Otoriterleşen AKP!

CHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Sencer Ayata geçen gün, AKP iktidarı döneminde rejimin nasıl otoriterleştiğini, siyasal, sosyolojik ve bilimsel tespitlerle anlattı. Ve bu konuda yapılan detaylı çalışmayı içeren, “AKP iktidarı ve rejimin otoriteleşmesi” adlı kitabın tanıtımını yaptı…
Sencer Bey’in anlattıklarına geçmeden önce, bu kahvaltılı toplantıda kimlerin olduğundan söz etmek istiyorum. Zira, CHP’nin geçmiş benzeri toplantı davetleri bu kadar ilgi görmez ve bu kadar kalabalık olmazdı! Toplantıda kimler yoktu ki… Üstelik toplantı genel başkanın daveti değildi. Sencer Bey’in yanısıra İstanbul İl Başkanı Sayın Murat Karayalçın’ın çağrısıydı… Tabi, yandaş medyadan katılan olmadı. Ama günahlarını almayayım, belki davet bile edilmemişlerdi…

Neyse… Her ne kadar siyasi kimlik sahibi olsalar da mesleğin duayenlerinden Altan Öymen ile Oktay Ekşi (geçenlerde vefat eden Oktay Bey’in eşi Prof. Aysel Ekşi’ye rahmet kendisine de bir kez daha başsağlığı diliyorum) ordaydı. Ayrıca, Yalçın Doğan, Ezgi Başaran, Şükran Soner, Doğan Akın, Çiğdem Anad, Engin Aydın, Mehmet Tezkan, Yazgülü Aldoğan, Miyase İlknur ve Fatih Altaylı gibi isimler vardı… Yani, hepsi hatırı sayılır isimler… Eminim davet 09.00 gibi erken bir saat olmasaydı, çok daha fazla insan gelebilirdi.
Özetle demem o ki; uzun zamandır ilk kez seçim öncesi medyada CHP’ye ilginin bu kadar yüksek olduğunu görüyorum… Gören der ki; anlaşılan bu AKP giderek herkesi CHP’li yapacak! Zira bizim mesleği de meslektaşları da darmaduman etti. Toplumun diğer kesimleri gibi bizi de böldü. Yandaş olanlar olmayanlar, candaşlar, kartelciler, kumpasçılar, ne bileyim cicişler v.s… Say sayabildiğin kadar…

***

Gelelim toplantının içeriğine… Sencer Bey’in bir ekip marifetiyle yaptığı çalışma aslında sürpriz sonuçları olan bilinmeyen bir şey değil. Ancak, güzel toparlanmış, akademik tarafı da olan ve yıllar sonra siyaset sosyolojisinde örnek gösterilecek bir kitap… Söz konusu çalışma; 13 yıla yakın bir süredir Türkiye’ye hükmeden AKP iktidarının, totaliter mi yoksa otoriter mi olduğunu, siyasal ve sosyolojik tespitlerle ortaya koyuyor.
Sayın Ayata’nın anlattıklarından en çok dikkatimi çeken, AKP’nin toplumda bir güvenlik kaygısı yaratarak tüm insanları, bireysel ve kurumsal anlamda fişledikten sonra sadece devleti değil, vatandaşı da muhbir durumuna getirdiği tespiti oldu. Bu da sadece “polis devleti” nitelendirmesinin yanı sıra muhbir vatandaş sayesinde polisliğin toplumsallaşmasını sağlıyor.
Esas sıkıntı da burada zaten. Birine hıncı olan, kıskanan ya da gıcık olan veya intikam almak isteyen, hatta birileri “eşek” şakası olsun diye açacak telefonu polise ihbarda bulunacak… Hadi bakalım doğru karakola! Eh bir de “makul şüphe” yok mu? Buyrun size polis halkıyla bütünleşmiş bir otoriter polis devleti.

AKP de (daha doğrusu Tayyip Erdoğan da) bunu istiyor zaten. İslami referanslarla kendilerine karşı, toplumun da onay verdiği ortak düşmanlar yaratmak, ardından; “adına kumpas mı dersiniz, paralel yapımı yoksa yamuk yapı mı ne derseniz deyin” bu birliktelikle yaratılan o sanal düşmana karşı savaşmak. Otoriter rejimlerin alt yapısı böyle oluşturuluyor. Toplum kutuplaştırılıyor, bizden olanlar, olmayanlar ya da inananlar - inanmayanlar diye…Tabi bu arada taraflar arasında “çıkar ilişkileri” de gelişiyor… Ve yaratılan ortak düşmana karşı tek vücut olup savaşmaya başlıyor. Bu da ülkeyi yöneten siyasetin otoriteleşmesini daha da pekiştiriyor.
Ne var ki süreç içerisinde, çıkarlara dayalı ortaklık bir yerden çatlayıveriyor. Ayrıca, gücün paylaşılma talebi ortaklar arasında “ben şuuru”nu çatıştırıyor. Ve eski dostlar düşman oluveriyor. İşte otoriterleşen yönetimlerin en önemli dönüm noktası burasıdır. Artık inandırıcı olmaları mümkün değildir. Ve iktidar koltuğu altlarından gitmeye başlar. Tıpkı bugün olduğu gibi… Bütün bu anlattıklarımızın ne ölçüde geçerli olduğunu haftaya bugün yani 8 Haziran günü hep birlikte göreceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar