İdikut

İdikut, arabayla Urumçi’den 2,5 saatten de daha uzakta bir köy. Burada devasa bir kentin duvarları var. Pek (hatta hiç) bilinmediğinden bu yapı insanı şaşırıyor.

İdikut’un ne Çin’de ne de ülkemizde, doğru dürüst ne fotoğrafı ne de bilgisi var. Buraya Koçu da deniliyor ancak Uygurlar köylerine ve bu devasa kalıntıya İdikut diyorlar.

Doğrusu bu denli büyük bir yapıyla karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Kalıntılar sadece Türk değil, elbette Çin tarihi için de çok önemli. Arkeolojik araştırma yapılsa bu toprakların daha neler barındırdığını göreceğiz. İnsanın canı sıkılmaz mı? Böylesi bir yer var ama heyhat!

Kale kalıntısının çevresi kötüydü. Arka taraflarında insan tahribatı büyüktü; ateş yakılmış, çöp atılmış vs. Yine de koruma altında. O koruma da olmasa 3-5 yıla kalmaz yıkılıp gidecek gibi görünüyor.

Geç kaldığımızdan ve Türk olduğumuzu öğrendiğinden ötürü İdikut’un Uygur bekçisi bizi biletsiz içeriye aldı ama bu devasa yapının tadını çıkartamadık.

Ancak dikkatimi çeken ve beni şaşırtan sadece bekçi değil, İdikut’ta polis dâhil herkesin Uygur olmasıydı. Tek bir Han Çinlisi görmemiştim. Tabi bölgeye yatırım da -kaleyi gezmek için sağlanan golf türü arabalar hariç- sıfır noktasında.

Bu gözlemleri TRT Avaz’a “İpek Yolu” belgeselinin çekimlerini yaparken yaptım.

Diğer şaşkınlığımsa tokat gibiydi: Urumçi’ye geri dönüş yolunda hava kararmaya yüz tutarken İdikut halk pazarının içinden geçtik. Mükemmel görüntüler var.

Cipten fırlayıp çekimlere başladım. Trafik de (insanlar ve tekerli tezgâhlar) ağır ilerleyince pazar içinde yeteri kadar çekim yapıp cipe geri döndüm. Ama o ne! Şoför beni handiyse dövecek. Şoförümüz Urumçi’de yaşayan bir Han Çinlisi. Bana bağırıyor. Çünkü aniden dışarıya çıkıp insanları arabada bırakmışım. Bana, kendisi Han olduğu için Uygurların kendisini öldürebileceğini söyledi. Ağzım açık kalmış ne diyeceğimi şaşırmıştım.

İpek Yolu boyunca başka şaşkınlıklarım da oldu. Örneğin; Sanırım Gansu eyaletinde bir çekim sonrası yolumuzu kaybettik ve nasılsa bir yerlere çıkarız diye devam ettik. Toprak bir yoldayız. Kilometreler sonra arabanın da gidemeyeceği bir yerde bir yapı gördük. İndik, yürüyerek toz toprak terkedilmiş kocaman bir kaleye vardık.

Etrafta ne bir işaret, ne bir bilgi, ne yol, ne de insan var. Sanki ilk biz keşfettik. O kale, o haliyle bile İngiliz’in 10 tane Stonehenge’i eder. Demek ki daha kaybolsak nereleri keşfedecektik. İşte bu şaşkınlıklar hem Çin’e hem Türkiye’ye ders olsun…

Türkiye’ye ders için sözü Prof. Celal Şengör’e vereyim:
Celal Hoca Tibet’i şöyle anlatıyor; “Bütün gücümle destekliyorum Çin emperyalizmini. Nasıl mutlu oldum bilemezsin. Hararetle Çinlileri tebrik ettim orada."

‘Keşke başka yerleri de alabilseydiniz’ dedim. Asya’da hâlâ Çinliler’in almasında fayda gördüğüm yerler var. Aynı şeyi Ruslar’a da söyledim.

‘Siz Asya’nın yarısını kurtarmışsınız’ dedim. Rus imparatorluğu sınırları içinde kalan yerler tam anlamıyla Avrupa.

İrkutsk’a gidiyorsun, operalar filan, tramvaylar işliyor…

Tibet köylüleri akıl almaz fakirler. Dünyadan bihaberler. Hani bizde vardır ya, meczuplar dolaşır, saçları yapışmış, surat simsiyah, ellerinde çöplerle filan görürsün arada, hepsi o tip işte.

Hepsi aynı adamların. Düşünebiliyor musun, biz arazideyken bazen yemek yemek için duruyorduk. Adam elli metre yakınına geliyor, kokudan duramıyorsun, felaket bir şey.

Biz dolaşırken, Batılılar başladılar ‘Bu Çinliler ne kötü işler yapmış, Tibet kültürünü öldürmüş, yazık, muhafaza edilmeliydi’ diye konuşmaya.

Ben bunu duyunca patladım. ‘Siz neden bahsediyorsunuz ya, delirdiniz mi? Biraz önce okula giden çocukları gördük. Güzel üniformalarını giymişler, ellerinde çantaları, okula gidiyorlar. Bu, Çinliler sayesinde olmuş. Tibetliler’e kalsa, bu papazlar yüzlerce yıldır yaptıkları gibi yine kanını emecekler Tibet’in. Baksanıza etrafınıza, burası bir Ortaçağ toplumu. Bir de Tibet kültüründen söz ediyorsunuz, tüküreyim ben öyle kültürün içine. Yani bir yerde bir mafya kültürü olsa, kültür diye hürmet etmemi mi bekliyorsunuz?” diye bağırdım… “Gelenek görenek insanın aleyhine ise bunların geliştirilmesi lazım. O zaman biz mağarada oturalım. Ne işimiz var kentlerde? Çinliler geldikten sonra bu papazların bütün gücünü kırmışlar. Çocukları mektebe gönderiyorlar, Tibet halkını entegre ediyorlar. Efendim Tibet bağımsızlığını kaybetmiş.

Kaybetmese ne olurdu ki? İy ki kaybetmiş. Tibet’in bağımsız olduğu zamanları da hatırlıyoruz, kimse giremiyordu içeriye. Tibet hakkında bilgi toplanamıyordu. Eğer Çinliler olmasaydı biz de gidip göremeyecektik oraları. Fikir sahibi olamayacaktık…

Ben Avrupalılara ‘Siz delirdiniz mi, yazık değil mi bu insanlara? Yani siz romantik eski kültür göreceksiniz diye bu insanlar hep burada sürünsün mü?’ dedim.” (Bir Bilim Adamının Serüveni ‘Celal Şengör Kitabı’ Söy. Sefa Kaplan, T. İş Bank. Yay.)

Bu da Çin için ders olsun:
Aziz Nesin Almanya’ya gittiğinde oradaki Türkleri görüp çok şaşırıyor. Çünkü oradaki Türkler, Türkiye’deki Türklerden çok daha sofu. Müslümanlık irtica derecesinde tavan yapmış. Hâlbuki oradaki Türklerin, Türkiye’dekilerine göre daha da modern olacağını düşünüyormuş.

Şöyle diyor kısaca “Bunu sonradan çok düşündüm. Oraya giden Türkler İstanbul’u dahi görmeden, bırakın İstanbul’u, yaşadığı köyün bağlı olduğu kenti bile görmeden, doğrudan köyünden Almanya’ya geliyor. Köyünde içecek suyu, yıkanacak sabunu bile yokken, Almanya’da gördükleri bu insanları şoke ediyor: Binanın önüne geldiğinde kapı otomatik olarak açılıyor. Ülkede mükemmel bir sistem tıkır tıkır işliyor. İşte tüm bunlar bu cahil insanları korkutuyor ve kendi içine dönüyor. İşte o da sahip olduğu tek kültüre dönüp ona sarılıyor. Bildiği tek kültür din kültürü. Çünkü başka hiçbir şey bilmiyor.”

Bu da Uygur kandaşlarımız için ders olsun:
Şurası da kesin ki Uygur Türklerinin sorunlarını kat’i olarak Batı çözmeyecek. Batının çözümü çok net olarak şu ve görüldü; “Siyonizmin yönettiği CIA’nın kurduğu İŞİD vs.’ye katılmaktır.”

Böyle giderse Uygurlar için durum kesinlikle şu: Çok daha fazla kullanılacaklar ve her şey çok daha kötüye gidecek. Bu Siyonist pislikler özellikle de ve kesinlikle dini yüzde 100 kullanacaklar. Ve böyle giderse Uygurlar kesinlikle eskisinden daha mutsuz olacaklar, elbette hepimiz de öyle olacağız!

Bu da herkese ders:
Keşfedilmeyenleri, yani yeni İdikutları birlikte keşfetmek için ve Uygurları kurtarmak (!) istemenin biricik yolu var: Çin-Rusya birlikteliğiyle zekice dayanışmaya girmek ve Avrasya’nın, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün ve BRICS’in sınırlarını genişletmek.

Çözüm sadece ve sadece Avrasya dayanışmasında. Hiç birimiz için ikinci bir yol yok!

Önceki ve Sonraki Yazılar