'Toplanma alanlarına AVM yapıldı!'

'Toplanma alanlarına AVM yapıldı!'

İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, korkutan 5.8'lik İstanbul depreminin ardından, şehirdeki toplanma alanlarına yapılan AVM'lere dikkat çekti. Özdağ, "Saray’ın derhal İstanbul’u yeni bir strateji ile depreme hazırlaması gerekmektedir" dedi.

İstanbul'da 5.8 şiddetindeki deprem, "İstanbul depreme ne kadar hazırlıklı?" sorusunu yeniden akıllara getirdi.

Paniğe neden olan depremin ardından açıklamalarda bulunan İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ, "AKP iktidarı, İstanbul depremini Türkiye için bir milli güvenlik olgusu olarak değil, sadece karlı bir pazar alanı olarak görmektedir" ifadelerini kullandı.

Yaptığı yazılı açıklamada, toplanma alanlarının AVM'lere dönüştüğünü ifade eden Özdağ, "1999 depreminden sonra (1999-2003) İstanbul Valiliği İl Afet Kurulu, İstanbul'da olası afet sonrası için 493 toplanma ve çadır alanı oluşturdu. Olması gereken aradan geçen 20 yıl içinde şehrin artan nüfusunu göz önüne alarak 493 toplanma ve çadır alanının sayısının 693’e çıkarılmasıydı. Oysa, bugün bu oluşturulan deprem toplanma alanlarının 3/4'ü gökdelen, AVM ve konuta dönüştü" dedi.

Özdağ'ın açıklamaları şöyle:
"17 Ağustos’ta büyük Marmara depreminin yirminci yılını geride bıraktıktan kısa bir süre sonra İstanbul 26 Eylül 2019’da 5.8 büyüklüğünde bir deprem yaşadı. 26 Eylül Depremi öncesinde 24 Eylül’de 4.7 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. 25 Eylül’de ise İstanbul 26 kez 2.8 ile 3.4 şiddetinde depremler hissedildi. 26 Eylül’de ise 5.8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Aslında son 13 günde bir hareketliliğin olduğu Kandilli Rasathanesi kayıtlarından görülmektedir.

Bundan sonra ne olacağı konusunda uzmanlar tartışmaktadır. Dileğimiz, Türkiye’nin ve İstanbul’un büyük depreme hazırlanmak için zaman kazanmış olmasıdır. Saray’ın derhal İstanbul’u yeni bir strateji ile depreme hazırlaması gerekmektedir.

Dünyanın en etkin deprem kuşaklarından biri olan Akdeniz-Alp-Himalaya deprem kuşağı üzerinde bulunan ülkemiz, Marmara depremi ile etkileri uzun yıllar boyunca sürecek büyük bir acı ve yıkım yaşadı.

Ülkemiz, coğrafi, jeolojik ve topoğrafik yapısı ve sahip olduğu iklim özellikleri nedeni ile sık sık can ve mal kaybına neden olan doğal afetlerle karşılaşmaktadır. Bu doğal afetlerin başında depremler yer almakla birlikte, su baskınları, heyelanlar, yangınlar, çığ, fırtına, yeraltı suyu yükselmeleri gibi meteorolojik kökenli afetler de can ve mal kaybına neden olmaktadır.

Mevcut kayıtlara göre son yüzyıl içerisinde ülkemizde hasara yol açan 130 deprem meydana gelmiş, bu depremlerde 85 bin yurttaşımız yaşamını yitirmiştir. 500 bin yapı ağır derecede hasar görerek yıkılmıştır.

Ülkemiz topraklarının yüzde 92'si deprem kuşağında yer almaktadır. Nüfusun yüzde 95'i deprem bölgelerinde yaşamaktadır. Sanayi tesislerimizin yüzde 75'inin deprem tehlikesi altında bulunduğu gerçeğine rağmen, yapı üretim süreci, mevcut yapı stoku, kentleşme ve imar politikaları, afet sonrası planlama, mevzuat gibi nedenler, Türkiye'yi 1999 depremine taşıyan tablonun parçalarını oluşturmuş, ülkemiz 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999'da GÖLCÜK ve DÜZCE-KAYNAŞLI depremleri ile büyük bir yıkımla karşı karşıya kalmıştır.

Yaklaşık 14 milyon 500 bin insanın yaşadığı 10 ili etkileyen bu deprem sonucunda 18 bin 373 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 48 bin 901 vatandaşımız yaralanmış, 505 vatandaşımız sakat kalmış, 96 bin 796 konut ve 15 bin 939 işyeri kullanılamaz hale gelmiştir. Merkez üssü İstanbul'a yaklaşık 120 kilometre uzaklıktaki bu depremde İstanbul'da 981 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 3 bin 011 konut ve 444 iş yeri kullanılamaz hale gelmiş, 29 bin 170 konut ile 4 bin 474 işyeri (orta ve az derecede) hasar görmüştür.

Her 17 Ağustos'ta, bilim insanları, STK temsilcileri ve depremin etkisini en yoğun şekilde yaşamış yurttaşlarımız, kamuoyuyla aynı sorunları yıllarca hatta bugün itibarıyla 20 yıldır paylaşıyor. Artık dertleri ve acıları paylaşmanın ötesine geçerek önlemlerin alınması gerekmektedir. Sorumluluk Saray’ın omuzlarındadır.

Konuştuğumuz İstanbul Depremi İstanbul’un sadece geçmişi değil, aynı zamanda bugün yaşadığımız gibi bugünü ve yarınıdır. İstanbul’da bir deprem olup olmayacağını konuşmuyoruz. İstanbul depremi yaşıyor ve çok büyük bir depremi yaşayacaktır. Büyük Deprem gerçekleşecek, sadece gün ve saatini bilmiyoruz.

Aradan geçen 20 yıldan sonra, gerekli derslerin alınarak depreme dayanıklı yapılarda güvenli ve huzurlu bir yaşamın sürüldüğü, depremi Japonya gibi aldığı önlemler ile büyük ölçüde etkisiz hale getirmiş bir ülke olmalıydık. Ancak durum bunun tam tersi oldu. AKP iktidarı, İstanbul depremini Türkiye için bir milli güvenlik olgusu olarak değil, sadece karlı bir pazar alanı olarak görmektedir. Deprem sonrası oluşan acılar ve korkular suistimal edilerek deprem sözü, rant sözüyle eş anlamlı hale gelmiştir.

Dünya ölçeğinde 'deprem riskli kentler' sıralamasında ilk 10'da yer alan İstanbul'un olası bir depremde, ulaşım yapıları ve köprülerin, dolgu alanlarının, tarihi eserlerin vereceği tepki bilinmemektedir. İstanbu, bugün 26 Eylül 2019’da ortaya çıktığı gibil ağır bir depreme her geçen gün biraz daha yaklaşırken dere yataklarını bile yerleşime açan imar uygulamaları, imar afları yaklaşan depremin sonuçlarını daha da ağırlaştıracaktır. İstanbul depremi; hastane, yurt, okul vb yapıların mevcut durumundaki belirsizlikler, kentsel dönüşüm projelerindeki yanlışlıklar, su taşkınlarında bile yetersizliği açığa çıkan altyapı sorunları, deprem bilincinin yeterince yaratılmaması gibi nedenlerden dolayı tahmin edilenden de öte yıkıcı bir etki altına gireceğini göstermektedir.

1999 depreminden sonra (1999-2003) İstanbul Valiliği İl Afet Kurulu, İstanbul'da olası afet sonrası için 493 toplanma ve çadır alanı oluşturdu. Olması gereken aradan geçen 20 yıl içinde şehrin artan nüfusunu göz önüne alarak 493 toplanma ve çadır alanının sayısının 693’e çıkarılmasıydı. Oysa, bugün bu oluşturulan deprem toplanma alanlarının 3/4'ü gökdelen, AVM ve konuta dönüştü.

Deprem sonrasında İstanbulluların çocuklarının ve kendilerinin canlarını kurtarmak için kendilerini atacakları, ilkyardıma ulaşacakları alanlar AKP iktidarı tarafından sermayeye talan ettirilmiştir. Bu yapılırken iktidar sözcüleri;

Okul ve cami bahçelerinin, parkların, boş arazilerin hatta dolgu bölgelerinin toplanma alanı olduğunu belirtmektedir. Altını çizerek ifade ediyorum ki, okul, cami bahçelerini, parkları afet sonrasında toplanma alanları olarak kamuoyuna sunmak kamuoyunu yanıltmaktır.

Deprem toplanma alanı üzerinde konteyner kentlerin kurulabileceği, elektrik, su, ısınma, duş, tuvalet gibi temel ihtiyaçların karşılanabileceği altyapıya sahip büyük ve geniş alanlar olarak tarif edilmektedir. Bu alanların kolay ulaşılabilir yerlerde bulunması zorunluluktur. Okul ve camilerin bahçeleri, çocuk parkları ancak geçici olarak ilk anda kaçılabilecek yerlerdir fakat deprem toplanma alanı değildir.

İstanbul'da mevcut toplanma alanlarının sayısı, durum ve konumu, sağlık hizmetlerinin durumu, içme suyu temini, acil durum yollarının akıbeti gibi bilgileri AKP yönetimi halk ile paylaşmamaktadır. Bu durum kentin depreme hazırlıksız olduğunun da bariz bir göstergesidir.

Türkiye'de yaklaşık 20 milyon yapı bulunmaktadır. 20 milyon yapının yarısı güvenli olmaktan uzaktır, ruhsatsız ve kaçak inşa edilmiştir. İstanbul'da bulunan yaklaşık 2 milyon binanın da yarısı aynı şekilde güvenli ve sağlıklı olmaktan uzaktır. Pek çok yapı kaçak üretilmiştir, ruhsatsızdır ve mühendislik hizmeti almamıştır. Bu yapı stokunun büyük oranda yenilenmesi, güçlendirilmesi gerekmektedir.

Bazı binalar o kadar kötü inşa edilmiştir ki, depreme gerek kalmadan bulunduğu yerde yıkılmaktadır. Örneğin, Diyarbakır'da çöken Hicret Apartmanında 93 kişi hayatını yitirmiştir. Konya'da çöken Zümrüt Apartmanında 92 kişi hayatını kaybetmiştir. 2018’de İstanbul-Beyoğlu-Sütlüce'de çöken bir apartman, Ümraniye-Fatih Sultan Mehmet Sanayi Sitesi Caddesi'nde devam eden bir inşaatın çöken istinat duvarı ile 6 Şubat 2019'da Kartal'da çöken Yeşilyurt Apartmanında 21 kişi hayatını kaybetmiş,14 kişi yaralanmıştır. Kartal'da 21 canın kaybına neden olan Yeşilyurt Apartmanı'nın çökmesinin ardından Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, en riskli alanların bakanlığa bildirilmesi için 81 ilin valiliklerine gönderdiği genelge ile, her belediyenin kendi iline veya ilçesine dair en geç 3 ay içerisinde "Kentsel Dönüşüm Strateji Belgesi" hazırlamaları talimatını vermişti.

Şimdi soruyorum: Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un, il ve ilçe belediye başkanlıklarından istediği "Kentsel Dönüşüm Strateji Belgesi", hangi belediyeler tarafından hazırlanarak bakanlığa gönderilmiş, gönderilmiş ise bakanlık riskli binalar/alanlarla ilgili nasıl bir çalışma yapmıştır?

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un en geç 3 ay içerisinde gönderilmesini istediği "Kentsel Dönüşüm Strateji Belgesi",il ve ilçe belediye başkanlıkları tarafından bakanlığa göndermediyse, Bakan Murat KURUM ne yapmıştır?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nca 16 Mayıs 2012'de Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi ile ilgili kanunun yayınlanmasının ardından ülkemizde kentsel dönüşüm süreci başlamış oldu. Her ne kadar deprem tehlikesi üzerinden toplumsal meşruluğu sağlansa da, kentsel dönüşüm projelerinin rant değeri yüksek bölgelerden başladığı sır değildir.Bu konuda geçmiş dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet ÖZHASEKİ, kentsel dönüşüm projelerinin doğru olduğunu ancak yoğunluk artışına gidilerek kentsel rezaletlerin ortaya çıktığını, projeler bağlamında rant savaşlarının yaşandığını, itiraf etmiştir.

26 Eylül günü yaşadıklarımız bir kez daha göstermiştir ki, depreme karşı önlem özellikle Türkiye ekonomisinin başkenti olan İstanbul’da depreme karşı önlemler Türkiye’nin ulusal güvenliğinin en önemli parçalarından birisidir. İstanbul’un depremi en az insani kayıp ve ekonomik maliyet ile aşabilmesi için gereken önlemler hızla alınmak zorundadır.
Saray, 26 Eylül 2019’da gerçekleşen 5.8 şiddetindeki depremi bir şans, bir erken uyarı, bir son fırsat olarak değerlendirmeli ve hızla yeni İstanbul deprem stratejisini yürürlüğe koymalıdır. İstanbul’a tekrar geçmiş olsun."