'Türkiye’yi daha özgür sanıyorduk'

'Türkiye’yi daha özgür sanıyorduk'

Onlar Suriyeli, göçmen ve müzisyen üç kadın… Sadim, annesi Haifaa ve en yakın arkadaşı Sarah… Müzikleri, toprakları gibi İstanbul’da yaşadıkları dertleri de ortak: “Türkiye’yi daha özgür sanıyorduk. Ama ‘Siz nasıl Müslümansınız, başınız neden açık’ diyenler oldu.

  
Onlar Suriyeli, göçmen ve müzisyen üç kadın… Sadim, annesi Haifaa ve en yakın arkadaşı Sarah… Müzikleri, toprakları gibi İstanbul’da yaşadıkları dertleri de ortak: “Türkiye’yi daha özgür sanıyorduk. Ama ‘Siz nasıl Müslümansınız, başınız neden açık’ diyenler oldu. Kendimizi güvende hissetmiyoruz.” Savaş onları keskinleştirmiş, ‘Suriye’ ve ‘geri dönmek’ kelimelerini duymak bile istemiyorlar, küskünler; “Silahlar konuşunca, siz susarsınız ve gitmek dışında bir şansınız yoktur. Şimdi mecburi bir gezideyiz ve artık geri dönemeyiz.”

Sadim’in boynunda uzun bir kolye var. Ucunda da bir anahtar… “Çok güzelmiş” diyorum. Anahtara dokunup, “Babamdan geriye bu kaldı. Ahşap işi yapardı. Bu anahtarı da eşyalarının arasında buldum. Suriye’de çıkan çatışmalarda öldürüldü. O, artık yok” diyor.

Sadim bunları anlatırken annesi suskun, bizi dinliyor. Ev arkadaşı ve en yakın dostu Sarah, konuyu dağıtmak ister gibi tam ortamızda duran piknik tüpünün üzerine çayı koyuyor.

Onları ilk, İKSV’nin bir etkinliğinde dinlemiştim. Seslerindeki hüznün ne kadar baskın olduğunu anlamamak imkansızdı. Sadim, savaşın ilk çıktığı tarihlerde legal yollarla, annesiyle birlikte İstanbul’a geldiklerinden söz ediyor. Bir ay sonra da Sarah yanlarına taşınmış.

Sarah, Suriye’de Güzel Sanatlar’ı bitirdiğini söyleyip, Türkiye’ye gelme kararını nasıl aldığını anlatıyor: “Orada kalmak için hiçbir nedenim yoktu. En yakın dostum Sadim. O, buraya gelince ben de daha fazla tehlike altında yaşamak istemedim.”

Sadim de Suriye’den İstanbul’a uzanan kendi yol hikayesini şu kelimelerle anlatıyor:

“Hama yakınlarında bir bölgede yaşıyorduk. O sıralar müzik okuyordum. Okulu bitirdiğimde çatışmalar yeni başlamıştı. Ardından her şey hızlıca kötüye gitmeye başladı. Babamın öldürülmesinin ardından her şey giderek şiddetlendi. Orada daha fazla kalamazdık. Ve Türkiye’ye gelmeye karar verdik. Bir erkek kardeşim var o şimdi Polonya’da fotoğrafçı olarak çalışıyor.”

‘BURASI MI İSTANBUL!’

İstanbul’da ilk olarak Kartal’a yerleştiklerini anlatan Sadim, “İstanbul’un merkezinin Kartal olduğunu sanıyordum. ‘Burası İstanbul mu’ diye şaşırdığımı hatırlıyorum” diyor gülerek…

İstanbul’da iş bulmakta yaşadıkları zorlukları, gündelik yaşamda insanlarla iletişim kuramadıklarını belirten Sarah,

“Çoğu insan İngilizce konuşmadığı için iletişim kurmakta oldukça zorlandık. Türkçe öğrenmeye çalıştık ama zorlandık ve vazgeçtik. Bir de burada yaşamayı düşünmüyoruz. Burası bizim için yalnızca bir istasyon. Yapabilirsek çalışmak ya da okumak için başka ülkelere gitmeyi planlıyoruz ileride. Çünkü burada yaşamamız için gereken kimlik kartlarına sahip değiliz. Legal yollarla geldiğimiz için göçmen statüsünde kabul edilmiyoruz. Bu yüzden de kimlik kartı almak için yaptığımız başvurularımızın tümü reddedildi.”

NE GÖÇMEN NE DE TURİST

Sarah’ın bu sözleri üzerine Sadim, araya giriyor: “Annem bacağını kırdığında hastaneye gitmek için arkadaşımızın nüfus kağıdını kullanmak zorunda kaldık. Polonya’daki Suriye etkinliğine davet edildik. Ancak kimlik kartımız olmadığı için gidemedik.”

Türkiye’de müzisyenler için çok şans tanınmadığını söylediğimde ise Sarah, nasıl geçindiklerini şöyle anlatıyor: “Bir kere sürekli iş değiştiriyoruz ya da kısa süreli işlerle para kazanıyoruz. Şimdi de iş arıyorum. Freelance işler yapıyoruz. Belgeselleri grafik ve montaj işleri yapıyoruz. Ama asıl yapmak istediğimiz iş elbette müzik.”

Sarah, şarkı söylüyor. Sadim de sesi, klasik gitarı ve uduyla ona eşlik ediyor. Sezen Aksu’ya olan hayranlığından söz ediyor. Sadim de dünyaca ünlü ud virtüözü Yurdal Tokcan’ı dinletiyor bana. “İstanbul, müziğimize zenginlik kattı” diyor.Müzik konusunda yeni projelerde yer almak istediklerini söylüyor ikisi de. Sadim, annesinin besteleri olduğunu, Suriye’de de birlikte sahne aldıklarını anlatıyor.

‘GİDİN BURADAN, BURAYA AİT DEĞİLSİNİZ’

Yedikule surlarının gölgesindeki bir evde, bu üç Suriyeli sanatçıya sormadan edemiyorum: “Türkiye’de Suriyelilere karşı bir nefret söylemi gelişti. Siz hiç buna tanık oldunuz mu?”

Sarah yanıtlıyor hemen…“Suriye’de de Filistinlilere karşı aynı durum vardı. “Burası benim ülkem, benim topraklarım, işimizi elimizden alıyorsunuz, buraya ait değilsiniz, gidin’ derdi insanlar. Şimdi biz bu durumdayız. Sanırım bütün dünyada bu düşünce mevcut. Bazen çok kibar, iyi niyetli insanlarla da karşılaşıyoruz bazen de tam tersiyle.”

‘SURİYE’DE KAPIMIZI KİLETLEMEZDİK’

Sadim de Sarah’ın ardından yaşadıkları bir olayı paylaşıyor: “Eskiden yaşadığımız mahalledeki bazı gençler, pencerelerimize önce taş atmaya başladılar. Ardından da kapıyı zorladılar. Çok korktuk ve de şaşırdık. Çünkü Suriye’de kapımızı kilitlemeye alışık değiliz. O yüzden çoğu zaman burada kendimizi güvende hissetmiyoruz. Üç kadın olduğumuzu görünce özellikle daha rahatça rahatsız ediyorlar ve Suriyeli olduğumuz için de polise şikayet edemeyeceğimizi düşünüyorlar.”

‘SİZ NASIL MÜSLÜMANSINIZ DİYE TEPKİ GÖSTERDİLER’

Türkiye’nin Suriye’ye dair politikasına dair haberleri ise, takip etmediklerini, etmek de istemediklerini anlatıyorlar. Ancak Türkiye’deki din algısıyla ilgili söyleyecekleri var ikisinin de…

Sadim, din konusunda Türkiye’nin Suriye’den daha özgür bir noktada olduğunu düşündüklerini ancak bunun tam tersiyle karşılaştıklarını görünce, şaşırdıklarını anlatıyor.

“Başımızın açık olmasını tepkiyle karşılayanlar oldu. ‘Siz nasıl Müslümansınız, başınız neden açık bir de Suriyeli olacaksınız’ diyenler oldu.”

DOMUZUN RESMİ BİLE GÜNAH…

Sarah da resim dersleri verdiği özel bir okulda yaşadıklarını paylaşıyor:

“Öğrencilere bir hayvanat bahçesi resmi çizdiriyordum. Bir yandan da hayvanları tek tek gösteriyorum. Domuz resmini gösterirken birdenbire hepsi yüzünü kapatıp ‘estağfirullah’ diye bana tepki gösterdiler. Günahmış… Buna o kadar şaşırdım ki… Yine bir gün öğretmenlik önlüğümü giymeyi unuttuğum için çocuklar günah işlediğimi söylediler. Biz de Müslüman’ız ama hayatımda hiç böyle tepkilerle karşılaşmamıştım.”

‘SİLAHLAR KONUŞUNCA SİZ SUSARSINIZ’

Suriye’ye geri dönmek isteyip istemediklerini sorduğumda ise, Sarah, çok kesin bir dil kullanıyor: “Silahlar konuşunca, siz susarsınız ve gitmek dışında bir şansınız yoktur. Elbette oraya geri dönebilme ihtimalimin olmasını istiyorum. Dünyanın her yerinde yaşayabilmek, çalışmak ve okumak için şansı olabilmeli insanın. Çocukken her zaman seyahat edip, yeniden ülkeme geri gelmeyi düşlerdim. Şimdi mecburi bir gezideyiz ve artık geri dönemeyiz.”