Horoz tavuk hikâyeleri arasında

“-cek” ne güzel ektir. Söylersin, damağa bir parmak bal, kulağa bir hoş ninni. Uyursun, unutursun. Zaten herkes unutmuştur.

“-cek”leri, “-ceğiz”leri sevin dostlar. Şu kötülükler dünyasında onlardan daha etkili yatıştırıcı yoktur.

Geçen hafta gazeteler, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın helikopterle Besa İnşaat'ın Bodrum Gündoğan Çetili Burnunda “The BO riveara’sının - Ne menem dilse!- üstünde gezdiğini yazınca:

“Denizin işgalini mi görmeye geldi, şirketin sorunlarını çözmeye mi?” demiştim. Haftası dolmadı. Tesadüf bu ya inşaatın üzerindeki yasak, bir üst mahkeme tarafından kaldırıldı.

Şirket sahibi, kaba inşaat nedeniyle yapılaşmanın yoğun göründüğünü savunarak “4000 ağaç dikeceğiz. Peyzaj düzenlenmesinden sonra görüntü daha farklı olacak” demiş.

Sizce insanımızı “-cek, -ceğiz” masallarıyla avutup, deveyi havutuyla yutanlar 3621 sayılı kıyı yasasından habersiz olabilirler mi?

***

Malum bu yıl doğanın kucağına kaçtık. Şimdi bu hayatın çırağıyız. Yıllardır buralarda yaşayanların yaptıklarına bakıp, söylediklerine kulak verip kendimize bir yol çizmeye çalışıyoruz.

Buraya geldiğimiz günlerde bizi sıcacık bir “Hoş geldiniz, hayırlı olsun!” dilekleriyle karşılayan Hacı Müşerref Hanım;

“Gezen tavuk yapın, yumurtası omegalı olur. Yaşlısınız. İhtiyacınız var” dedi.

Hani, şehirde, köy tavuğu yumurtası diye diye, bi dünya hormonlu yumurta yediğimizi bilenlerdeniz.

“Olur” dedik ve hemen bir horoz, beş altı da tavuk aldık. Bir iki hafta geçti geçmedi, bir de ne görelim bahçede ne çiçek kaldı, ne sebze.

Hanım bastı çığlığı:

“Ah sebzelerim, vah çiçeklerim!”

Bu defa, karşı bahçeden Sütçü Hatçe seslendi:

“Komşu, tavuğun varsa, bahçeyi; malın (keçi koyun, sığır) varsa ağacı unut.”

Vazgeçtik omegalı yumurtadan. Yumurta olsun yeter, dedik. Çevirdik bir evleği, feda olsun size deyip bir yer yaptık. Her tavuğa neredeyse yüz metre kare, strese girmezler herhalde dedik.

Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında diye düşündük, ne gezer. Sırtımızı döndüğümüz anda horoz bir yandan, tavuklar bir yandan yıkıyorlar ortalığı.

Bu defa da Ayşe teyze seslendi:

“Tavuk, bir ambar darıyı yemiş, dönüp ardına bakmış. Daha yok mu demiş. Bu dünyada tavuk soyunun doyanına rastlayan olmamış, derler. Hiç mi duymadın komşum!”

“Hey Allah’ım! Başımıza nereden sardık bunları biz” dedik demesine de her gag, dediklerinde de torba torba yem vermeye devam ettik. Çoğaldıkça çoğaldılar. İnanın onları beslemek için elde avuçta ne varsa verdik. İşin sonu nereye varacak biz de bilmiyoruz.

***

2004 yılında MEB, AB hibe kredisiyle ilköğretimde müfredat değişikliği işine girdi. Doğal olarak tüm ders kitapları da değişti. Yine o dönemde ders kitapları da öğrencilere devlet tarafından parasız olarak dağıtılmaya başlandı. Birçok yayınevi de önemli miktarda paralar yatırarak yeni müfredata uygun kitap yazma işine girişti. Ne tesadüftür ki seçilen kitapların hemen hepsi çiçekli böcekli yayınevlerinin kitaplarıydı.

Bunlardan biri de Koza İpek Yayınevi'ydi.

Peki, bu yayınevi kimindi?

FETÖ firarisi Akın İpek’in.

Dönemin Milli Eğitim Bakanı kimdi peki?

Hüseyin Çelik.

Nereden mi aklıma geldi?

Geçen hafta gazeteler, FETÖ firarisi İpek’in Marmaris’teki beş yıldızlı otelinde zamanında özel misafir olarak ağırlanan AKP’nin ekabir takımı arasında Bay Çelik’in adını görünce aklıma geliverdi.

Nereden nereye değil mi?

***

Hiyerarşi dediğimiz şey, her yerde olduğu gibi bizim kümeste de var. Bizim kümesin lideri çalımlıdır, uzun öter. Özgüveni çok yüksektir. Ötüşleri öte mahallelerde yankılanır. Zaman zaman kümesteki horozların kimileri ona karşı dikleşirler; ama onun her dikleşmeye karşı taze bir oyunu hazırdır.

Bir kümeste onca horozun arasında lider olmak kolay mı?

Onun da ittifakları vardır elbette. Örneğin bu horozların içinde biri vardır. Efendi mi efendidir. Bu ikisinin yedikleri içtikleri ayrı gitmez. Efendinin maiyetinde ne kadar tavuk varsa hepsi başkanın da emrindedir. Onlar o denli iç içedirler ki dışarıdan bakan hangi tavuk, hangisinin emrindedir anlayamaz.

Hal böyleyken dostlar, dün gece bizim kümeste kıyamet kopmuş.

Bu sabah yine erkenden kümese gittim. Ne göreyim, her taraf perişan. Civcivler ölmüş, piliçlerde tüy telek kalmamış.

Önce kümese sansar girdi sandık. Ama üstü başı kan içinde reisi görünce herhalde kümes ahalisi ayaklandı diye düşündük.

Baktık, efendi yoktu ortalıkta. Ara tara, onu da büyük bir çalının içinde bulduk. O da perişan olmuştu.

Anlaşılan iki horoz kapışmış, olan da civcivlere piliçlere olmuştu.

İyi de ruh ikizi, dost iki horoz niye kapışır?

Eee, iki horoz bir çöplükte ötmez diye boşuna dememiş atalar.

Önceki ve Sonraki Yazılar