Emekli büyükelçi, CHP'li vekilden yeni sistem ve liyakat uyarıları

Emekli büyükelçi, CHP'li vekilden yeni sistem ve liyakat uyarıları

Nurzen Amuran sordu CHP İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz yanıtladı. Çeviköz, "Liyakat ve tecrübe aranmaksızın büyükelçi olarak görevlendirilen kişilerin atandıkları ülkelerin, Türkiye’nin ‘yeni sistemi’ için taşıdıkları önem üzerinde düşünmek, içinden geçmekte olduğumuz dönüşüm ve gerileme sürecini anlamak için önemli ipuçları taşımaktadır..." dedi.

İşte o röportaj:

Nurzen Amuran- Sayın Çeviköz İstanbul milletvekili oldunuz. Kutluyoruz sizi. Bu hafta sizinle dış politikayı konuşalım istiyoruz. Ancak ülkemizde yeni sistemle birlikte pek çok değişiklik oldu. TSK yanında Merkez Bankası Dış işleri  ve Maliye Bakanlıklarında şimdiye kadar devlet gelenekleri değişmemişti. Yıllar önce Maliye Bakanlığında Bakana rağmen vergi müfettişleri bir konuyla ilgili bağımsız rapor yazmışlar, Bakan’da rapora evet demek durumunda kalmıştı. Sistem değişmeden önce iki büyükelçimizin Merkeze geri çekilmesine tanık olmuştuk. Bazı gazetelerde sıradan bir haber olarak geçmişti… Ancak kararname hazırlanmadan hiçbir gerekçe gösterilmeden geri çekilmişlerdi. Geri çekilenler büyükelçi konumunda olan görevlilerdi. Uzun yıllar büyükelçilik yaptınız. Bu rutin bir uygulama mıydı?

Ünal Çeviköz - Devlet yönetiminin giderek merkezileşmesi, denetimsizleşmesi ve keyfileşmesinin yansımalarını Dışişleri Bakanlığı’nın teşkilat yapısına ve atamalara yapılan müdahalelerde bir süredir gözlemliyorduk. Her devlet kurumu gibi, Dışişleri Bakanlığı da maalesef son zamanlarda bu tür uygulamalara kurban edilmeye başlandı. Söz konusu merkeze alma kararları elbette rutin değildir. Ancak rutin dışı uygulamaları Dışişleri mesleğinden olmayan Büyükelçi atamaları ile birlikte düşünmek yerinde olur. Son zamanlarda böyle atamalar da artmaya başladı. Büyükelçilik ne yazık ki artık mesleki bir gelişimin sonucu hak edilen bir makam olmaktan çıkarak belli bir zümreye dağıtılan bir tür ödüle dönüştü. Bu tablo, Türkiye’nin itibarını giderek zayıflatmaktadır. Liyakat ve tecrübe aranmaksızın büyükelçi olarak görevlendirilen kişilerin atandıkları ülkelerin, Türkiye’nin ‘yeni sistemi’ için taşıdıkları önem üzerinde düşünmek, içinden geçmekte olduğumuz dönüşüm ve gerileme sürecini anlamak için önemli ipuçları taşımaktadır. 

Amuran - Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmeden önce Dışişleri bakan yardımcıları siyasi değil bakanlık içinden seçildi. Yeni sistem, dış politikanın Cumhurbaşkanlığı bünyesinde “Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu” tarafından yönetilmesini öngörüyor. Yeni yapılanma ile bazı yönetim birimlerine siyasiler tarafından atamaların yapılacağı Dışişleri bünyesinde kaygı yarattı, sakıncaları neler olabilir?

Çeviköz - Dış politika, uzmanlık isteyen bir alandır. Özel bir eğitim sürecinden geçmeyi ve sürekli öğrenmeyi gerekli kılar. Meslek içi eğitim denilen kavramın belki de en güçlü uygulamasını Dışişleri Bakanlığı kadroları yaşarlar. Bu da zaman içinde bir olgunlaşma ve uzmanlaşmayı beraberinde getirir. Bir devletin dış politikasını şekillendiren kurumların çalışanları liyakate göre seçilmezlerse, bunun olumsuz faturasını o ülke mutlaka öder. Öte yandan, yeni düzenlemeler Dışişleri Bakanlığı’nın son yıllardaki büyük tahribata rağmen hala görevlerini en iyi şekilde, fedakarca yapmaya gayret eden mensuplarının tasfiye edilmelerinin önünde artık bir engel bırakmamıştır. Doğal olarak bu durum, Dışişleri mensupları arasında haklı bir kaygı yaratmaktadır.

ÜLKEMİZDE YÜKSELEN MİLLİYETÇİLİK VE İSLAMCILIĞIN ALMANYA’YA ETKİSİ 

Amuran - Seçim sürecinde Alman basınında bizi de ilgilendiren ve endişelere yol açan haberler yer aldı. Pek üzerinde durulmadı. Gazetelerde Almanya’da bulunan Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği camilerinde çocuklara asker kıyafetleri giydirilerek törenler yapıldığı yayınlandı. Bu haberler sadece Almanya’yı değil Türkiye’yi de endişelendirmeli. Biz bu habere duyarsız mı kaldık yoksa gereken girişimlerde bulunduk mu?

Çevikiöz- Türkiye'de son yıllarda yaşanan gelişmeler sadece yurtiçinde yaşayan değil yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızı da doğrudan ve olumsuz olarak etkiliyor. Ülkemizde yükselen milliyetçilik ve İslamcılık’tan Almanya’daki vatandaşlarımız da etkileniyor, hatta bu konuda kendilerine "talimat" dahi veriliyor. Aslında bu tür haberlerin Almanya’dan önce Türkiye’yi endişelendirmesi gerekir. Ancak, devleti yönetenlerle Almanya’daki söz konusu faaliyetleri düzenleyenlerin aynı zihin dünyasını paylaşmaları gerekli tepkinin verilmesini bugüne kadar engelledi. 1980’lerin sonundan itibaren başlayan islami örgütlenme yöntemi, ne yazık ki, Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın da biat kültürüyle hareket etmelerini, dolayısıyla demokrasiye olan bağlılıklarını zayıflatıyor. Oysa bizler, çocuklarımızın camilerde asker kıyafetleri giydirilerek “dindar ve kindar” bir nesil olarak büyümesini değil, kendi düşüncesini geliştiren özgür bireyler olarak yetiştirilmesini hedeflemeliyiz.

Amuran - Efendim biz yeni sisteme uyum sağlamaya çalışırken ilginç bir gelişme oldu. Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın bir çağrısı gündeme oturdu: Savaş nedeniyle yurtdışına giden vatandaşlarının geri dönmeleri istenildi. Resmi kaynaklara göre ülkemizde 3.5 milyon Suriyeli sığınmacı var. Bu çağrı bizim işimizi kolaylaştırmaz mı?

Çeviköz - Bu sorun önümüzdeki dönemde Türkiye'nin en çok başını ağrıtacak konulardan biri olmaya adaydır. Herşey den önce bu çağrının üzerindeki Türkiye’de bulunan Suriyeliler somut etkisine bakmak gerekir. Suriye'li Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) ile International MedicalCorps (IMC) ortaklığında ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (BMMYK) desteği ile 2 Haziran 2014 tarihinde Gaziantep’te açılan Suriyeli Mültecilere Çok Yönlü Destek Merkezi’nin ilk araştırması, kalıcılık sorunsalını da kapsıyordu. Buna göre, ankete katılan Suriyelilerin aşağı yukarı %30’u Türkiye’de kalabileceklerini ifade etmişlerdi. Haziran 2014’ten günümüze dek geçen zaman içerisinde siyasi aktörlerin görüşleri de kalıcılık yönünde değişim gösterdi. Örneğin, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, önceleri tek başına bu krizi yöneten AFAD ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı’nın bütçe sunumlarına ilişkin soruları yanıtlarken, “Suriyeliler misafir midir?” sorusuna şu yanıtı vermişti:

“Maalesef ilk anda bu konuya ‘Gelecekler ve birkaç ay sonra gidecekler’ diye bakılıyordu. Ama 3,5 senelik iç savaştan sonra kalıcı oldukları görülüyor. Suriyelilerle ilgili Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, Sağlık Bakanlığı’nın ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın bulunduğu koordinasyon toplantısında artık ‘Bu insanlar kalıcı. Onun için sorunlarını kalıcı olarak nasıl çözeriz?’ diye düşünülüyor.”

Kamu Denetçiliği Kurumunca hazırlanan "Türkiye'deki Suriyeliler" özel raporuna göre de, 2011-2017 yılları arasında Türkiye'de 276 bin 158 Suriyeli bebek doğdu. Bu koşullar altında Suriyelilerin ellerini kollarını sallayarak evlerine gitmelerini beklemek zor. Bize düşen, ülkelerine dönmek isteyen Suriyelilere yardımcı olmak ve Türkiye’de kalanları da topluma entegre etmek olmalıdır. Suriyelilere yönelik dezenformasyon kampanyaları, ırkçılık, sömürü ve gettolaşma yakın gelecekte çözümü çok zor sorunlara yol açabilir. Türkiye'de kalmak isteyen Suriyelilerin topluma entegrasyonları yönünde, yapıcı ve olumlu bir siyaset izlemek CHP'nin sosyal demokrat kimliği ile de uyumlu olacaktır.

AB İLE İLİŞKİLERDE TEMEL ÖNCELİK TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞTİRİLMESİ

Amuran -  Ancak AB ile aramızdaki Türkiye ile yapılan mülteci mutabakatı, eğer bu 3.5 milyon sığınmacı Suriye’ye giderse doğal olarak sona erecektir. Bazı çevrelerce AB ile üyelik müzakerelerinin sona erdirilmemesinin nedenlerinden biri de bu mutabakatın tehlikeye girmemesi için deniliyor. Bu gelişme AB’nin almak istediği kararların önünü mü açacaktır?

Çeviköz - Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri ve bu bağlamda beliren sorunları sadece mülteci mutabakatı üzerinden okumamak, böyle bir dar alana sıkıştırmamak gerekir. Bu sorunlar çok daha derin bir nitelik taşıyor.

Başlıca iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bir yandan otoriter bir devlet yapısı AB içinde Türkiye'ye karşı olanların eline giderek güçlenen bir koz veriyor. Diğer yandan da hükümetin uygulamaları dış politikanın iç politik maksatlara yönelik şekilde araçsallaştırıldığı algısını güçlendiriyor. Bu algı haksız değil. Dış politikada birçok uygulamayı içeride oy devşirmeye yönelik faaliyetler olarak görmek mümkün. Böyle bakıldığında, AB çevreleri Suriye'li sığınmacıların da bir pazarlık aracı olarak düşünülebileceğinden endişe duyuyorlar. Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin gelişebilmesi için öncelikle dış politikanın bu sömürüden kurtarılması lazım. Sadece Suriyeli sığınmacılar üzerinden yapılmıyor bu, yerli veya yabancı, tutuklu gazeteciler ve kamuoyu önderleri konusunda da aynı tutum sergileniyor. Dış politikada rövanşizmin Türkiye’ye hiçbir getirisi olmadığının görülmesi gerekiyor. AB ile ilişkilerde üzerinde durulması gereken temel öncelik Türkiye'nin demokratikleşmesi meselesidir.

Amuran - AP'nin Türkiye raportörü Kati Piri, Türkiye’de seçimlerin adil bir ortamda gerçekleşmediğini söyledi. Cumhurbaşkanlığı yönetiminde başkanın, kuvvetler ayrılığı olmaksızın hiçbir demokraside görülmemiş ölçüde güce sahip olacağı yorumu yapıldı. “Başkan Erdoğan dünyanın en büyük demokratı da olsa kuvvetler ayrılığı her siyasiye gerekli” denildi. Bu değerlendirme daha önce de dile getirilmişti. Yeni Anayasa ile Cumhurbaşkanlığı sisteminde AB standartları gözetilmediğine göre AB’den uzaklaşıyor muyuz?

Çeviköz - Ne yazık ki evet. Yeni sistemin AB değerleriyle uyumlu yönleri yavaş yavaş yok ediliyor. Denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun, kaba güç üzerinde yükselen, adil seçim yapma kabiliyetini yitirmiş bir ülkenin AB’ye tam üyelik yolunda ilerlemesi mümkün mü?

Kati Piri'nin açıklamasında aynı zamanda AB üyeliği için liberal bir demokrasiye sahip olma gereğinin de altı çiziliyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu temel problem de budur. Yasama, Yürütme ve Yargı arasındaki kuvvetler ayırımı ortadan kalkmışsa, özgürlükler güvence altında değilse, anayasal bir sistem yok demektir. Kuvvet kimdeyse mutlak hakim o demektir. "Rıza"nın yerini "Zor" almıştır. Yeni sistemde  başkan, bütün yetkileri elinde topluyor, kuvvetler ayrımı ilkesi ortadan kalkıyor. Zaten geçtiğimiz birkaç gün içinde çıkarılan Cumhurbaşkanı kararnamelerinden de bu açıkça belli. Saray merkezli yeni sistem, AB Bakanlığı’nı da  lağvederek izleyeceği yeni AB politikası hakkında da ipucu vermiş oldu.

Amuran -  AB Genel İşler Konseyinin, Türkiye ile Gümrük Birliği'nin genişletilmesi için müzakerelere şu an için başlamama kararı alması, Türkiye’nin ne gibi kazanımlarını geciktirecek?

Çeviköz - AB Genel İşler Konseyi’nin aldığı bu karar Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği’nin aleyhine ciddi ekonomik sonuçlar doğuracak gibi. Türkiye’nin yıllardır sürdürdüğü AB tam üyelik hedefi ve yıllardır binbir emekle edinilmiş kazanımlar bir tarafa konuluyor, bunu endişe duyulması gereken bir süreç olarak görüyorum. Gümrük Birliği'nin genişletilmesi Türkiye’ye tarım ve hizmet sektöründe birçok avantaj sağlayacaktı. Gümrük Birliği’nin genişletilmesine yönelik müzakerelerin dondurulmasını, Türkiye’deki siyasi gelişmelerin ve otoriterleşmenin faturalarından biri olarak okumak lazım. Elbette, tüm bu süreç, dolaylı da olsa, Türkiye’nin insan hakları karnesini olumsuz etkileyecek yönde bazı kararların alınmasını da hızlandıracaktır.

Amuran -  Avrupa Parlamentosu (AP) Türk vatandaşlarının AB vizesinden muaf tutulmasını Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıması koşuluna bağlaması Türkiye’ye bir baskı mıdır, bu kararı hangi gerekçelere dayanarak almıştır, buna karşı misilleme olarak bizim elimizdeki koz neler olabilir?

Çeviköz - AP, kişisel bilgilerin paylaşımı konusunda AB ile Türkiye arasında müzakerelerin başlatılabilmesi için Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile tam, geçerli ve ayrım gözetmeden iş birliğinin gerekli olduğunu şart koştu. Bunu, sizin de belirttiğiniz gibi, bir tür "tanıma" çağrısı olarak görmek mümkün. Vize muafiyetinin 72 şartı vardı fakat Kıbrıs konusu Türkiye için çok önemli bir konu, diğer şartlardan farklı değerlendirmek gerekiyor. Doğrudan bir baskı unsuru taşıdığını söylemek doğru olmaz ancak bir pazarlık unsuru içerdiğini kabul etmek gerekir. Bu konuda bir misillemeden çok müzakere ile çözüme ulaşmanın yolları aranmalıdır.

Amuran -  Avrupa Parlamentosu “şimdiye kadar vizeye ihtiyaç duymadan AB’ye giriş yapan yolcuların, artık bir seyahat izni almalarını gerektiriyor. Bu sayede sınırlarımıza varmadan önce, kimin AB’ye geldiğini öğrenebileceğiz” diyor.2020’de başlayacak bu uygulama Yeşil pasaport taşıyan yurttaşlarımızı da kapsadığına göre Türkiye’ye karşı genel bir güvensizlik mi var?

Çeviköz- Hayır, bu karar sadece Türkiye’ye yönelik olarak alınmamıştır. AB’nin vize uygulamadığı ülkelerin vatandaşlarını kapsamaktadır. Avrupa Birliği Schengen Bölgesi’ne giriş çıkışlarda güvenliği artırmak amacıyla ABD’de de uygulanan, elektronik onaya dayanan ESTA’nın bir benzerini devreye sokacak. Yolculuklara ilişkin onay ve bilgi sistemi olan ETIAS’ın hayata geçirilmesiyle birlikte Schengen Bölgesi’ne vizesiz girme hakkına sahip olan kişiler ‘ön onay’ almak durumunda kalacak. Sistemin devreye girmesi Türkiye’den Schengen Bölgesi’ne vizesiz girişe olanak sağlayan yeşil ve gri pasaport sahibi yurttaşlarımızı da etkileyecek. Bu kararın alınmasında özellikle ülkemizin Avrupa’ya geçişlerde bir köprü olarak kullanılmasının engellenmesi hedefi yatıyor.

Amuran - Türk-Amerikan ilişkilerine dönersek ABD Senatosunda bizi ilgilendiren bir karar alındı. Türkiye'ye F-35 savaş uçağı satışını bloke eden karar tasarısı onaylandı. Nihai bir karar değil ama yine de ilişkilere zarar verecek bir gelişme. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 almasının ABD ile Türkiye arasındaki ortak silah sistemlerini geliştirmeyi olumsuz etkileyebileceği öne sürüldü. Bu gelişme S-400’lerden vazgeçmemizi zorlayan bir durum mu? Vaz geçtiğimiz anda bu karar, Türkiye Rusya ilişkilerine zarar vermez mi, ne yapılmalı?

Çeviköz - AKP’nin öngörüsüz dış politikası, Türkiye’nin ABD ve Rusya arasındaki manevra alanını son derece daralttı ve Türkiye’yi denge politikası izleyemez hale soktu. S-400 ve F-35 alımları bağlamında Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu ‘savrulma’ olarak nitelemek doğru olacaktır. Söz konusu silah ve uçaklar konusundaki kararlar, AKP’nin Türkiye’yi Avro-Atlantik güvenlik mimarisinin bir parçası olarak tutmak isteyip istemediğini de gösterecektir. S-400'ler Türkiye'nin içinde bulunduğu NATO'nun mevcut sistemleriyle uyumlu değildir, uyumluluğu mümkün de değildir. Ama bu sistemin alınması kararı ısrarla sürdürülüyor. Vazgeçilmesinin Türkiye-Rusya ilişkilerine olumsuz etki yapacağını düşünmüyorum. Ama yönetimin böyle bir karar alabilmesi olasılığının da bulunmadığını düşünüyorum. Bence S-400 alımı Türkiye'nin Rusya'ya giderek artan bağımlılığının sonuçlarından biridir.

ANKARA İLE ŞAM’IN DİYALOG İÇİNDE OLMASI HAYATİ ÖNEMDEDİR

Amuran -  ABD’nin desteklediği PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG’nin oluşturduğu SDG, iki ülke arasında ciddi bir krize yol açmıştı. Seçimler öncesinde Çavuşoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo bir araya gelmiş ve terör örgütü uzantılarının Membiç’dan ayrılması için düzenlenen yol haritasında anlaşmışlardı. Süreç devam ediyor. Ancak Türk yetkililerin elinde “Menbiç’te kaç tane YPG’li olduğuna” dair net bir rakam yok. Bu önemli bir güvenlik sorunu yaratmaz mı?

Çeviköz – Menbiç dahil olmak üzere Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren hususlar ortaya çıktığında, Ankara ile Şam’ın diyalog içinde olması hayati önemdedir. Daha net bir ifadeyle, her zaman öncelik diplomasiye verilmeli, müzakere kanalları açık tutularak Türkiye’nin manevra alanı genişletilmeli  ve dış politikada güvenlikçi / saldırgan / yayılmacı bir dile yaslanılarak elimizdeki seçenekler tüketilmemelidir. Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğüne zarar verecek adımların Türkiye’nin menfaatine olmadığı unutulmamalıdır. Menbiç’tekiYPG’lilerin sayısından daha önemli ve öncelikli olan husus Ankara – Şam diyaloğudur. Suriye sınırı yıllardan beri Türkiye için bir güvenlik sorunu  oluşturuyor fakat bu sorunu  artık sadece PYD/ PKK’ya indirgeyemeyiz. IŞİD de, bölgedeki diğer bütün terör örgütleri de Türkiye için ciddi sorun teşkil ediyor. AKP’nin diğer örgütleri yok sayması Türkiye için en büyük tehdittir. 

Amuran - Güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Trump’ın Putin ile birlikte Ortadoğuda “kapalı bir bölge oluşturularak çekilme sürecini hızlandırmayı önerecekleri” söyleniyor. Öte yandan yeni bir ortamda İŞİD’in yeniden bölgede güçlenmeye başladığı da öne sürülüyor. Bu öneri bölgeye istikrar getiren önlemleri hazırlar mı? Alınacak kararlar Türkiye’yi güvenlik açısından ne derece rahatlatır?

Çeviköz - Ben bölgenin rahatlamasının bölge ülkelerinin kendi aralarındaki işbirliğine bağlı olduğunu düşünüyorum. Başka ülkelerin çözüm önerileri bölgede kendi etki alanlarını oluşturmayı hedefler.  Türkiye bu meseleye dair kendi çözümünü üretmelidir. Örneğin, CHP'nin bölgede Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı'nın (OBİT) kurulması yönündeki teklifi böyle bir tekliftir. Bölgede kapsayıcı, Kürtleri dışlamadan, müzakere ile varılacak çözümler IŞİD’in taban bulmasını da engeller, yeni savaşlar yaşanmasını da. Bölge ile ilgili vekalet savaşlarına girmeden meşru aktörlerle çözüm sağlanması gerekiyor. Özellikle çok uluslu bir yapıya sahip olan IŞİD ile ilgili her ülkenin çalışma yapması gerekiyor. IŞİD ya da benzeri yapılar tamamen ortadan kalkmadan sorun çözülemez; bir anda zayıflarken, bir anda tekrar güçlenebilirler. Türkiye, kendi güvenliği için bölgesel işbirliğini teşvik etmelidir. Aksi takdirde, Suriye yönetiminin Deraa’dan sonra İdlib’e yöneleceğini de göz önünde tutarsak, Türkiye’nin güvenliği bakımından risklerin artacağını söylemek durumundayız.

TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİDEN UZAKLAŞMASIYLA BATIDAN UZAKLAŞMASI BİRBİRİYLE PARALEL

Amuran - Seçim sonuçlarıyla birlikte Cumhurbaşkanlığı sistemi devreye girdi. Ancak Batıda  bizdeki gelişmeleri endişeyle izleyen ve bu doğrultuda açıklama yapan ülkeler var. Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda nasıl bir süreci başlatmak durumundayız?

Çeviköz - Türkiye uzun bir süredir tek adam rejiminin antidemokratik uygulamalarıyla mücadele ediyor ve bu seçimlerle de bu durum sistemsel bir hale geldi. Hükümet her zaman olduğu gibi seçimlerden sonra ılımlı bir hava yaratmak istese de yayımlanan KHK’lar ve Cumhurbaşkanı kararnameleri, muhalefete karşı kullanılan söylemler, bunların altının boş olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasıyla Batı’dan uzaklaşması birbiriyle paralel seyrediyor. Türkiye’nin kendi içinde toplumsal huzur ve barışa ulaşması ve dışarıyla olan ilişkilerinin düzelmesi için ivedilikle demokratik değerlere sahip çıkması gerekiyor. Batılı ülkelerle siyasi ve kültürel anlamda iyi ilişkiler kurmak için Türkiye’nin çoğulcu, demokratik bir ülke olması; hukukun üstünlüğüne saygılı ve kuvvetler ayrılığına sahip bir yönetim anlayışıyla idare edilmesi gerekir. Bu özelliklere sahip olmayan bir Türkiye’nin dünyada yalnızlaşması kaçınılmazdır. Demokratik ve parlamenter sisteme hızlıca geri dönmek için muhalefetin bir arada çalışması gerekir. Tek adam rejimi yerine çoğulcu, herkesin kendini eşit hissedeceği bir sistemi yeniden inşa etmek bugün kritik önem taşıyor.

Türkiye'nin dış politika yönelimini, vizyonunu ve stratejisini belirlerken yaptığı tercihlerden, bu stratejiyi uygularken başvurduğu taktiklere kadar her adımda tercihlerini demokratik hukuk devleti ilkeleri doğrultusunda yapması önem taşıyor.

Amuran -  Son sorumuz sizin çalışmalarınızla ilgili. Milletvekili olarak Parlamentodaki çalışmalarınız sırasında vermeyi   düşündüğünüz  bir yasa öneriniz var mı? Nasıl bir çalışma planı düşünüyorsunuz?

Çeviköz - Tabii ki, benim kendi uzmanlık alanım dış politika. Görev alacağım komisyonlarda Türkiye’nin dış politikasındaki eksiklikleri gündeme getireceğim ve bunları halkımızla paylaşacağım. Ancak şunu da belirtmem gerekir: Yeni sistem TBMM’yi onay mekanizmasına indirgeyerek sistemin bir öznesi olmaktan çıkarıp nesnesi haline getiriyor. Muhalefet, iktidarın TBMM’yi işlevsiz kılmak için attığı adımları, TBMM’yi toplumsal muhalefetin bir parçası kılacak hamlelerle aşmaya çalışmalıdır. Demokrasinin işlerliğini sağlayabilecek tek kurum parlamentodur. Toplumun ihtiyaçlarına cevap verebileceğimiz yegâne alan da şu durumda parlamentodur; bu nedenle yapacağım yasama çalışmaları da toplumun, ülkenin ve yurttaşlarımızın çıkarlarını gözetecektir. Malum, saraydakilerin toplumun çıkarları için kararlar almak gibi bir hedefi yok. Örneğin, Türk Ceza Kanunu'nun cinsel saldırı suçlarını düzenleyen 102. Maddesindeki, 'iyi hal ve haksız tahrik' indirimlerinin kaldırılmasını öngören ve kamuoyunda 'Özgecan Yasası' olarak bilinen kanun teklifinin yasalaştırılması için mücadele edeceğim. Çocuklara karşı cinsel istismar maalesef ülkemizin kanayan yarası oldu, çocuk istismarı da bu kapsamda öncelikle ilgileneceğim konular arasında. Meclise sunacağım, çok önemsediğim bir diğer konu da hayvanlara karşı işlenen suçların ceza hukuku kapsamına girmesi. Bütün canlıları korumak insan olarak hepimizin sorumluluğu altında, toplumsal olarak bir arada yaşamak sadece insana olan saygıyla değil tüm canlılara olan saygıyla mümkün. Şiddetin yönelimi kime karşı olursa olsun kabul edilemez, şiddetin toplumsal bir sorun olduğunu kabul ederek; düzenlemeleri buna göre yapmalıyız. Çalışmalarımı bu eksende yoğunlaştıracağım.

Amuran – Zor bir süreçte milletvekili oldunuz. Ancak her konumda etkili çalışmalar yapılabilir. Parlamento’nun saygınlığı yanında etkinliğinin de bir şekilde korunacağına inanıyoruz. Size başarılar diliyoruz. Özlü ve doyurucu açıklamalarınız için teşekkürler.

Çeviköz – Ben teşekkür ederim.

Odatv.com