Hande Fırat: Bizim ülkemizde herkes kendi gazetecisini istiyor

Hande Fırat: Bizim ülkemizde herkes kendi gazetecisini istiyor

Hürriyet gazetesi yazarı Hande Fırat, "Tuhaf bir durum var bizim ülkemizde. Herkes kendi gazetecisini istiyor. Hangi taraf, hangi görüş, hangi parti olursa olsun 'Gazeteci beni sevsin, beni övsün, karşı tarafı sürekli eleştirsin, mümkünse bağırsın, kavga etsin' istiyor." düşüncesini dile getirdi. 

Fırat, "Bu son yıllarda izleyici ve okuyucuya da sirayet etti. Takım tutar gibi parti tutanlar, sosyal medyada trollük yapanlar, gazetecilerin kendi sesleri olmasında ısrar ediyor, karşı taraftakini ise linç ediyorlar. Diğer yandan daha evvel de dikkat çekmiştim, vekâlet yayınları ile bu iş daha da körükleniyor. Siyasilerin yerine siyasi parti görüşlerini ne yazık ki gazeteciler savunuyor." görüşünü savundu. 

Fırat, "Peki bu işin doğrusu ne olmalı? Siyasi parti temsilcileri 'Ben onunla çıkmam, tek çıkarım, bununla çıkmam' kaprislerini bırakıp, medeni tartışma programlarına katılmalılar. Gazeteciler haberleriyle, görüşleriyle, analizleriyle öne çıkmalı. Diğer yandan 'Siyaset doğası gereği gazeteciyi sevmez, sevmemeli'. Üstelik doğası gereği gazeteci de 'Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranır'... Yaranmak gibi de bir derdi olmaz, olmamalı. İyiye iyi, kötüye kötü der. Umarım tüm bunları hep beraber yeniden hayata geçiririz." değerlendirmesinde bulundu. 

Fırat yazısında şunları kaydetti: 

Bana göre en güzel mevsimdir sonbahar... Hele de eylül ayı. Tabii dünyanın başına bela olan virüs olmasaydı bambaşka bir tadı olacaktı... Yine de eylül ayının ilk günlerinde biz gazetecileri mutlu eden bir haber geldi. Hep söylerim, gazeteci olmak demek suç işleme özgürlüğünüz olduğu anlamına gelmez. Ancak mesleğin doğası gereği ifade özgürlüğünün en geniş şekilde kullanıldığı alandır gazetecilik. Bu nedenle gazeteciler Barış Pehlivan, Hülya Kılınç ve Murat Ağırel’e “Geçmiş olsun ve hoş geldiniz” diyorum. Uzun yıllardır tanıdığım Müyesser Yıldız başta olmak üzere gazetecilerin bu sonbaharda en kısa sürede özgürlüklerine kavuşmalarını dileyerek başlıyorum yazıma...

DOĞRUSU NE İSA’YA NE MUSA’YA

Tuhaf bir durum var bizim ülkemizde. Herkes kendi gazetecisini istiyor. Hangi taraf, hangi görüş, hangi parti olursa olsun “Gazeteci beni sevsin, beni övsün, karşı tarafı sürekli eleştirsin, mümkünse bağırsın, kavga etsin” istiyor. Bu son yıllarda izleyici ve okuyucuya da sirayet etti. Takım tutar gibi parti tutanlar, sosyal medyada trollük yapanlar, gazetecilerin kendi sesleri olmasında ısrar ediyor, karşı taraftakini ise linç ediyorlar. Diğer yandan daha evvel de dikkat çekmiştim, vekâlet yayınları ile bu iş daha da körükleniyor. Siyasilerin yerine siyasi parti görüşlerini ne yazık ki gazeteciler savunuyor. Peki bu işin doğrusu ne olmalı? Siyasi parti temsilcileri “Ben onunla çıkmam, tek çıkarım, bununla çıkmam” kaprislerini bırakıp, medeni tartışma programlarına katılmalılar. Gazeteciler haberleriyle, görüşleriyle, analizleriyle öne çıkmalı. Diğer yandan “Siyaset doğası gereği gazeteciyi sevmez, sevmemeli”. Üstelik doğası gereği gazeteci de “Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranır”... Yaranmak gibi de bir derdi olmaz, olmamalı. İyiye iyi, kötüye kötü der. Umarım tüm bunları hep beraber yeniden hayata geçiririz.