KENT, ÖZGÜRLÜK, ŞİDDET VE KADIN

“Kent havası insanı özgür kılar” diye Alman topraklarından çıkma bir söz vardır. Ortaçağ’ın ağır feodalizminin mezar kazıcısı olarak filizlenen kent burjuvazisinin, din temsilcilerini devre dışı bırakarak hayata geçirdiği bir toplumsal sözleşmenin özeti niteliğinde bir söz. Gerçekten de kent; feodalizmin aşılarak özgür bir ticaret ortamı sağlamıştır. Takip eden yüzyıllarda Sanayi Devrimi’nin de gerçekleşmesiyle kent, sadece ticaret yapanlar için değil, toprağa bağlı çalışan insanlar için de görece bir özgürlük ortamı sağlamıştır: emeğini istediğine satma özgürlüğü.

Kentler fabrikalar etrafında büyüyor, büyüyen kentler daha büyük üretim merkezleri oluyordu. O kadar fazla üretim artmıştı ki artık erkeğin emeği tek başına yetmiyordu. Artık kentlerde kadın emeği de üretimin bir parçası oldu. Kadın mücadelesi tarihinin dönümü de bu nokta olmuştur: Kent havası özgürleştirmeye devam ediyordu.

Peki, Marks’ın söylemiyle üretim araçlarının, ticaret mallarının, gereksinimlerin toplandığı ve yüksek zevklerin temsil edildiği kentler “şiddet mekânları” haline nasıl geldi?

Emekçi kitlelerin, üretim alanlarından kent yaşantısına itilmesi üzerine David Harvey’in yazdıkları kesinlikle okunmalı. Özellikle sanayiden arındırılan veya sanayi kadar hizmet sektörünün de ağırlık kazandığı büyük kentler, ekonomik kriz ortamlarında daha kırılgan hale geldiler.

Öncelikle şunu belirtelim; bunalım dönemlerinde büyük şehirlerde suç ve şiddet eylemlerinin artması sadece Türkiye’ye özgü bir problem değil. Mesela 1970’li yılların kriz ortamında New York, can güvenliğinin olmadığı bir şehir haline gelmişti. Ülkelerin ya da kentlerin özgün koşulları sadece şiddetin kime dönük olacağını belirliyor.

Bugün Batı şehirlerinde göçmenler başta olmak üzere farklı kesimlere dönük suç işleme eğilimi oldukça yüksek, örneklerini sürekli görüyoruz. Bunun sebepleri olarak İslam karşıtlığı, kısıtlı iş imkanlarını yeni gelenlerle paylaşmayı reddetmek, kültürel uyuşmazlık gibi maddeler sayılabilir.

Türkiye’de ise durum biraz farklı. Muhafazakar iktidarların kadını ekonomik ve sosyal hayattan çekmeye dönük adımları, aynı çevrenin siyasetçilerinin kadın düşmanı açıklamaları ve yargının uzun zamandır şiddet uygulayanlara dönük caydırıcı yaptırımlar uygulamaması şiddetin yönünü kadınlara çeviriyor. Ekonomik kriz ortamına eşlik eden sosyal çöküntü taciz, tecavüz gibi suçları da tetikliyor. Şuan İstanbul’un en özgür sayılan semtlerinde bile her gün kadına dönük onlarca suç işlenmektedir. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Kasım 2019 Raporu’na da baktığımızda kadın cinayetlerinin en fazla İstanbul, İzmir, Antalya gibi büyükşehirlerde işlendiğini görüyoruz.
Maalesef şuan Türkiye’de şiddet uygulamanın en kolay olduğu kesim kadınlardır. İktidar sahipleri ise İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi kanununun hükümlerini uygulamak yerine kadın cinayetlerine tepki gösteren kadınların mücadelesine engel olmaya çalışıyor. Ne olursa olsun kentlerin ve kadınların özgürlüğünün tekrar yükseleceği gün gibi açıktır. Kent havası özgürleştirmeye devam edecek!
Hikmet Kıvılcımlı’nın sözüyle bitirelim: “Yarınımız olan kadınlar bütün yasak edilmiş güçler gibi yeraltında, gizli, derinden derine işleyen bir güçtür.”

Önceki ve Sonraki Yazılar