Linç

Polisiye romanları çok severim. Son zamanlarda İskandinav yazarların romanlarına sardırdım. En son okuduklarımdan biri, Danimarkalı Lotte ve Soren Hammer kardeşlerin ‘’Linç’’ isimli kitabı idi. Bu kitapları seviyorum. Çünkü çok sürükleyiciler ve de sonunda katil veya katiller mutlaka yakalanıyorlar.

Bizim, bir polisiye romandan çok daha dehşet verici, tüyler ürpertici, kan ve gözyaşı  dolu günlük hayatımızda ise, olayların sonunda katiller, çoğu kez bir vesikalık fotoğraf bile bırakmadan ya kendilerini patlatıp bin parçaya ayrılıyorlar, ya polis tarafından öldürülüyorlar ya da  çoğunlukla- ortalıktan kayboluyorlar.


Böylece onları dinlemek, psikolojilerini anlamak, bir suçlu profili ortaya çıkarmak imkânı kalmıyor. Bir de ‘’Linç’’ olayı var. Türkçe Sözlük, ‘’linç’’ kelimesini, ‘’Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak taş, sopa ve benzeri araçlarla döverek öldürmesi’’ olarak tanımlıyor. İslam hukukunda yer alan ‘’recm’’ yani zina yapanların taşlanarak öldürülmesi de bir çeşit linç. Nasıralı İsa’nın Mecdeli Meryem’i (Maria Magdalena), ‘’İlk taşı hiç günahı olmayan atsın’’ diyerek recm’den kurtarması bile bu Yahudi geleneğinin İslama taşınmasını  engelleyememiş.


Linç kültürü eski çağlarda batıda da çok yaygın. Zaten ‘’Linç’’ kelimesi de, önüne getirilen -neredeyse- her suçluya, kırbaçlanarak ölüm cezası veren gaddar hâkim ‘’James Lynch’’den türetilmiş. Amerika’da zencilerin Ku-Klux-Klan tarafından linç edilmesi pek çok filmin konusu olmuş. Türkiye’de kurtuluş savaşının zaferle sonuçlanmasından sonra derdest edilen eski Osmanlı Dâhiliye Nazırı Ali Kemal’in, Ankara’ya gönderileceği sırada, Sakallı Nurettin Paşa’nın azmettirmesi ile asker-sivil bir güruh tarafından linç edilmesinin, Mustafa Kemal Paşa’yı ziyadesiyle rencide ettiğini tarihçiler yazıyor. Halide Edip Hanımın ‘’Vurun Kahpeye’’ isimli romanı, Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvayı-i Milliye’ye yardım eden bir öğretmen hanımın yobazlarca linç edilmesini, arkasındaki cinsel tatminsizlikleri de ortaya koyarak çok dramatik bir biçimde kurguluyor. Ne yazık ki ülkemiz son yıllarda gene bir linç sağanağı altında.

 

Bunu da doğal karşılamak gerek. Devlet büyükleri kitlelerin ‘’idam isteriz’’ bağırışlarını gülerek ‘’siz isterseniz o da olur’’ diye karşılıyorlarsa, başta muhtarlar olmak üzere herkese, herkesi ispiyonlamak talimatı veriyorlarsa, bu olay kaçınılmaz oluyor.  Gezi olaylarında, demokratik protesto hakkını kullanan üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz, devlet büyüklerinin yarattığı bu ortamdan istifade ile sivil polisler ve fırın işçilerinden oluşan bir güruh tarafından
linç ediliyor ve neredeyse ‘’çerez’’ kabilinden cezalarla kurtuluyorlarsa, linç eylemlerinin ardı arkası kesilmez.

 

15 Temmuz darbe girişimi sırasında Boğaz Köprüsü üzerinde linç edilen erlerin, askeri öğrencilerin
hesabı sorulmuyorsa linç hep devam eder. Nitekim daha üç gün önce, attığı bir tweet nedeni ile ‘’Milli hislerinin galeyana geldiğini’’ söyleyen bir güruh, modacı Barbaros Şansal’ı az kalsın döverek öldürüyordu. Sonraki gün de Reina katliamcısına benzettikleri Asyalı bir genci linç etmeye kalktılar. Polis ellerinden zor aldı. Daha önceleri de Çin’in Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine zulmettiği nedeni ile bir grup ‘’milliyetçi’’ Türk genci, bir restoranın, kendisi de Uygur Türkü olan aşçısı ile bir Koreli turisti döverek hastanelik ettiler. O zaman ‘’Gezi Gençliği zekâsı’’ olayı, ‘’Ha Koreli ha Çinli; sonunda hepsi Japon değil mi?’’ diye karikatürize etti. Sırtlarını dinci-milliyetçi bir iktidara yasladıklarını düşünenler, bu gidişle, daha çok linç gerçekleştirirler.

Önceki ve Sonraki Yazılar