Osmanlı’nın Sürgün Köpekleri

Osmanlı’nın Sürgün Köpekleri

“Sokak köpekleri tez elden toplana, teknelere konula ve Sivri Ada’ya bırakıla…” Osmanlı köpeklerinin ilk sürgün kararı bu cümleyle duyuruluyor.

2. Mahmut döneminde, Galata’da köpeklerden kaçan bir İngiliz yüksek bir duvardan düşer ve talihsiz bir şekilde ölür. Bunun üzerine 2. Mahmut köpeklerin Sivri Ada’ya sürgün edilmesini emreder. Şehirde toplanan köpekler kısa bir süre sonra halkın tepkisi ve uğursuzluk getireceği söylentileri üzerine adadan geri getirilir. Köpek dostlarımız ilk sürgünü az bir kayıpla atlatmış ve şehirde hayatlarına devam etmiştir.

 

Aradan çok zaman geçmeden sürgün için ikinci emir Sultan Abdülaziz’den gelir. Talihsiz köpekler tekrar toplanıp Hayırsız Ada’ya bırakılır. Bırakılmasından az bir zaman geçmiştir ki 1865 yılının sonbaharında İstanbul’da meşhur Hocapaşa yangını başlar. Meşhur yangın Osmanlı şehir merkezinden bir çok yeri tahrip eder. Halk bu denli büyük bir yangının sebebinin köpeklerin sürgünü olduğunu söyler ve köpekler ikinci kez adadan şehre getirilir.

1900 lü yıllara geldiğimizde ise Avrupa’nın gelişen Kimya endüstrisinde köpeklerin ayrı bir rolü bulunuyordu. Gerek parfüm üretiminde gerekse tekstilde köpeklerin derisi ve dışkısı önemli bir kaynaktı. ( not: tabakhaneye bok yetiştirmek deyimi, taze köpek boklarının enzimlerini kaybetmeden üretim tesislerine yetiştirilmesinden geliyor.)

Dönemin batılılaşma kaygılarından da faydalanan Fransızlar İstanbul şehir merkezindeki 80 bin köpek için masaya oturur. Bu andan itibater Osmanlı köpeklerinin acı hikayesi başlar.

Halk tekrar köpeklerin sürgününe karşı çıkar. Sayıca bu kadar fazla köpeğin toplanmasının zorluğu ve halkın direnişiyle durum içinden çıkılmaz bir hal alır. Öyle ki toplanan köpeklerin bir kısmını da halk tarafından Tophane’deki toplanma yerini basarak geri alınır.

Yapılan anlaşma ve sıkışan bu durum karşısında dönemin belediye başkanı Suphi Beysoyundu şehrin serserilerinden, askerlerinden geniş bir ekip oluşturur ve tekrar köpekleri toplar. Tophane’de tekrar topladığı bu köpeklerin başına bir çok asker diker. Bu süre zarfında Fransa’dan herhangi bir yanıt gelmemesi süreci daha da zora sokar. Bu kadar köpeği şehrin merkezinde bekletemeyen Belediye başkanı sürgün emrini verir ve yolculuk başlar. Köpekler Hayırsız Ada’ya vardıktan sonra da Fransa’dan yanıt beklenir. Bu durum öyle bir krize dönüşmüştür ki Osmanlı devleti Fransızlara köpekleri ücretsiz vermeyi dahi teklif eder fakat Fransızlardan yanıt gelmez. 80 bin köpek Hayırsız Ada’da kaderine terk edilir.

 

Dönemin Fransız Gazetecesi Robert Gillon Hayırsız Ada önünden geçerken yaşadığı trajediyi şöyle anlatır:

“…Az sonra rüzgârla birlikte burnumuza dayanılması imkânsız pis bir koku geldi. Daha doğrusu kendimizi bu kokunun içinde bulduk. Kitleler halinde ölen köpeklerin kokuşmaya başlayan cesetlerinin kokusuydu bu! Dediklerine göre adada bekçiler vardı ve bu köpeklerle bir arada yaşıyorlardı. Adamlar ölen köpekleri kireç kuyularına atıyorlardı ama yine de bu pis kokuya engel olunamıyordu…”

 

 

Köpek dostlarımızın katliamı sonrası anadolu sahilinde bir çok ev kapatılır. Halk köpeklere dokunmanın bile uğursuzluk getireceğine inanır. ( Anadolu sahilindeki kokunun 3–4 yıl geçmediği iddia ediliyor. Sonrasındaki 1912 yılındaki İstanbul depreminin sebebini halk bu katliama bağlar. )

Yıllar sonra dostlarımızın bu trajik hikayesi romanlara, animasyonlara konu olmuş, üzerine onlarca yazı yazılmıştır. Hayırsız Ada’ya da onların anısına ufak bir anı taşı yapılmıştır.

On binlerce dostumuzun anısına, onlar gibi başı dik, boyun eğmememiz dileğiyle ve pek tabi saygıyla…

ÇAĞATAY YILDIZ