Nakit sıkışıklığı daha büyük bir sarsıntının öncüsü olabilir

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Nakit sıkışıklığının farkındayız, bunların hepsi ile ilgili hazırlıklarımız, çalışmalarımız, planlarımız var” açıklamasını okumuşsunuzdur. Piyasalarda nakit sıkışıklığı olduğu hayatın içinde olan herkesin bildiği bir gerçek ancak ilk kez bu kadar yetkili biri tarafından kamuoyunun önünde dile getiriliyor olması, olayın vahametini gösteriyor.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, birkaç ay önce yaptığı açıklamada “Piyasada gözle görülür bir yavaşlama var, para dönmüyor” demişti. Ekonomik krizi kafasını kuma gömerek atlatmaya çalışmayan bazı iş adamları, iş dünyası derneklerinin temsilcileri, piyasada ödeme vadelerinin 7-8 aya uzadığını dönem dönem açıkladı. Zaten konkordato ilan eden şirketlerin çok büyük bir kısmı da nakit sıkışıklığını gerekçe gösterdi. Yani ortada bir ticaret, alışveriş var ama kimse para ödemek istemiyor.

Var olan ekonomik durumu kullanıp fırsatçılık yapanlar da yok değil ancak bu şunu gösteriyor: Türkiye’de şirketlerin, esnafın çok büyük bir kısmı işletme sermayesi sıkıntısı yaşıyor. Bugüne kadar faizler ve döviz kurları nedeniyle krediyle çarkı çeviren şirketler artık yolun sonuna gelmiş durumda.

Vadelere sınır getirmek işe yarar mı?

Peki, nakit sıkışıklığı nasıl aşılacak? Piyasa aktörlerinin bu konuda birkaç önerisi var. Örneğin TESK Başkanı Bendevi Palandöken şunu önerdi: İç tüketim düştü, bunu artırıp piyasayı hareketlendirmek, nakit akışını sağlamak için çalışanların ücretlerine zam yapılmalı.

Bu yaklaşım pek ilgi görmedi, söyleyelim? Bu dönemde şirketler çalışanlarına zam yapmayı bir yana bırakın art arda eleman çıkarmayı tercih ediyor.

En çok ilgi gören öneri, Fransa’nın yaptığı gibi vadelere bir üst sınır koymak. Örneğin “Ödemelerinizi en geç 2 ay içinde yapacaksınız” gibi bir sınır konulabilir, bu bazı şirketlerin iflasına yol açar ancak kısa süreli de olsa toparlanma sağlar.

Ancak bu da yine “günü kurtarmaya” dönük bir önlem olur. Çünkü esas sorun, piyasada paranın olmaması. Tasarruf oranının son derece düşük olduğu, şirketlerin ve hane halkının borçla hayatını çevirdiği bir ülkede çok daha radikal ve köklü önlemler almak gerekiyor.

Bu yazıyı yazmadan önce bu nakit sıkışıklığının kısa vadede ne kadar geçmişe dayandığına baktım. Tüm kriz dönemlerde olduğu gibi, Türkiye’de de 2008’li yıllarda konuşulmaya başlandı nakit sıkışıklığı. Ama zirve yaptığı dönem, 2014 oldu. Bunu da Dünya gazetesinin 2014 yılında yaptığı bir ankette görmüştük.

Anadolu’nun Nabzı 2014 Anketi’ne göre, iş dünyasının öncelikli sorunu (yüzde 61,7’lik oranla) nakit sıkışıklığı olmuş. Gazete,” Bu konu, 2008’deki küresel kredi krizi sonrasında ilk defa birinci sıraya yerleşti” yorumunu yapmış.

TL’nin değer kazanması endişeyi büyütüyor

Dünya Gazetesi yazarı Uğur Civelek de 2014 yılında konuyu şöyle özetlemiş: 1994 yılının ilk çeyrek döneminde de ciddi bir nakit sıkışıklığı yaşanmış ve 650 bin kişi işini kaybetmişti. Yine 2000 Kasım-2001 Mart döneminde benzeri bir durum tekrarlanmış, 1 milyon 300 bin kişi işini yitirmişti. Küresel kredi krizi sırasında yaşananlar da benzer nitelikteydi.

Civelek yazısını şu uyarıyla bitirmiş: “Türk Lirası’nın kayıplarını kısmen geri alması, nakit sıkışıklığının dayanılmaz boyutlara yükseldiği anlamına geliyor; bu durumun farkında olanlar, söz konusu gelişmeye sevinemiyor, tam aksine endişeler büyüyor. Nakit sıkışıklığını azaltmaya çalışarak döviz kuru yeni rekorlara yelken açacak, Türk Lirası’nın değer kaybını önlemeye çalışsak ekonomi boğulacak. Bu açmaz riskten kaçınma eğilimini besliyor, etkili ve yetkili kesimlerin basiretini bağlıyor. Çok olumsuz sonuçları olacağı bilinen seçeneklerden daha az hasarlı olabileceği seçmek giderek zorlaşıyor, zaman kaybı ödenecek faturayı büyütüyor… Son altı ayda yaşanan finansal sarsıntıların öncü nitelikte olduğunu, daha büyüklerinin yola çıkmış olabileceğini dikkate alarak tedbirli olmak gerekiyor…”

Tanıdık geldi mi size de? Her kriz döneminde görülen bu manzaranın bugün de geçerli, hatta daha da sert bir şekilde yaşanıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar