Meral Akşener'den tarihe geçecek konuşma: "Bu mücadeleden dönersem namussuzum, şerefsizim!"
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener grup toplantısında açıklamalarda bulundu.
Meral Akşener'in açıklamasının satır başları şöyle oldu:
İktidarı, bulduğumuz her fırsatta, her mecradan defalarca uyardık. Dedik ki; ‘Devlet yönetiyorsunuz. Devleti yönetmek, ülkemizin ve milletimizin çıkarlarını gözetmeyi, ona göre hareket etmeyi gerektirir. Özellikle uluslararası ilişkilerde, şahsi dostluklarınızı değil, devletler arası ilişkiyi esas alın.’ Dedik ki; ‘Devlet Başkanları ile dostluk elbette önemlidir. Ama iki ülke arasındaki ilişki, liyakatli diplomatlarla, devlet esaslı yürütülmelidir.’ Peki dinlediler mi? Hayır. Sayın Erdoğan ne yaptı? Tüm dış politikamızı, şahsi kankalıklarına endeksledi.
Suriye ile ilişkiler bu zeminde yürüdü. Rusya’yla, ABD’yle, hatta bir dönem Almanya ve İtalya’yla ilişkiler, hep aynı kafayla yürütüldü. Mısırla olan ilişkilerimiz de, aynı zihniyetin kurbanı oldu. Mursi’ye ‘kankam’ dedi, Sisi’ye tavır aldı, büyükelçi çekti, iş dünyamızın, milyar dolarlık ticareti ve yatırımları, heba olup gitti. Doğu Akdeniz meselesindeki kilit rolü hesaba katılmadan, Mursi ile olan arkadaşlık her şeyin önüne geçti. Ve gelinen noktada, birçok Müslüman ülke gibi, Mısır da, Doğu Akdeniz meselesinde, Yunanistan’dan yana saf tuttu. Kala kala elimizde ne kaldı? Dört parmakla yapılan Rabia işareti kaldı.
Ama bugünlerde bir şeyler oluyor? Savunma Bakanı çıktı, 'Mısır’la tarihi ve kültürel birçok ortak değerimiz var, önümüzdeki günlerde farklı gelişmeler olabilir' dedi. Ardından, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü çıktı, 'Mısır ve diğer Körfez ülkeleriyle, bölgesel barış ve istikrar için yeni bir sayfa açılabilir' dedi.
Şimdi ben de, doğal olarak soruyorum; Sayın Erdoğan; bu konuları Bakan ve Sözcü’ne açtırarak, nabız mı yokluyorsun? Hayırdır Sayın Erdoğan; Rabia’yı öksüz mü bırakıyorsun? Mısır’la bu inatlaşma olmasaydı, Doğu Akdeniz konusunda, emin olun, elimiz daha da güçlü olabilirdi. Bundan 5 yıl önce, aynen şöyle demiştim; ‘Rabia'yı, Esma’yı, Suud ve Katar’ın para sofralarında bırakılıp geldiler.’ Yoksa tarih, tekerrür mü ediyor? Rabia’yı bu kez de, Sisi’nin sofrasında mı bırakıyorsun, Sayın Erdoğan? Sayın Erdoğan; Böyle devlet yönetilmez. Kişisel ilişkilerinin ve kaprislerinin bedelini bu millete ödetemezsin. Zikzaklarının bedelini, Türkiye’ye ödetemezsin. Madem bu noktaya gelecektiniz, Türkiye’ye bunca kaybı niye yaşattınız? Hem diplomatik alanda, hem askeri alanda, hem de ticari anlamda, bunun hesabını kim verecek? Öyle ‘yeni sayfa açıyorum’ diye, işin içinden sıyrılamazsın. Önce, bu başarısızlığın sorumluluğunu alacaksın. Önce çıkıp, milletimizden özür dileyeceksin. Ancak ondan sonra, şayet milletimizin menfaatineyse, yeni sayfa açabilirsin.
Bundan 5 yıl önce şöyle demiştim: Rabia'yı, Esma'yı Katar'ın Suud'un sofralarında bırakıp geldiler. Sayın Erdoğan Rabia'yı Sisi'nin sofralarında mı bırakıyorsun?
Biliyorsunuz, biz iktidar ortakları gibi, koltukları değil, ayakkabılarımızı eskitiyoruz. Her hafta, ilçe ilçe, köy köy, milletimize gidiyoruz, dertlerini dinliyoruz. Ekonominin halini hep birlikte yaşıyor, milletimizin sıkıntılarını görüp çözümler hazırlıyoruz. Bu kürsüden her hafta, milletimizin gür sesini, millete sırtını dönmüş saray şürekasına duyuruyoruz. Geçen hafta Eskişehir’deydim. Sivrihisar’da bir eczacı kardeşim, önümüze veresiye defterini koydu. Alacak toplamı 50 bin lirayı buluyor. Çay Ocağı’ndaki kardeşim; ‘İşler durdu, ne yapacağımızı bilemiyoruz. Günde 500 çay satardım, 200’ü bulamıyoruz’ diyor. Bir başka esnaf kardeşim diyor ki; ‘Ödeyemediğimiz için borçlarımız ertelendi. Şimdi üzerine faiz bindirdiler, ödeyin diyorlar.’ İşe bakar mısınız? Faizsiz halini ödeyemiyor diye ertelemişsin, şimdi üzerine faiz bindirip, daha fazla öde diyorsun. Bunun adına da esnafa destek diyorsun… Allah akıl fikir versin
Alpu’da hayvancılıkla uğraşan bir kardeşim; ‘Sulama Birlikleri bizi haraca bağladı. Daha önce koyun başına 1-2 lira alırken; kayyum geldikten sonra, geçen sene 15 lira aldılar. Çiftçi için de aynı. 100 dönüm yer ekiyorsa 5 bin lira, 1000 dönüm ekiyorsa 50 bin lira alıyor.’ Bildiğin, ‘Sorma ver parası’ diyor. ‘Çiftçi ürettiğinin parasını 5 ay, 6 ay sonra alıyor. Ama, iş bilmezlerin idaresindeki TEDAŞ, çiftçiye 1 ayda fatura kesiyor. 15 günde ödemeyenin de elektriği kesiliyor’ diyor.
Böyle idarecilik olmaz. Böyle hizmet olmaz. Bunun adı zulümdür. Sayın Erdoğan; bir karar ver. Çiftçimizin üretmesini mi istiyorsun, tükenmesini mi? Yabancı ülkelerin çiftçileri kalkınsın, zengin olsun diye uğraşan, ithalat sevdalısı Tarım Bakan’ının tarıma verdiği tahribat ortada. Onu da ‘Affetmenin’ zamanı artık gelmedi mi? Ne dersin?
Hukuk ve demokraside çıta ne kadar yükselirse, ekonomi de o kadar yükselir. İktidar ise maalesef bu gerçeği bir türlü görmedi, göremiyor. Ama son dönemde, batı ile ilişkilerini düzene sokmak için bazı adımları, atarmış gibi yapıyorlar. Hukukta reformdan, yeni anayasadan, insan hakları ile ilgili adımlardan bahsediyorlar. Bahsediyorlar ama, icraata gelince her zamanki gibi ortalıkta yoklar. Sonra ne oluyor? İşin doğasının aksine, Türk Lirası değerleneceğine, döviz yükseliyor.
Bu ne demek biliyor musunuz? Vatandaş da, piyasayalar da, artık bu iktidara güvenmiyor demek. Çünkü artık herkes biliyor ki, Sayın Erdoğan ve ortakları hiçbir adımı, millet için, memleket için atmıyor. Her adımda, siyasi bir hesapları var. Her adımda bir koltuk kaygısı, her sözde bir hamaset var. O yüzden kimseye güven vermiyorlar. O yüzden, ne içeride, ne de dışarıda kredileri kalmadı. Bu iktidarın artık Türkiye’ye ve milletimize verecek bir şeyi kalmadı.
İktidar, ‘ABD ve AB alışverişte görsün’ mantığıyla, her gün kürsülerden yepyeni reformlar, ultra inovatif eylem planları, dahiyane ekonomik programlar açıklayadursun; aslında akılları fikirleri hala ‘Beşi Biyerdenin’ keyfinde, menfaatinde. Hala, ‘mahşerin 5 müteahhidinin’ kasasına ne aktarabilirler, onun hesabındalar.
Geçtiğimiz hafta, Meclis’e bir yasa tasarısı getirdiler. Köprüden, geçenin de, geçmeyenin de, havaalanından, uçanın da, uçmayanın da, hastanede yatanın da, yatmayanın da para ödediği, meşhur hazine garantili KÖİ projelerini biliyorsunuz. Ağalara, bu işlerdeki garanti yetmemiş olacak, şimdi de, yurtdışından alacakları kredilere de hazine garantisi vermek istiyorlar. Bugüne kadar, birçok şirketin 127 milyar lira borcunu üstlenmek zorunda kalan hazineye, 50 milyar liralık yeni bir yük daha bindirecekler. 83 milyon vatandaşıma, 53 milyar lira, 5 saray müteahhidine 177 milyar lira… Utanma, sıkılma var mı? Elbette yok.
Buradan bir kez daha ilan ediyorum. Türkiye’nin imkanları var, kaynakları var. Eksik olan, adil bir yönetim, ahlaklı bir iktidar. İktidara geldiğimizde, milletin hazinesini yağmalayan, bu bezirgan saltanatına son vereceğiz. Milletin parasının efendisi, milletin ta kendisi olacak. Milletimiz, devletine güvenecek, yanında hissedecek. ‘Vatandaşın cebinden ne alırım? Milletimin cebine ne koyarım?’ diye düşündüğünü bilecek”
Bu iktidar, ülkesine de, milletine de, milletinin değerlerine de yabancılaştı. Aylardır soruyoruz; ‘Doğu Türkistan’daki Çin zulmüne, ne zaman ses çıkaracaksın?’ diyoruz. ‘Hira Dağı kadar Müslümanım’ diyen, gökyüzüne bakıp ıslık çalıyor. ‘Tanrı Dağı kadar Türküm’ diyen de, masanın altına saklanıyor. Mısırlı Rabia’dan slogan üretenler, aynı parmakları Çin’e sallamaya korkuyorlar.
Hafta sonu, Doğu Türkistan’daki camilerden gelen görüntüleri izlemeyeniniz yoktur. Görüntülerde insanlar yiyip, içip eğleniyorlar, dans ediyorlar. Çin yönetimi, Kaşgar’daki camilerimizi, ibadethaneleri, turizm tesisi olarak değerlendirme kararı aldı. Birçok mescit ve camii, kafe ve restoran’a dönüştürüldü. Sayın Erdoğan ve medyasının, ‘Dolmabahçe Camii’nde içki içtiler’ fantezisi, dost gördükleri Çin’de gerçek oldu.
Sayın Erdoğan; camiler bizim kutsalımızdır. Kutsal değerler, senin siyasi pozisyonuna göre unutacağımız veya hatırlayacağımız şeyler değildir. Yarınki Mehmet Akif Ersoy anmasına davet etmeyi biliyorsun, ama İstiklal Şairimiz ne yazmış diye merak edip de, iki satır okumamışsın. Bak Akif ne diyor; ‘Ruhumun senden ilahi, şudur ancak emeli, Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.’ Çin’de kardeşlerimiz eziliyor Sayın Erdoğan! Mabedimize, namahrem eli uzanıyor. Ne zaman iki çift laf edeceksin? Ne zaman, bir avuç doların hesabını, elinin tersiyle itip,‘Mabedimin göğsüne uzanan eli sıkmam’ diyeceksin?
Haydi küçük ortak, Perinçek’in elinde esir, onu anladık. Koltuk uğruna, Türklük Davası’ndan caymış, onu da anladık. Peki bu eziklik, bu boynu büküklük, 5000 yıllık Türk Devleti’nin Cumhurbaşkanına yakışıyor mu? Hiç mi utanmıyorsun? Hiç mi sıkılmıyorsun? Yazıklar olsun.
Bunlarda ne utanma kalmış, ne de sıkılma kalmış… Biliyorsunuz son dönemde yeni bir alışkanlıkları var: Neymiş, İYİ Parti, PKK ile iş birliği yapıyormuş. Kendine oy vermeyen vatandaşına, terörist deyip bela okuyacak kadar, şirazesinden çıkan bu zihniyetin, bize de terörist demesini elbette yadırgamıyoruz. Bunların da zihniyeti böyle işte, ne yapalım… Son dönemde, hızla büyüdüğümüzü, milletimizin İYİ Parti’ye ilgisini gördükleri için, akıllarınca yalanla, iftirayla yolumuzu şaşırtacaklar. Sayın Erdoğan; sen o yollardan gelirken, ben dönüyordum.
Sayın Erdoğan sen o yollardan giderken ben dönüyordum. Bu salonda bulunan arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu sen top oynarken mücadele ediyordu. Şimdiye kadar, önümüze çıkardığın her engeli aştık, her yalanı yendik, her tuzağı bozduk. Bundan da evelallah bileğimizin gücü, alnımızın akıyla çıkarız.
Nitekim, kurban olduğum Yüce Allah; yalanın, yalancının, kötünün yanına kar bırakmıyor işte… Bilin bakalım ne oldu?...Papa, geçtiğimiz hafta Irak’ın kuzeyine bir ziyarette bulundu. Barzani yönetimi de, Papa’nın ziyareti anısına bir pul bastırdı. Ne var pulda? Papa’nın başının üzerinde bir harita. Nerenin haritası bu? Sözüm ona Kürdistan haritası.
Peki nereler var bu haritada? Irak’ın kuzeyinin dışında, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’nun bir bölümü. Hani yerel seçimlerde, Sayın Erdoğan vatandaşa, ‘İşte Kürdistan orada, Irak’ta, beğenmiyorsan defol git’ diyordu ya… Anlıyoruz ki, Sayın Erdoğan’ın bir başka kankası Barzani’ye göre, Kürdistan orada değilmiş. Sayın Erdoğan’ın, Diyarbakır’da, başından konfeti temizlediği Barzani’ye göre; Doğu ve Güneydoğu Anadolu da aslında Kürdistan’mış.
Cumhuriyet’in başkentinde, şerefine, göndere Kürdistan bayrağı çektikleri Barzani’ye göre; Misak-ı Milli’nin yarısı da aslında Kürdistan’mış. Şimdi, bu arkadaşlara göre terörist olan bizler, bu durumdan rahatsız olurken, doğal olarak, bu arkadaşların çok büyük tepki vermeleri gerekir, değil mi? Peki siz, Sayın Erdoğan’dan, bir tepki duydunuz mu? Peki siz, küçük ortaktan, şöyle okkalı bir Twitter tabelası gördünüz mü? Hayır. İşte size, iktidarın zikzaklarla dolu hazin hikayesi. Siyasette zikzak, dış politikada zikzak, ekonomide zikzak, terörle mücadelede zikzak… Sayın Erdoğan; bu kafayla gidersen daha çok konfeti temizlersin. Küçük ortağın da artık o pulla, İmralı’daki arkadaşına mektup göndersin.
Bu korkakların bu açıkça dürüstçe mücadele edemeyen korkakların yüzlerine ayna tutmaktır amacım. geçen hafta önünüze bakmayın utanıyorsunuz biliyorum, fosforlu Meral diye bir tag çalışması yapıldı. Bu tag'ın nereden niçin geldiğini beş yıl evvel yol yürüdüğümüz arkadaşlarımız bilirler. Bahçeli, Konya'dan üst kurul delegelerini çağırdı ve orada bana fosforlu cevriye dedi. Konyalı iki genç delege bunu tam da kast edildiği manada fahişe olarak algıladılar ve ağlayarak bana geldiler. Ben onlara kast ettikleri gibi olmadığını izah etmeye başladım. 47 doğumlu sayın Bahçeli'nin hepimizin geçmişte abi dediğimiz Bahçeli'nin o çok genç çocukların gözünde yerle bir olmasın diye fosforlu cevriyenin fahişe olmadığını sert eli sopalı bir kadın olduğunu söylemek zorunda kaldım. Ben onu korurken gelip giden herkese kahkahalar içinde tam bir yıl boyunca bunu söyledi. Sonra sistem yürümeye başladı 19 Haziran'da bir kongre yaptık. Ondan sonra benim 9 aylık erkek torunuma hem de nikâh şahidi olduğu oğlumun çocuğuna nesebi gayri sahih dedi. Bunu ifşa ettim ben birilerinin üzerine yıkıldı. Celal Adam isimli İstanbul milletvekili ve 50 doğumlu bu şahıs döndü hepimize bana, buradaki herkese sizin analarınız belli babalarınız belli değil dedi.
Burada bir şeye dikkat çekmek istiyorum ben. Bu nasıl bir şuur altıdır bu nasıl bir psikolojidir. Metin Bey mahkemeye verdi. Hâkimler o ara Erdoğan'la el sıkışmışlardı ve hâkimler beraat verdiler. Bu devam etti İsmet Büyükataman isimli bir yaşam formu başından itibaren bana Türk filmlerinden, ki Bahçeli çok meraklıdır, hep o tuhaf Türk filmlerinin tuhaf karakterlerinin isimlerini kullandı.
Madem cumhurbaşkanısın eyvallah bu ülkedeki her kadının namusunun şerefinin garantisi sensin. Can güvenliğinin can güvenliğinin garantisi sensin. Garantisi sensin derken neyi kast ediyorum hakimlerdir savcılardır. Ama sen destek verdin. Trollerin destek verdi. Hepinizi Allah'a havale ediyoruz. Bugün olmazsa Allah'ın önünde hesaplaşacağız sizlerle. Bir kadına bu manada namusu şerefi üzerine iftira atmanın Kuranı kerimde hangi ayetlerle lanetlendiğini biliyorsun. Seni Allah'a şik3ayet ediyorum sayın Erdoğan. Ölüm olsa da sonunda mücadele etmezsem namerdim. Öldürülsem de tek kişi kalsam da bu mücadeleden dönersem namussuzum, şerefsizim. Bu da Müslüman bir Türk kadınının yeminidir.
Değerli milletvekilleri; İki gün önce 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ydü. Her sene olduğu gibi, kadınlar olarak bu sene de, sözüm meclisten dışarı ama, yine erkeklerin hamasi nutuklarını dinledik. Kadını insan yerine koymayanların, aslında ne kadar kadınsever olduklarını dinledik. Dost meclislerinde kadına karşı, her türlü ahlaksızlığı yapanların, aslında düpedüz feminist olduklarını dinledik. İşyerlerinde, ofislerinde, kadına karşı her türlü mobingin uygulandığı, kariyer yapmak isteyen kadınların önüne, her türlü engelin koyulduğu şirketlerin, aslında ne kadar eşitlikçi olduğunu dinledik. Nitekim tüm bunları, geçen sene de dinlemiştik.
Ama son bir yılda, 304 kadının öldürüldüğü, her gün karakollarına yüzlerce şiddet şikayeti yapılan Türkiye’de, görüyoruz ki, maalesef değişen bir şey yok. Kadınlar Günü yaklaşırken; Samsun’da bir anne, evladının gözü önünde şiddet gördü. Daha onun şokunu atlatamadan, Ankara’da Reyhan Korkmaz, kocası tarafından katledildi. Hemen ardından, Aydın’da, 92 yaşındaki Hanım Nine’yi cinayete kurban verdik.
Sayın Erdoğan; Diyorsun ki; "Tek bir kadının dahi, şiddet mağduru olmadığı güne kavuşana kadar, bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz." Madem öyle, o zaman, altına imza koyduğun sözleşmeyi uygulayacak, şiddet mağduru kadınları koruyacak önlemleri alacaksın. Samsun’daki cani, tam 9 defa şikayet edilmiş, parmağını oynatan olmamış.
Bu kadın, dokuz kez yardım istemiş, sen kılını bile kıpırdatmamışsın. Bu mu senin mücadelen? İktidarın boyunca, kadına yönelik şiddet de, kadın cinayetleri de artarak sürdü, sustun. Bakanların, utanmadan, “Kadına yönelik şiddet, algıda seçicilik.” dediler, sustun. Milletvekilin, sıkılmadan, “Kadın cinayetleri abartılıyor. Bu ülkede kadınların 12 katı erkek öldürüyor.” dedi, sustun. Dava arkadaşım dediğin, sözüm ona adamlar, tacizlerde, tecavüzlerde, hatta cinayetlerde bile, ahlaksızca “Haklı sebep” aradılar, yine sustun. Bu mu senin mücadelen? Ortağım dediklerin, daha bir hafta önce, şehitlerimizin olduğu o acı günde, benim için sosyal medyada hakaret kampanyası başlattılar, çıkıp da iki laf edemedin.
Bu mu senin mücadelen? Altında, Türkiye Cumhuriyeti’nin de imzası olan İstanbul Sözleşmesi, kadını yaşatmak için atılan önemli bir adımdı. Zihniyeti batasıca bir grup, onu da paçavra etme yarışına girdi, görmezden geldin. Bu mu senin mücadelen? Sayın Erdoğan; Kadına yönelik şiddetle; Objektiflerin karşısına geçip, "Kadına şiddet abartılıyor." diyerek mi mücadele edeceksin? Ekonomideki zorlukları inkar ettiğin gibi, kadına yönelik şiddeti de, inkar ederek mi önleyeceksin? Vatandaşı aslında zengin olduğuna, işsizlerimizi de, aslında iş beğenmediklerine ikna ettiğin gibi, kadına yönelik şiddeti de, kadınları aslında dövülmediklerine, tacize, tecavüze uğramadıklarına, hatta, aslında başlarına gelenleri, hak ettiklerine ikna ederek mi bitireceksin?
Sana ters bir laf eden için, bütün savcıları harekete geçiriyorsun. Failleri 2 saat içinde buluyorsun. Ama kadınlara karşı en ağır, en haysiyetsiz saldırılarda, ortada yoksun. Böyle mi mücadele edeceksin? Şunu aklına iyice yerleştir; Kadına hakaret etmek, cinsiyetçi paylaşımlar yapmak, kadına yönelik şiddetin provasıdır. Önce bunları durduracaksın. Kadına kim el kaldırırsa, kim dil uzatırsa, ayırt etmeden kaya gibi karşılarında duracaksın.
Bu milleti ayırmadan, aileni koruduğun gibi koruyacaksın. Yani işini yapacaksın. Sen yapmazsan, sandık geldiğinde kadınlar gerekeni yapar, Biz geliriz, biz yaparız. Hak ettikleri gibi, mutlu ve huzurlu bir Türkiye’yi kadınlara sunarız. Değerli dava arkadaşlarım, Her hafta olduğu gibi, bu hafta da Milletin Kürsüsü’nde, sözü, gerçek sahibine, milletimize bırakacağız.
Milletin sesinden korkan Meclis televizyonu ve TRT, yayını kesmeye hazırsa başlıyoruz. Bu hafta, Eşik Platformu’ndan, Avukat İDİL YALÇINER ŞİMŞEK aramızda. Kadının sorunlarını, kadınların yaşadıklarını kendisinden dinleyeceğiz. Buyur İdil kardeşim, söz de kürsü de senindir.
Bu korkakların bu açıkça dürüstçe mücadele edemeyen korkakların yüzlerine ayna tutmaktır amacım. geçen hafta önünüze bakmayın utanıyorsunuz biliyorum, fosforlu Meral diye bir tag çalışması yapıldı. Bu tag'ın nereden niçin geldiğini beş yıl evvel yol yürüdüğümüz arkadaşlarımız bilirler. Bahçeli, Konya'dan üst kurul delegelerini çağırdı ve orada bana fosforlu cevriye dedi. Konyalı iki genç delege bunu tam da kast edildiği manada fahişe olarak algıladılar ve ağlayarak bana geldiler.
Ben onlara kast ettikleri gibi olmadığını izah etmeye başladım. 47 doğumlu sayın Bahçeli'nin hepimizin geçmişte abi dediğimiz Bahçeli'nin o çok genç çocukların gözünde yerle bir olmasın diye fosforlu cevriyenin fahişe olmadığını sert eli sopalı bir kadın olduğunu söylemek zorunda kaldım.
Ben onu korurken gelip giden herkese kahkahalar içinde tam bir yıl boyunca bunu söyledi. Sonra sistem yürümeye başladı 19 Haziran'da bir kongre yaptık. Ondan sonra benim 9 aylık erkek torunuma hem de nikâh şahidi olduğu oğlumun çocuğuna nesebi gayri sahih dedi. Bunu ifşa ettim ben birilerinin üzerine yıkıldı. Celal Adam isimli İstanbul milletvekili ve 50 doğumlu bu şahıs döndü hepimize bana, buradaki herkese sizin analarınız belli babalarınız belli değil dedi.
Burada bir şeye dikkat çekmek istiyorum ben. Bu nasıl bir şuur altıdır bu nasıl bir psikolojidir. Metin Bey mahkemeye verdi. Hâkimler o ara Erdoğan'la el sıkışmışlardı ve hâkimler beraat verdiler. Bu devam etti İsmet Büyükataman isimli bir yaşam formu başından itibaren bana Türk filmlerinden, ki Bahçeli çok meraklıdır, hep o tuhaf Türk filmlerinin tuhaf karakterlerinin isimlerini kullandı.
Madem cumhurbaşkanısın eyvallah bu ülkedeki her kadının namusunun şerefinin garantisi sensin. Can güvenliğinin can güvenliğinin garantisi sensin. Garantisi sensin derken neyi kast ediyorum hakimlerdir savcılardır. Ama sen destek verdin. Trollerin destek verdi. Hepinizi Allah'a havale ediyoruz. Bugün olmazsa Allah'ın önünde hesaplaşacağız sizlerle.
Bir kadına bu manada namusu şerefi üzerine iftira atmanın Kuran-ı Kerim'de hangi ayetlerle lanetlendiğini biliyorsun. Seni Allah'a şikayet ediyorum sayın Erdoğan. Ölüm olsa da sonunda mücadele etmezsem namerdim. Öldürülsem de tek kişi kalsam da bu mücadeleden dönersem namussuzum, şerefsizim. Bu da Müslüman bir Türk kadınının yeminidir.