Selahattin Demirtaş'ın gazetecilere yolladığı kritik mektupta ne yazıyor?

Selahattin Demirtaş'ın gazetecilere yolladığı kritik mektupta ne yazıyor?

HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş bugün bir grup gazeteciye bir mektup ve "suçlandığı konularla ilgili" avukatlarının hazırladığı kapsamlı bilgi notu gönderiminde bulundu.

Demirtaş, "Bütün bunlar seçim kazanmak uğruna yapılıyor. AİHM Büyük Dairesinin hakkımda verdiği kararda da belirtildiği üzere, Cumhuriyet tarihinin en önemli referandumu ve cumhurbaşkanlığı seçiminde, Erdoğan rakiplerini hapse attırarak kendine siyasi üstünlük sağlayıp seçimleri öyle kazanmıştır. Bu karar bile başlı başına, 16 Nisan referandumu ile cumhurbaşkanlığı seçiminin meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir. Şimdi sırada, aynı yöntemlerle 2023 seçimlerini kazanma hesabı var. Beni ve HDP’yi 'terörist' ilan edip kriminal hale getirerek, belki de göstermelik bir yargılama sonucunda 'hükümlü' pozisyonuna düşürerek ya da partiyi kapatarak muhalefet bloğunu iyice sıkıştırmak hedefleniyor" açıklamasında bulundu.
 
T24'ten Murat Sabuncu, Demirtaş'ın gönderdiği mektubu anlattı:

"Bildiğin gibi, dışarıda HDP üzerinden, özellikle de benim adım üzerinden zaman zaman yoğun tartışmalar yürütülüyor. Sen de bu tartışmaları görüyorsundur.

Cezaevi imkanları ölçüsünde, tüm gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum. Elbette bana ve HDP‘ye yönelik eleştirileri büyük bir saygıyla karşılıyor, eleştirilere değer veriyor, onları anlamaya çalışıyorum. Geçmişteki siyaset tarzımız, söylemimiz, pratiklerimiz konusunda özeleştirel yaklaşmak gerektiğine de samimiyetle inanıyorum.

Ayrıca bunu tüm siyasetçilerin yapması gerektiği kanaatindeyim. Bizler dört dörtlük siyaset yaptığımızı iddia edersek sadece kendimizi kandırmış oluruz. Nihayetinde Türkiye bugün bu haldeyse her siyasi aktörün kendi ölçüsünde sorumluluğu var, buna muhalefet de dahil. Barışı sağlayamadık, demokrasi getiremedik, ekonomi çöktü, toplum ağır bedeller ödüyor. Başarılı olsaydık bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Durum bu kadar nettir. Bence bu saatten sonra mazeretlerin arkasına sığınmanın da bir anlamı yok. Muhalefet topluma güven vermek istiyorsa özeleştiriden kaçmamalı, olgun bir şekilde özeleştiri verebilmelidir.


 
Değerli arkadaşım,

Bütün bunlarla birlikte, ben ve HDP üzerinden, son beş yıldır, hükümetin sistematik şekilde yürüttüğü kampanya bir eleştiri kampanyası değil, iftira ve kumpasa dayalı, medya ve yargı eliyle yürütülen bir linç kampanyasıdır. Benimle ilgili medyada yazılan, çizilen, söylenen neredeyse her şey, bariz bir yalan ve iftiraya dayanmaktadır. Bazı sözlerim bağlamından koparılarak algı oluşturulmaya çalışılmıştır. Hakkımdaki tüm kumpas suçlamalarını mahkemelerde bir bir çürüttük ve bunları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde de ortaya koyup haklı bir şekilde davayı kazandık.

Bana yönelik temel suçlamalarda işin aslının ne olduğunu detaylıca bilmen için, avukatlarımın hazırladığı bir dosyayı ekte sunuyorum. Dosya belki biraz uzun olacak ama zaman ayırıp tümünü okuyabilirsen kumpasın ciddiyetini (veya ciddiyetsizliğini) daha net görmüş olacaksın. Bu dosyayı, mesleki çalışmalarında yardımcı olmasını umarak da iletiyorum.

Benimle ilgili son beş yıldır o kadar yoğun şekilde ve korkunç bir algı operasyonu yürütüldü ki, mahkemeler, dışarıda üretilen algı ile dava dosyamın gerçeği arasındaki uçurumda sıkışıp kalmış durumdalar. Biat etmiş yargıçlar, hakkımda üretilen algıya uygun şekilde yargılama yapıp bir an önce iktidarın beklediği ağır cezaları vermeye çalışıyor ve bunu yaparken Anayasa’yı, yasaları yerle bir ediyorlar. Birazcık hukuk vicdanı taşıyanlar ise korkudan ne yapacakları bilemez durumdalar. Çünkü koskoca Cumhurbaşkanı’nı yalancı çıkaracak bir karar vermenin maliyetine katlanmaktan çekiniyorlar.


 
Ve elbette bütün bunlar seçim kazanmak uğruna yapılıyor. AİHM Büyük Dairesinin hakkımda verdiği kararda da belirtildiği üzere, Cumhuriyet tarihinin en önemli referandumu ve cumhurbaşkanlığı seçiminde, Erdoğan rakiplerini hapse attırarak kendine siyasi üstünlük sağlayıp seçimleri öyle kazanmıştır. Bu karar bile başlı başına, 16 Nisan referandumu ile cumhurbaşkanlığı seçiminin meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir.

Şimdi sırada, aynı yöntemlerle 2023 seçimlerini kazanma hesabı var. Beni ve HDP’yi “terörist” ilan edip kriminal hale getirerek, belki de göstermelik bir yargılama sonucunda “hükümlü” pozisyonuna düşürerek ya da partiyi kapatarak muhalefet bloğunu iyice sıkıştırmak hedefleniyor. ”Bağımsız Türk yargısı“ tarafından verilecek olası bir karara saygı duymayıp HDP’ye selam veren herkesi daha ağır bir saldırı dalgasına tabi tutarak “terör destekçisi” ilan etme kampanyasını üst boyuta taşıyacaklar. Bu nedenle ekte sana gönderilen bilgiler, hakikatin bilinmesi açısından olduğu kadar Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren son derece önemli bir seçime giderken oluşacak siyasi dengeler açısından da hayati önemdedir.

Bizler her koşulda, barışın ve özgürlüklerin savunucusu olmaya, içeride veya dışarıda bunun mücadelesini yürütmeye kararlıyız. Bugüne kadar bir kez olsun mahkemelerden tahliyemi talep etmedim çünkü beni tutuklayanlar onlar değildi. Bu tutumumda herhangi bir değişiklik de olmayacaktır. Senden ricam halkın, ezilenlerin, yoksulların, ötekilerin, yarınlarımızın yararına bir tutumla hukukun, adaletin, haklının yanında olmaya cesaretle devam etmendir. Er veya geç, ülkemizi hep birlikte düze çıkaracağımıza yürekten inanıyorum."

Demirtaş’ın avukatlarının 18 maddede onun en çok suçlamaya maruz kaldığı konularla ilgili yaptığı çalışma da çok kapsamlı. Çarpıcı başlıkları ve yanıtları (daha sonra geniş haber ve analiz de yapacağım/yapacağız) buraya aktarıyorum:

‘Apo’nun heykelini dikeceğiz’ konuşması: "13 Aralık 2012 tarihinde, Mardin’in Kızıltepe ilçesinde düzenlenen mitingde, Demirtaş’ın konuşmasındaki “Apo’nun heykelini dikeceğiz” şeklindeki cümlesi. 24 Nisan 2019 tarihinde yaptığı savunmanın SEGBİS kayıtlarındaki ilgili bölümü şöyle: Şu kadarını söyleyeyim ki o video çok kullanıldı, ben, “Öcalan'ın daha heykelini dikeceğiz” dediğim günde, Erdoğan'ın elinde İmralı'dan Öcalan tarafından yazılmış iki tane mektup vardı. Yeni İmralı çözüm sürecini başlatan mektuplar. Ve bu mektuplar üzerine zaten kısa süre sonra da çözüm süreci başladı, İmralı çözüm süreci.

Ben o konuşmayı yaptığımda, gözlerimin önünde otobüsten görebileceğim şekilde, elinde bir tane Öcalan posteri var diye 15-20 kişilik bir genç grubu kıyasıya dövüyordu polisler. Gözlerimin önünde. Ben de hem mektuptan haberdardım hem de Erdoğan'ın mektuba verdiği cevaptan haberdardım ve Ankara'da şu konuşuluyordu; bu defa barış çok yakın ve bu barışı gerçekleştirecek olanların heykeli dikilecek. Aslında patenti bana ait değil. İsmini söylemeyim ama bende o anda çağrışım yaptıran şey, bir hükümet yetkilisinin kullandığı cümledir, aynen budur.

Dolayısıyla ben orada, yakında barış gelecek ve Öcalan da bu barışın mimarlarından biri olacak ve heykeli dikilecek. Sembolik olarak denir ya hani, barışı getirecek insanın heykeli dikilir kardeşim, halk arasında kullanılan bir deyimdir. Böyle heykeli dikilecek insan, heykeli dikilecek adam, heykeli dikilecek kadın denir ya. Böylesine kullandığım bir sözü, Erdoğan'ın da kendisi de biliyor, bakın o dönem çıkıp itiraz etmiyor hiç kimse itiraz etmiyor, aradan yedi yıl geçiyor, Erdoğan bir seçim kampanyasında bu videoyu miting miting dolaştırıp, “Bakın, Apo’nun heykelini dikecekmiş bunlar. Bilmem kimle ittifak yapmış bunlar.

İşte böyle diyecek kadar küçülebiliyor. Utanç duydum yani. Onun düştüğü halden utanç duydum. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı kendini bu kadar küçültmemeli. O konuşmayı niye yaptığımı kendisi de biliyor, o dönemin bakanları da biliyor. Kendisi o videoyu izletirken meydanlarda şunu da ekleseydi samimiyetine inanırdım. Deseydi ki, “Bak, Demirtaş ‘Öcalan'ın heykelini dikeceğiz’ dediği günde var ya, Öcalan bana çözüm süreciyle ilgili iki tane mektup yazmıştı. Onlar da benim elimdeydi. Zaten hemen bu konuşmadan iki ay sonra da İmralı'da resmi görüşmelere başladık.

Kamuoyu, halk bundan bilginiz olsun” deseydi samimiyetine inanırdım. Fakat tamamı komplocu bunların komplocu. Zihniyet komplocu. Tuzak kurma üzerine. Bunlara elini veren kolunu kaptırıyor. Sadece biz mi, en yakın yoldaşları bile bu halde. Resmen utanç duydum. Seçim dönemi bununla ilgili açıklama yapmak istemedim çünkü kendimi savunmaya geçmiş gibi olacağım, kamuoyunun takdirine bıraktım. Ne dedi peki kamuoyu, “Biz inanmadık senin bu yalanlarına.” Seçimde milyonlarca insan arkamızda durdu ve Erdoğan’a kaybettirdi, o videolara rağmen kaybettirdi."

“PKK terör örgütü değildir” konusu: Selahattin Demirtaş’ın 24 Nisan 2012 tarihinde ABD’nin başkenti Washington DC’de bulunan Brooking Enstitüsünde katıldığı bir paneldeki konuşması:

Soru: Burada dikkate alınması gereken bir olay, 800 kiloluk bir gorilin odada olması ve o da PKK. Yani, bu, sizler kendi pozisyonunu nasıl açıklıyorsunuz? Siz PKK’ye ne kadar yakınsınız? PKK’nin kullandığı yöntemleri nasıl görüyorsunuz? Bu konudaki sizin düşünceniz önemli.

Demirtaş: "Evet, şimdi, her şeyden önce, PKK 30 yıldan daha fazla bir süredir Kürt sorunu, Kürt halkının hakları için silahlı mücadele yöntemini seçmiş bir örgüttür. Biz PKK’yi silahlı bir halk hareketi olarak tanımlıyoruz. Biz bugüne kadar, 1990’dan bugüne kurulmuş hiçbir partimiz, PKK’yi terör örgütü olarak tanımlamadı. Çünkü halk tarafından da desteklenen ama şiddet yöntemini tercih etmiş bir örgüt olarak tanımladık kendisini.

Ancak bizler, şiddeti bir çözüm yöntemi, silahı da bir çözüm yöntemi olarak tercih etmediğimiz için, 1990’dan bu yana demokratik siyasal mücadele yürüten bir partiyiz. Ve bizler, partimize oy veren insanların çok önemli bir kısmının da aynı zamanda PKK’ye sempati duyduğunu da biliyoruz. Ancak bizim PKK ile aramızda organik bir ilişki, organik bir bağ hiçbir zaman olmadı. Sein Fein-IRA ilişkisinde olduğu gibi iç içe geçmiş örgütler değiliz. Biz PKK’yi doğrudan veya dolaylı, hiçbir şekilde temsil etmiyoruz. Biz BDP olarak, aldığımız oylarla elde ettiğimiz meşruiyete ve taleplerimize dayanarak kendi partimizi, sadece kendi yönetimimizi temsil ediyoruz. Ancak şunu da biliyoruz ki, PKK de Orta Doğu’da ve Türkiye’de özellikle, bir realitedir.

Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü sürecinde, dikkate alınması ve bir şekilde temasa geçilerek ikna edilmesi gereken bir aktördür diye düşünüyoruz. Ve biz bu siyasi çözüm sürecinde, önerdiğimiz bu siyasi çözüm sürecinde, aynı zamanda barışın da gerçekleşmesi için, eş zamanlı olarak mutlaka ama mutlaka PKK’nin de ikna edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve bu siyasi çözüm arayışları sırasında da mutlaka silahların susması akan kanın durması gerektiği inancındayız."

Hendek döneminde Demirtaş’ın Cizre’de yaptığı konuşma
12 Eylül 2015 tarihinde, bir dizi ilçede düzenlenen mitinglerden biri olan Cizre ilçesi mitingdeki konuşmasından bölümler: "Acılar büyük, acılar taze, yaralar kanıyor bunun farkındayız. Türkiye'nin her tarafında aslında şimdi acılar var, Türkiye'nin her yerinde cenazeleri var, Türkiye'nin her yerinde ağlayan analar var. Bu ne kadar devam edecek, bunu ne kadar sürdürecekler? İşte o bu ülkede barış isteyenlerin sesinin güçlü çıkmasına bağlıdır. (…) Biz ne olursa olsun bize dayattıkları bütün infaz politikalarına rağmen müzakere, diyalog ve barış arayışından vazgeçmeyeceğiz. Biz halkımıza savaş, çatışma vadetmedik. Bu bizim politikamız da değil. (…)

Silahların susması ve diyalogla sorunların çözülmesi için çağrılarımızı her gün daha güçlü yapacağız. Bu savaş politikalarının son bulması için siyasetçiler olarak, neyse görevimiz asla ondan çekinmeyeceğiz, kaçınmayacağız. (…) Biz elimizden geleni yaptık daha fazlasını yapmaya devam edeceğiz. Silahların susması ve diyalogla sorunların çözülmesi için çağrılarımızı her gün daha güçlü yapacağız. Bu savaş politikalarının son bulması için siyasetçiler olarak, neyse görevimiz asla ondan çekinmeyeceğiz, kaçınmayacağız. (…) Bizler buradaki sorunları çözmek için diyalog kurmaya hazırız.

Her sorun için halkın seçilmişleri olarak, halkın temsilcileri olarak diyaloğa açığız. Bizimle diyalog kurmak isteyen herkese kapımız açık. (…) Sorunlarımız çözülmüş, bitmiş değil. Sokağa çıkma yasağı kaldırıldı ama halk üzerindeki baskılar devam ediyor. Bizler buradaki sorunları çözmek için diyalog kurmaya hazırız. Her sorun için halkın seçilmişleri olarak, halkın temsilcileri olarak diyaloğa açığız. Bizimle diyalog kurmak isteyen herkese kapımız açık."

KCK yöneticileriyle telefon görüşmesi iddiası
19. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden davanın iddianamesinde, Demirtaş’ın KCK yöneticileriyle telefonda konuştuğu iddia edilmiş ancak konuştuğu kişilerin sadece isimleri yazılmış, görevleri belirtilmemiş, konuşmaların içeriğine dair herhangi bir suçlama da yöneltilmemiştir.

Yasa dışı yollarla dinlenen konuşma tapeleri dosyaya konulan, Demirtaş ile konuştukları iddia edilen kişilerin gerçek kimlikleri ve görevleri şöyle:

Ahmet Yıldırım: Dicle Üniversitesinde Doçent, PM Üyesi, sonradan Muş Milletvekili
Ali Şimşek: Diyarbakır İl Başkanı
Ali Oruç: Parti Meclis Üyesi
Çimen Işık: Parti Meclis Üyesi
Kamuran Yüksek: Örgütlemeden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Kazım Kurt: Hakkari Belediye Başkanı
Mazlum Tekdağ: Parti Meclis Üyesi
Mehmet Abbasoğlu: Eski Genel Başkan ve Yerel Yönetimler Komisyon Üyesi
Nadir Yıldırım: Parti Meclis Üyesi, sonradan Van Milletvekili
Nejdet Atalay: İl Başkanı sonradan Batman Belediye Başkanı
Osman Baydemir: Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, sonradan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı
Selma Irmak: Genel Başkan Yardımcısı, sonradan Hakkari Milletvekili
Şükran Aydın: Bismil Belediye Başkanı
Turan Genç: Yerel Yönetimler Komisyonu Üyesi.

Demirtaş’ın avukatlarının kapsamlı çalışması okunması ve hakkaniyetle tartışılması gereken içerik ihtiva ediyor. Bu arada avukatların liste halinde paylaştığı maddelerden birinde 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Demirtaş fezlekelerini hazırlayan savcıların durumuyla ilgili biligi var. Bunların neredeyse tamamı ‘FETÖ davalarından yargılanıyor-yargılandı-tutuklu ya da hükümlü. Çözüm-barış süreci niye bitti niye Türkiye bu kadar savruluyor sorusunu soranlar için (buna AKP dahil) çok yanıt barındırıyor.