Kuru soğan alamıyoruz ama siyasi istikrarımız var!

Bu yazıyı yazmadan önce Google’a ‘gıda, ithalat, vergi indirimi’ kelimelerini yazıp arama yaptım. Karşıma çıkan sayfa sayısını tahmin etmişsinizdir. 2010 yılından bu yana her yıl en az 4-5 kez birçok gıda ürününü ithalatında ya gümrük vergisi sıfırlanmış, ya oranları düşürülmüş ya da ithalattaki sınırlandırmalar kaldırılmış.

Bugün de aynı gündemin içindeyiz… Yine aynı yöntem, yine Necmettin Erbakan’ın meşhur deyişiyle “pansuman tedbirler”…

Bu vazgeçilmez ancak bir o kadar da işe yaramaz önlemde ilk sırayı et alıyor. Her yıl bir bakan kameraların karşısına geçip yükselen et fiyatlarını düşürmek için ithalata izin verdiklerini açıklıyor. Yerli üreticiler itiraz ediyor, akademisyenler, uzmanlar “ithalat işe yaramaz, kalıcı önlemler almak, yerli üretimi artırmak lazım” diyor.

İthalatla birlikte birkaç hafta fiyatlar düşüyor, kamuoyunun ‘gazı’ alınıyor sonra aynı oyun yeniden ve yeniden sahneleniyor.

Şimdi gıda ithalatı filminin başrol oyuncusu kuru soğan… Yaz aylarından bu yana fiyatı bir türlü düşmeyen kuru soğan… Gıda fiyatlarındaki artış sadece kuru soğanla sınırlı değil, uzmanların ‘mevsiminde tüketin’ dediği yatılı okul yemeklerinin vazgeçilmez sebzelerinin bile fiyatları akıl almaz bir şekilde yükselmiş durumda.

Eee seçim de yaklaşıyor, Hazine’nin borcunu ödemesi için Merkez Bankası’nın genel kurul tarihi erkene alınarak kamuya borçları ödeyecek, faizleri düşürecek ciddi bir para kaynağı yaratıldı, sıra vatandaşa geldi… Seçimlere kadar fiyatları düşürmek için başta kuru soğan olmak üzere birçok gıda ürünün ya ithalatına izin verildi ya da gümrükleri sıfırlandı. Kuru soğanla başlayan indirim, konservelik domatese, arpaya, buğdaya, pirince, mısıra kadar uzanıyor. Şimdi “2018’in yaz aylarında da hububat ürünlerinin gümrük vergisi kaldırılmıştı, değişen bir şey olmadı” diyeceksiniz ama dediğim gibi aynı filmi izlemeye devam ediyoruz.

Bu önlemler seçime kadar fiyatları az ya da çok ama bir miktar düşürür. Bu düşüş, enflasyon üzerinde de etkili olur haliyle…

Peki, seçim sonrası ne olur? Eski halimize yeniden döneriz. 31 Mart’tan sonra uzunca bir süre seçim de olmayacağı için herkes kendi başının derdine düşer.

2002 yılından bu yana değişmeyen bir iktidar var, çok partili dönemin başlangıcından bu yana hiçbir parti bu kadar süre kesintisiz olarak iktidarda kalamadı. Bu dillerden düşürülmeyen “siyasi istikrar” demek. Oysa bu 15 yılda yine dillerden düşürülmeyen “yapısal reformlar” hayata geçirilmiş, bilimsel bir tarım politikasının temelleri atılmış olsaydı bugün saman ithal eder hale gelmezdik.

Zaten ekilebilir alanlarının yüzde 90’ı kalitesiz olan bir coğrafyadayız, var olan tarım arazilerini de yanlış sulama, bilinçsiz gübre kullanımı nedeniyle çorak hale getirdik, su kaynaklarını müsrifçe harcadık… Tüm bunları küresel ısınmanın en çok etkilediği bir bölgede yaşayanlar olarak yaptık. Vergi toplayamadığımız için özel tüketim vergisine yüklenerek akaryakıt fiyatlarını artırdık. Kooperatif sistemini kaldırarak çiftçiyi tüccarların kölesi haline getirdik. Anadolu’da birçok arazi sahibi, masrafını kurtaramadığı için tarlasını boş bırakır hale geldi. Bakliyat ekili alanların neredeyse yarısı boş halde… Böylesi bir ortamda elbette yiyecek kuru soğan da ekmek de bulamayız.

Karnımız aç ama neyse ki ‘siyasi istikrarımız’ var!

Önceki ve Sonraki Yazılar