Dağhan Dönmez

Dağhan Dönmez

KARANLIĞA MEKTUPLAR

“İki gözüm Ayşe, sana derhal cevap vermek istedim, buna rağmen görüyorsun ki 10 gün kadar geç kaldım. Sebebi basit, benim her zamanki hastalığım: Yine âşıkım. Ah Ayşe, vallahi artık ben de şaşırdım, 15-16 yaşımdan beri şöyle bir haftacık olsun âşık olmadan durduğumu hatırlamıyorum. Mütemadiyen, bilafasıla (aralıksız) ve şiddetle âşıkım. Zannetme ki öyle üstünkörü şeylere aşk ismini veriyorum, benimkilerin her biri ateşlilikte Verter’i, bakirlikte Romeo’yu geride bırakacak şeyler. İşin tuhafı her seferinde ilk defa aşık oluyormuşum gibi bilmediğim heyecanlara ve ihtisaslara (duyarlılıklara) düşmemdir. Bu ihtimal her aşkımın nevi ve şekil itibariyle diğerinden çok farklı olmasındandır. Galiba evvelce de söylemiştim, bende aşk mıknatisiyet (çekim) gibi bir şey, daima mevcut, yalnız mıknatısa yapışan cisimler değişiyor.”*

Böyle yazmıştı Sabahattin Ali, Ayşe Sıtkı’ya mektubunda. İhtimal, otuzlu yılların hapishane günleriydi. Mektup, hapishane arkadaşıdır bir nevî, askerlik arkadaşı. Öylesine tecrit günlerinde tutar ellerinizden; sevgilinin kokusunu taşıtır kağıda. Ama en çok da aşka yârenlik eder mektup. Aşk da bir çeşit mahpusluk değil midir? Bile isteye hüküm giymek! Hatta aşk mektuplarının pulu, mahpusa düşer kimi zaman.

Henüz on altı yaşlarında bir gençti Attilâ İlhan. İzmir’de, Karşıyaka Lisesi’nin yolunu eskitirdi. Gidip geldiği yolda, yoldaki evde, bir kız görürdü. Pencerelerde açan çiçeklere benzerdi kız. Günlerden bir gün, mektup bıraktı ona. Nazım Hikmet’in sesi akıyordu mektuptan. Döküldüğü yerden içti kelimeleri, pencere kızı. Genç Attilâ, yırt demişti okuyunca. Nazım yasaklıydı. Nazım’ın şiirleriyle aşk yaşamak da! Kıyamadı kız, yırtamadı mektupları. Yakalandı genç Attilâ, hapse yollandı.

Orhan Veli, hapse düşmedi âşıklıktan. Koca kentin göklerini, duvar etti kendine. Şöyle yazacaktı Nahit Hanım’a mektubunda: “Nahitçiğim, İstanbul muhakkak ki güzel şehir. Ama benim için güzel şehir, çirkin şehir diye bir şey yok. Sadece senin bulunduğun şehir, senin bulunmadığın şehir diye bir şey var”* Oysa daha eskilerde, yalnız şehirler ayırmazdı aşıkları. Savaşlar, esaretler ayırırdı. Mutlu aşk yoktu. Üstelik Aragon’dan önce…

1900’lerin başıydı. Yine ayrı şehirlerdeki iki aşık, mektuplaşıyordu. Sarışın, mavi gözlü, zeki bakışlı genç şöyle yazıyordu sevgilisine, Madam Corrine’e: “Yolculuğumda beni yalnız bırakmak istemedin, mektubunla bana refakat ettin. İşte bu yüzden yolculuğum süresince zihnim sadece seninle meşguldü. (…) Sana Sofya hakkında ilginç haberler veremeyeceğim, fakat açıkça kendimi cehennemde gibi hissettiğimi söyleyebilirim. (…) Seni bütün kalbimle öper, burada tek tesellim olacak mektuplarını beklerim sevgili Corinne.” Sevgilisinden gelecek mektupları bekler gibi hatta onun ötesinde, hürriyeti, istiklâle kavuşulacak günleri bekliyordu genç subay Mustafa Kemal! Şöyle yazacak bir başka mektupta: “Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri, fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminine taalluk etmiyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle ifâ edilmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza edeceğim!”

Böylesine anlamlı bir günde, ölümün değil; ölümsüzlüğün saygı duruşuna dikileceğimiz bir günde başlıyorum yazılarıma. Yurt Gazetesi’nde bundan böyle her pazar, “Karanlığa Mektuplar” göndereceğiz. Selam olsun!

mum: Dostum Başak İlhan’ın kuratörlüğünü yapacağı “SANCI” isimli serginin açılışı, 15 Kasım Cuma günü Taksim Endless Art Otel’de yapılacak. Sanatseverlere tavsiye edilir!

Kaynaklar: 1) Hep Genç Kalacağım, Yapı Kredi Yayınları 2) Orhan Veli, Yalnız Seni Arıyorum, Yapı Kredi Yayınları 3) Emre Kongar, Atatürk, Remzi Kitapevi

Önceki ve Sonraki Yazılar