Kültürel kopuş mu yoksa yeniden doğuş mu?

26 Eylül Türk Dil Bayramı…

Türkiye’de üç gelişmenin, ilerlemenin tartışılmaması gerekir.

Bir, seçme ve seçilme hakkının tanınması, çok partili sistemin varlığı…

İki, Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi. Ki, kadınların insan sayıldığı tarih o tarihtir.

Üçünçüsü de abc (alfabe) devrimi…

Okuma-yazması olmayan, doğru-düzgün kitap yayınlanmayan bir alfabeden, uygar ülkelerin ortak kullandığı abc’ye geçiş bir zorunluluktu. Hem ticari hem bilimsel hem hukuksal…

****

Bundan bir süre önce Bilal Erdoğan, “Okullarda bize alfabeden dolayı geri kaldığımız bize anlatıldı. Japonya, Çin alfabesini değiştirmedi. Gelişmenin alfabeyle bir ilgisi yok” diye açıklamada bulundu.

Gerçekten de alfabenin doğrudan gelişmeyle ilgisi olmayabilir ama biz kendi abc’mizi kullanmış olsaydık!

Çin, beş bin yıllık tarihinin alfabesini kullanıyor.

Japonya ve Yunanistan da öyle…

Biz sonradan Osmanlıca’yı kabul ettik.

****

Şimdi size bir Gök-Türkçe metin ve günümüz Türkçe’sine çevrilmiş halini göstereyim:

Boz bulıt yorudı

Boyun üze yagdı

Kara bulıt yorudı

Kamıg üze yagdı

****

Boz bulut yürüdü

Boyların üzerine yağdı

Kara bulut yürüdü

Herşeyin üzerine yağdı

****

Yoksa Mustafa Kemal Atatürk bunu mu değiştirdi?

Şunu unutmayalım, bir milletin ayağına pranga vurmak isteyenler öncelikle onun diline savaş açarlar!..

****

Arap milliyetçiliğinin etkisinde kalan bir kısım "Dinbaz" dil devrimini "Geçmişle bağların koparılması" olarak niteler. Tam bu noktada sorulması gereken soru şu?

Hangi geçmiş?

Hangi dil?

Yunus Emre, Pir Sultan, Dadaloğlu, Karacaoğlan gibi Türkçe diyenlerin dili mi yoksa Saray'ın Arapça-Farsça-Türkçe karışımı Osmanlıcası mı?

****

Cumhuriyet kurulduğunda, bir değil iki dilimiz vardı. Sarayın çevresinde konuşulan dil ile halkın dili...

Atatürk'ün kurduğu Türk Dil Kurumu'nda uzun yıllar görev yapmış, edebiyat kitaplarımızda haklı yerini almış olan Cahit Külebi, Hıfzı Topuz'la yaptığı söyleşide eski durumu bakın nasıl anlatıyor?

"Eskilerin kullandığı sözcüklerin dörtte üçü Arapça, dörtte biri de Farsçaydı. Sonra bu etkiler gittikçe arttı. Fakat yalnız Arapçanın ve Farsçanın etkisi diyemeyiz. Birçok alanlarda Batı dillerinin de etkisi oldu ve Batı dillerinin sözcükleri dilimize geçti. Denizcilikte, lokantacılıkta İtalyanların büyük etkisi oldu. Edebiyatta ve başka alanlarda Fransızların etkisi oldu."

Bu söyleşi 1975 yılında yapıldı.

1950 sonrasında Amerika'nın da etkisiyle dilimize pek çok İngilizce sözcük girdi.

Özetle diyebiliriz ki Osmanlı dönemi ile Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türk dili başka dillerin boyunduruğu altındaydı.

****

Cahit Külebi, Hıfzı Topuz'un sorusuna karşılık, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli dil bilimcisi Ömer Asım Aksoy'u kaynak göstererek sözünü ettiğim boyunduruğu rakamlara döküyor:

"Şinasi, dilinde ancak yüzde 33 oranında Türkçe sözcük kullanmış. Namık Kemal yüzde 38, Hüseyin Rahmi yüzde 50, Ahmet Rasim yüzde 50, Peyami Safa yüzde 62, Tarık Buğra yüzde 71, İlhan Selçuk yüzde 73, Nadir Nadi yüzde 79, Nurullah Ataç yüzde 88 ile başlamış, yüzde 98'e kadar çıkarmış."

Dikkat edilirse Osmanlı'dan günümüze doğru gelindiğinde yazarların Türkçe oranı artıyor.

****

Şöyle bir şey düşünebilir misiniz, Victor Hugo'nun Sefiller'inde yüzde 50 Fransızca, geri kalan diğer dillerden geçen sözcükler?

Veya Gothe'nin kitaplarında sadece yüzde 38 Almanca sözcük yer alsın!

Yeryüzünün hangi önemli yazarını alırsanız alın, hangi yüzyılda yaşamış olursa olsun, ana dilinde yazıyorsa, o dilin sözcüklerini kullanmıştır.

*****

Cahit Külebi, Türk Dil Kurumu'nun kurulduğu yıllarda kullandığımız dilin durumunu rakamsal olarak da veriyor:

"Evet, kırk yıl önce sözlüklerde saptanan sözcük sayısı 29 bindi. Bunun 11 bini Türkçe, 18 bini yabancı sözcüktü. Genellikle Arapça ve Farsça tabii. Bugün (1975 yılı) durum tümüyle ters orandadır. Bugün sözlüklerimizde yine 30 bine yakın sözcük vardır. Bunun 20 bine yakını Türkçe, geri kalanı da yabancı."

(Hıfzı Topuz, Gülümseyen Anılar, Remzi Kitabevi, 2. Basım, sayfa 195-196-197).

****

Bu rakamlardan iki sonuç çıkarmak doğru olur.

Birincisi, Türk devriminin dildeki en önemli hedefi tarama ve derleme yoluyla Türkçenin saklanmış, gizli kalmış zenginliklerinin çıkarılmasıydı.

Tarama sözlükler, edebi metinler taranarak sözcükler bulunması yöntemiyle oluşturuldu.

Derleme ise halkın ağzından bulunan ancak kayıtlara geçmeyen sözcüklerin saptanıp, yazılı hale getirilmesiydi.

Benim bu konuda somut bir örneğim var.

Rize-İkizdere'de biz 'Taklit etmeye, yansılamak' deriz. Bu sözcük Türkçede kullanılmıyor.

Şimdi soruyorum size hangisi daha kolay anlaşılıyor?

Türkçe olan mı yoksa Arapçadan geçen mi?

****

İkincisi, yukarıda yayınladığım eski rakamlar bile 'Geçmişle bağımızı kopardılar' yaygarasının ne kadar yanlış olduğunu kanıtlıyor.

Ortada dil açısından bir geçmiş yok ki koparılmış olsun!

Dil olmayınca da ne edebiyat olur ne de tarih!..

****

Kaldı ki Osmanlı çok çeşitli milletlerin oluşturduğu bir imparatorluktu.

Doğal olarak Saray'da her milletin dilinden bir parça vardı.

Ancak milli devlet için milli dil zorunluydu ve Atatürk'ün yaptığı da buydu.

*****

Cumhuriyet bir kültürel kopuş değil olsa olsa bir yeniden doğuştur.

Özellikle kültür alanında...

Sözcük konusunda sayıları verdim, yayınlanan kitaplara gelince...

Matbaanın Osmanlı'ya gelmesinden harf devrimine kadar geçen sürede (200 yıl) basılan kitap sayısı 25 bin... Bugün yılda ortalama 50 bin kitap basılıyor.

****

Konuyla ilgili uzun bir makale yazan bir bilim insanı, şu saptamayı yapıyor:

"İstanbul'da ilk basımevinin ürünlerini vermeye başladığı 1730'lu yıllara gelinceye kadar geçen 300 yıl içinde Batı'da 1,5 milyon kitaptan 1,4 milyar basılmıştı."

Voltaire'nin meşhur sözünü aktararak yazımı tamamlayalım:

"İstanbul'da bir yılda yazılanlar, Paris'te bir günde yazılanlardan azdır."

****

Bu yazının dipnotu:”Amed-i medid ve and-i ba'iddir ki daniş-gah-ı istifadede nihade-i zanu-yı taleb etmekle arzu-yı kesb-i edeb kılıp.” Osmanlıca’ya geri dönüşü isteyenler acaba şu cümleyi anlayabilirler mi

Önceki ve Sonraki Yazılar