Korku üzerine...

Dün 11 yaşındaki torunumla, onun çok sevdiği Stephen King’in kitapları üzerine konuşurken çok ilginç bir ‘korku’ sınıflaması yaptı: “Dede, iki çeşit korku var”' dedi.
1- Ani olarak gelip insanı ‘altına yaptıracak gibi’ olan korkular. (Burada sözlerini bir el hareketi ile destekledi)
2- Yavaş yavaş gelişen ve geceleri gözlerini açıp etrafa bakmana bile engel olan korkular.
Bu ilginç sınıflamayı duyunca ben de, son günlerde en çok duyduğumuz kelime olan ‘korku’ üzerine bir çeşitleme yapayım dedim.
‘Korku’ aslında çok değerli ve saygı değer bir duygu. Korku olmasa - bitkiler korkar mı bilmiyorum - canlılar yaşayamazlar. Düşmanlarından kaçamazlar ve kendilerini yeteri kadar koruyamazlar.
İnsanlar için yüzlerce (belki de binlerce) korku var. Bunların en önemlisi ‘ölümden korkmak’. ‘Acı çekmekten korkmak’ var. Dişçiden korkmak, iğneden korkmak, erkek çocuklar için sünnetçiden korkmak, bu acı korkusu kategorisine girer.
Psikiyatride ‘fobiler’ var. ‘Agorafobiler’ (geniş alanlarda bulunmaktan korkmak) var, ‘Anemofobiler’ var, benim çoğunluğunu çapraz bulmacalardan öğrendiğim nice türlü-çeşitli fobiler var.
Bazı entelektüel korkular da var. Sınavlardan korkmak, kalabalıklara karşı konuşmaktan korkmak gibi…
Dünyada ‘korku’ üzerine kurulmuş kocaman bir sanayi var.
Kitapçı raflarının en çoğu korku ve gerilim temalı romanlara ayrılmış. Amerika’da, yukarda söz ettiğim Stephen King, yıllardır en çok kazanan yazarların başında geliyor.
Sinema, TV filmlerinin, dizilerin yarısından çoğu gene korku üzerine… Vampirler, kurt adamlar, zombiler bu sektörün vazgeçilmezleri.
Bu korku romanlarını niye okuyoruz, filmleri, dizileri niçin seyrediyoruz? Her halde yükselen adrenalin seviyemizin verdiği o garip ‘hoşluktan’ olsa gerek.
Ayıptır söylemesi, ben de korku filmlerine, korku romanlarına bayılırım. Hiç unutmam, koskoca Tıbbiye öğrencisiyken, Ankara Sineması’nda seyrettiğim, unutulmaz aktör Christopher Lee’nin ‘Karanlıklar Prensi Drakula’ filminden, dudaklarım uçuktan davul olmuş halde çıkmıştım. Ama işte hiç ders almıyorum. Bu şeyleri korka korka hâlâ seyrediyorum, okuyorum.
Şu son günlerde çevremdeki herkes birbirine, “Çok korkuyorum’'; “Ben de”; “Korkacak bir şey yok” gibi şeyler söylüyor. Ben biraz aşılanmış gibi dinliyorum bu konuşmaları. Hani anlıyorum da aynı zamanda anlamıyormuş gibiyim.
Anladığım kadarı ile toplum ikiye ayrılmış, ikisi de birbirinden korkuyor.
Son seçimlerde kazananların da en az kaybedenlerin kendilerinden korktuğu kadar ‘ötekilerden’ korktuğunu hissetmiyor musunuz? Ben hissediyorum. Aksi halde ellerindeki onca güce rağmen “Başkanlık olsun”, “Daha fazla güç olsun” diye hemencecik bağırmaya başlarlar mıydı?
Ulusal marşı “Korkma” diye başlayan dünyadaki tek toplumun, korkmaktan bu kadar korkması ne garip değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar