadar ihtiyaç duyarken devlet ortadan kayboldu. Deprem anından itibaren 72 saat boyunca organize olamayan, koordinasyonu sağlayamayan, tek adamın talimatı olmaksızın bir vinç dahi hareket ettiremeyen, inisiyatif alamayan, beceriksiz, basiretsiz, liyakatsiz, darmadağın bir devlet yönetimi gördük. Bu devlet yönetimi halkın kaynaklarıyla işliyor.

"CUMHURBAŞKANI OLMAK ÜZERE HİYERARŞİK YAPIDAKİ HERKES BU SORULARIN YANITINI VERMEK ZORUNDADIR"

Şu soruların cevabı verilmek zorundadır; soracağız, yeniden ve yeniden soracağız. Depremden sonraki ilk saatlerde neden hızla harekete geçilmedi? Bunun önündeki engel neydi? Bütün devlet kurumlarının imkanları ve kapasitesi neden devreye sokulmadı? Sivil ve resmi arama-kurtarma ekiplerinin acilen bölgeye sevki neden gerçekleştirilmedi? Kamunun ve özel sektörün elindeki iş makineleri, vinçler, kurtarma araçları neden devreye sokulmadı? Neden 72 saat geç kalındı? Ne beklendi? Uzmanların dediği çok açık; ‘Gerekli hazırlıklar zamanında yapılmış olsa harekete geçmek için 4 saat yeterliydi’. Bütün yetkileri elinde bulunduran Cumhurbaşkanı olmak üzere hiyerarşik yapıdaki herkes bu soruların yanıtını vermek zorundadır. Sadece yanıt değil, elbette hesabını da vermek zorundadır.

"BU SORUMLULUKLAR ZİNCİRİNİ HİÇ KİMSE KADER PLANI OLARAK YUTTURAMAZ"

Bu yıkım, öyle ‘Ufak tefek eksikliklerimiz vardı. Biz İstanbul depremi için hazırlandık’ diyerek, hakaretler yağdırarak, tehditler savunarak geçiştirilemez. On binlerce ölüme, yüz binleri aşan yaralamaya neden olan, milyonlarca insanın bugününü ve geleceğini karartan, hayvanların ve doğanın altüst olmasına sebebiyet veren bu sorumluluklar zincirini hiç kimse ‘kader planı’ olarak yutturamaz, başka mercilere havale etme hadsizliğinde bulunamaz.

"BU NASIL BİR AYMAZLIK, BU NASIL BİR PİŞKİNLİK, NASIL BİR UTANMAZLIK"

AKP’nin bir yetkilisi, önceki gün bir açıklama yapıyor ve diyor ki ‘İlk saatlerde bir karışıklık oldu’. İlk saatler dediğimiz, ilk 72 saat, depremden sonraki en kritik dakikalar. Kurtarma faaliyetlerinin yoğun olması, anında başlaması hayati önem taşıyor. Binlerce insanın canının kurtarılması anlamında önem taşıyor. Bu nasıl bir aymazlık, bu nasıl bir pişkinlik, nasıl bir utanmazlık. Diyelim ki öyle bir karışıklık oldu, peki nedir bu karışıklığın sebebi? Kim sebep oldu bu karışıklığa, açıklayın. Bunların cevabını alana kadar her alanda sorularımızı da soracağız, sorgulamayı da yapacağız, hesabın peşine de düşeceğiz.

"HATAY’A BU HELİKOPTERLERLE EN GEÇ 8 SAAT İÇERİSİNDE TAM DONANIMLI EN AZ 4 BİN KİŞİLİK ARAMA-KURTARMA EKİBİ GÖNDERİLEBİLİRDİ"

Depremden hemen sonra sarayla devlet kurumları arasında ne yaşandı? Bu beceriksizliğin, basiretsizliğin, AFAD’ın son derece yetersiz personelle ve gecikerek gönderilmesinin sebebi nedir? Bu sorulara cevap vermek zorundasınız? Askeri kurumların envanterinde 400’ü aşkın taşıma maksatlı helikopter, Türkiye’nin farklı bölgelerinde bulunuyor. Mesela Hatay’a bu helikopterlerle en geç 8 saat içerisinde tam donanımlı en az 4 bin kişilik arama-kurtarma ekibi gönderilebilirdi. Neden yapılmadı? Arama-kurtarmada en fazla deneyime sahip ve bölgeye gitmek için bekleyen madenciler neden günlerce bekletildi, neden günlerce sevk edilmedi?

"BU YIKIMDA DA SORUMLULUK ZİNCİRİNİN BAŞI VE İLK HALKASI, BİZZAT CUMHURBAŞKANI’DIR"

Değerli halkımız, ölümlerin sorumlusu bellidir; bu çürük, yozlaşmış enkaz zihniyetidir. Bu rant, talan, yalan ve savaş üzerine varlığını kurmuş iktidarın kendisidir. Tüm kurumlar Cumhurbaşkanı’nın ve kendilerinin imajı ve menfaati için çalışıyor. Bu sistemde devletin tüm kurumları halka sorumlu olmaktan azade kılınmış, Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu hale getirilmiş. Bu nedenle bu yıkımda da sorumluluk zincirinin başı ve ilk halkası, bizzat Cumhurbaşkanı’dır. Depremin büyük felakete dönüşmesinin nedenlerini tek tek bir kez daha sıralıyorum; vurgunculuktur, talancılıktır, yalancılıktır, rantçılıktır, denetimsizliktir, tedbirsizliktir, öngörüsüzlüktür, plansızlıktır, organizasyonsuzluktur, koordinasyonsuzluktur, çürümüşlüktür, merhametsizliktir, vicdansızlıktır. Bütün bunları hepimiz gördük, görmeye devam ediyoruz.

"KRİZ KOORDİNASYON MERKEZİMİZE KAYMAKAM TARAFINDAN KAYYUM ATANDI"

Olağanüstü Hal ilan edildi. Buna ne gerek vardı? Eldeki imkanlarla bütün bu çalışmaları yürütmek mümkündü. Zaten afet bölgesi ilan ettiğinizde de pek çok çalışmayı yürütme imkanı veriyor size o mevzuat. Neden? Çünkü olağan şekilde yönetme beceresi yok bu iktidarın. Herhangi bir olağanlığı kabul etme iradesi yok. Olağanlık, kendileri için bir tehdit. O nedenle her şeyi olağanüstü şartlara havale edip toplumu sindirmenin, bastırmanın ve susturmanın yollarını buradan çıkarmaya çalışıyorlar. Bir kez daha hatırlatayım; Pazarcık Hasankoca köyünde cemevi ile birlikte yürüttüğümüz kriz koordinasyon merkezimize kaymakam tarafından kayyum atandı. Böyle bir kötülük, vicdansızlık nasıl olabiliyor? Niye? Çünkü devletin bütün çürümüşlüğü ve bu sistemin yozlaşmışlığı, bizim orada yürüttüğümüz çalışmalarla halkın gözleri önüne serilecek, bundan korkuyorlar.

RTÜK’ün Tele 1 için verdiği ceza yarından itibaren uygulamaya konulacak. Neden? Gerçekler öğrenilmesin diye. Bunun vebali ağır, hesabı da verilecek. Her türlü karartmanın, her türlü yasağın, engellemenin hesabı sorulacak.

"BİR HAFTA ÖNCE ŞOVLA TOPLANAN O YARDIMLAR ÇADIRA HARCANSAYDI, DÜN HAYATLARIMIZIN BİR KISMINI KAYBETMEYECEKTİK"

Bir de televizyonlarda utanmazca bağış şovları yapıyorlar. Bu arsız şovla toplanan yardımlar nerede, nereye gitti? Bunca gündür, bir haftadır bu yardımlar ne kadar ve nereye harcandı? Tek tek açıklamak zorundasınız. Herkes feryat figan çadır istiyor, çadır bile göndermediniz. Depremden 15 gün sonra Hatay merkezli bir deprem oldu, yine can kayıpları, yine yaralanmalar yaşandı. Sebep, insanların çadır bulamadıkları için hasarlı binalara girmek zorunda kalmalarıdır. Bu depremden sonra çadır ihtiyacı karşılansaydı kimse canını riske atıp o hasarlı binalara girmezdi. Bir hafta önce şovla toplanan o yardımlar çadıra harcansaydı, dün hayatlarımızın bir kısmını kaybetmeyecektik. Bunun sorumlusu da iktidardır.

"BUNUN ADI ‘CUMHURBAŞKANLIĞI ENKAZ VE YIKIM SİSTEMİ’DİR"

Tek tek müteahhitleri tutuklayarak, tüm sorumluluğu üzerlerine yıkarak kendilerini temize çıkarabileceklerini sanıyorlar. Evet, müteahhitlerde suçludur ama suçlular yalnız müteahhitler değildir; imar affı çıkaranlar, zeminin uygunluğuna bakmadan ruhsat verenler, binaları denetlemeyenlerdir. Yolsuzluk, rüşvet ve rant çarkı yaratan iktidarın kendisidir ve en büyük sorumlu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’dir diyeceğim ama bunun adı ‘Cumhurbaşkanlığı Enkaz ve Yıkım Sistemi’dir. ‘Yıkılan binalar AKP iktidarın önce yapılmış’ diye çetele tutacaklarına, bunca yıkıma mal olan kaç evraka imza atmışlar, onu açıklasınlar.

"PİŞKİN, SORUMSUZ, HALKINI ZERRE DÜŞÜNMEYEN BU İKTİDAR GİDECEK, GİTMELİ"

Deprem ve afet, Türkiye’nin birinci ve acil gündemidir. Yapmamız gereken, bu aciliyete uygun öz örgütlülüğümüzü şimdiden inşa etmemiz ve büyütmemiz; bunu büyük bir toplumsal dayanışmaya dönüştürmemiz gerekir. On binlerce insanın canı gitti, milyonlarca insanın geçmişi yok oldu, geleceği elinden alındı. Bu ülkenin, bir gün bile bu iktidarla yürümeye tahammülü yok. Pişkin, sorumsuz, halkını zerre düşünmeyen bu iktidar gidecek, gitmeli. Bu iktidarı göndermeliyiz. Bu sadece siyasi değil, bu aynı zamanda insani ve tarihi bir görevdir, bir sorumluluktur. Kendi yurttaşlarının canını hiçe sayan, sadece kendi bekasını düşünen böyle bir iktidarı dünya üzerinde görmeniz bile zordur. İşte bu yüzden gidecekler, gitmeliler; hep birlikte göndermeliyiz.

"AFAD BAŞTA OLMAK ÜZERE ARAMA-KURTARMA ÇALIŞMALARINDA KÜRTÇE VE DİĞER BAZI ANADİLLERİNİN DIŞLANMASI ASLA KABUL EDİLEMEZ"

Bugün, aynı zamanda 21 Şubat Dünya Anadili Günü’dür. Başta Kürtçe olmak üzere bütün anadiller üzerindeki yasakçı uygulamalarla yüzleşmenin günüdür. Depremde de gördük; acılarımız, feryatlarımız bütün anadillerde haykırıldı. AFAD başta olmak üzere arama-kurtarma çalışmalarında Kürtçe ve diğer bazı anadillerinin dışlanması asla kabul edilemez. İnsani değildir, vicdansızlıktır. Enkaz altında kalan ve ‘Türkçe bilmediğim için yardım gelmez diye Arapça konuşmaktan korktum’ diyen bir Suriyeli göçmenin dramı yıllarca unutulmayacak.”