“Ya komik telifler ya da hiç!”

“Ya komik telifler ya da hiç!”

Ercan Dalkılıç, sinema yazarlığı hikayesinden başlayarak şimdiki hayatına ve üretimlerine dair Melis Zararsız ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdi.

Ülkemizde profesyonel anlamda sinema yazarı olmak dahası bunu sürdürebilmek hayli zor iş. Profesyonel derken derken bu iş ile madden ve manen hayatını idame ettirmekten bahsediyoruz. Melis Zararsız, bunu başaran isimlerden biriydi. Fakat daha sonra işinden ayrıldı ve bir türlü kurumsallaşamayan sinema yazınının gönüllü bir ferdine dönüştü.

Sen en son ülkenin en çok ziyaret edilen sitelerinden birinde sinema yazarı ve genel yayın yönetmeniydin. Sonra neler oldu, senden dinleyebilir miyiz?

Evet, ben 2007 yılında editör olarak başlamıştım, sinema yüksek lisans mezunuydum, sinema yazarlığı nedir, sinema içerik editörlüğü, haber yazarlığı nedir, web içerik editörlüğü nedir gibi konularda piştiğim yılların başı. Türkiye’nin de en sevdiği, en güvendiği sinema sitesi. 2010’da Fransız bir şirket satın aldı siteyi ve beni genel yayın yönetmeni olarak başına getirdi. Kendi ekibimi kurmam istedi, ben de kurdum ve beş yıl boyunca hayatımın en mutlu iş serüvenini yaşadım.

Cannes’ı yerinde takip eden ülkemizdeki sinema yazarları arasındaydın o dönem…

Her yıl Cannes Film Festivali’nde siteyi temsil ettim; her yıl Fransa’da, Almanya’da, Brezilya’da, İspanya’da kardeş sitelerimizin ekipleriyle toplantılar yaptık. Site geliştikçe iyice sevildi ve başarı kazandı. O dönem bir sinema sitesinin içeriklerini bağımsız tutmak için ciddi bir çaba sarfettim ve büyük ölçüde başardım. Sonra bu Fransız şirketin hisselerinin neredeyse tamamını başka bir yabancı şirket aldı. Yapı tamamen değişti. 2007’den beri Türkiye’nin güvenini kazanmış, kaliteli yazarlardan oluşan başarılı bir siteyken maalesef kalite, kapitalizme yenik düştü. İçerik işin pazarlama kısmından bu denli etkilenmeye başlayınca tadım kaçtı ve 2015’te istifa ettim.

Şu anda farklı mecralardaki yazılarınla ve kişisel sitenle devam ediyorsun üretimlerine… Seni nasıl etkiledi bu süreç? Sinema yazarı olarak seni nasıl değiştirdi?

Aslında bir yandan gurur vericiydi. Pek çok mecra, pek çok festival beni SİYAD üyesi zannediyormuş, nasıl olmazsın, bu kadar emeğin var, yıllardır bizimlesin dediler hep ve her film gösterimine, her festivale davet edildim sorgusuz sualsiz, hala da öyledir. Saygı açısından belirli bir yer edinebiliyorsunuz kendinize, yıllarca emek verdiyseniz. Ancak tabii sinema yazıları yazmaya devam ettiğim web sitelerinden veya basılı dergilerden ya çok komik telifler aldım ya da hiç ödeme alamadım. Bir süre sonra da sinemaya dair yazı yazmayı bir iş olarak görmemeye başladığım için sadece Psikesinema dergisinde ve Sinematik Yeşilçam web sitesinde yazmaya devam ettim, ediyorum, keyfimce. Fakat uzun yıllardır İKSV ile İstanbul Film Festivali kapsamında çalışıyorum, altyazı çevirmeni ve launcher olarak. Aynı zamanda sevgili Alin Taşçıyan ile Malatya Film Festivali’nde yabancı basın ataşesi olarak çalıştım ve festivalin haberlerini İngilizce olarak oluşturup yabancı basına aktardım. Yine sinopsis çevirileri vs geldi dönem dönem. Bu tarz işler daha profesyonel yürüyebiliyor, maddi manevi karşılıkları olabiliyor.

Sinemamızın son yıllarına hakim bir isim olarak ülkemizde sinema yazınının bugününü nasıl değerlendiriyorsun? Sence gelecekte ne gibi değişimler olabilir bu alanda?

Sinema yazını dergilerden gazetelerden web’e kaydı malum. Fakat burada da mecraların saygınlığı, yazarların altyapısı eskiye nazaran çok farklı bir şekilde tezahür etti, ediyor. Bazı şeyler çok kolaylaşırken, bazıları çok daha zorlaşıyor aslında. Olumlu ve olumsuz yönleri var elbet. Bir de youtube var tabii, pek çok sinema yazarı artık kendi kanalını açıp, sinema, filmler hakkındaki görüşlerini yazmak yerine videoda kitlesine aktarmayı tercih ediyor, hatta röportajlar ekleyebiliyorlar, sohbetler, fragmanlar. Herkesin kendi tv kanalı var adeta artık. Bu gelişmenin de sinema hakkında “yazmak” meselesinin dengelerini değiştirici gücü olduğunu düşünüyorum. Neyseki tezler var, akademik makaleler var, bunlara yer veren dergiler ya da web siteleri var, dolayısıyla isteyen istediği kıvamda sinema yazınına istediği mecrayı kullanarak ulaşabilir aslında, ki bu işin olumlu tarafı.

Hayatındaki değişim sadece sinema yazarlığındaki gelişmelerle sınırlı değil. Ada’ya taşındın ve duruş olarak hayatını da değiştirdin…

Evet. 2015’te istifa ettim. Kadıköy tarafında yaşıyordum. Freelance işler yaparken de yine İstanbul’un koşturmasından kaçamadığımı fark ettim. Gala var gitmelisin, ama Maslak’ta, basın gösterimi var, gitmelisin ama İstinyePark’ta. Her yer hafriyat. Herkes sinirli. Tüm AVM’ler, tüm metrobüsler, tüm cafeler, tüm yollar insanla dolu. Kiralar ateş pahası. Aidat ateş pahası. Freelance çalışıp, üç kuruş kazanıp, prestijimi sağlam tutmak için her etkinliğe koşturup, sağlıksız beslenip, strese girip, az uyuyup, kazandığım üç kuruşla fatura ve kira ödediğimi fark edince bir gün aynada yüzüme baktım, rengim yeşildi. Sağlıksızdım. Kaş’a, Datça’ya taşınan ve mutlu olan pek çok arkadaşım gel dediler. Acaba mı derken aklıma Büyükada geldi. İyi ki de gelmiş. İki yıl oldu. Başka biri yaptı beni bu seçimim.

Adalar Kültür Derneği’nde de faaliyetlerine devam ediyorsun. En son Tahtacı Fatma belgeselini gösterdiniz. Biraz bu dernekten bahsedebilir misin bize?

Büyükada’ya taşınır taşınmaz, huylu huyundan vazgeçmez, önce Adalar Kent Konseyi’ne sonra da Adalar Kültür Derneği’ne koştu ayaklarım. Neler oluyor burada ve ben neler yapabilirim dedim. İki senedir hem konseyin hem de derneğin açıkhava bahçelerinde ve derneğin iç mekanında film gösterimleri düzenliyorum. Bunlar Türk filmleri oluyor. Bu filmlerin yönetmenlerini/yapımcılarını/oyuncularını davet ediyorum etkinlik akşamına. Filmi adalılarla birlikte izliyoruz, sonrasında gelen konuğumuzla söyleşiyoruz. 70-80 kişilik katılımlar oldu, özellikle yaz aylarında bu rakam artıyor. Adada daha önce böyle düzenli bir etkinlik yapılmamış Türk sineması adına. Yönetmenlerle, yapımcılarla, oyuncularla buluşmak çok özel diyor adalı komşularım. On üç yıldır sinema sektöründe olunca güzel bir çevre edinmişim, çok şükür kendimi bir gazeteci olarak sevdirmişim sanırım, sağolsun bugüne kadar hiçbir yönetmen kırmadı beni ve seve seve, koşa koşa geldiler Ada’ya, onların da tek amacı buradaki seyircilerle bir araya gelmek, sohbet etmek, belki biraz ada havası almak. İnanır mısın Güvercin filmini vizyondan önce adada izledik. Rıza Sönmez’in Orhan Pamuk’a Söylemeyin…. filmini izlemeye Orhan Pamuk da geldi ve o da söyleşiye katıldı. Pek çok güzellik yaşadık iki senedir bu gösterimlerde. Tahtacı Fatma belgeselinin yönetmeni rahmetli Suha Arın, benim kıymetli hocamdı. Onun belgesellerini burada göstermek benim için bir onur. Değerli kardeşi Reha Arın, filmlerin yapımcısıydı ve şimdi de oğluyla tüm o belgeselleri renove ederek günümüze kazandırıyorlar. Kendisi de konuk oldu ve dernekte söyleştik. Çok keyifliydi.

Dernekteki misyonun bununla sınırlı değil, başka faaliyetler de yürütüyorsun orada…

Dernekte aynı zamanda meditasyon dersleri de vermeye başladım. Bu süreçte aldığım meditasyon ve sağlıklı yaşam koçluğu eğitimlerim oldu, öğrendiklerimi ve deneyimlerimi aktarmak için dernekte insanlara buluşmak her açıdan çok güzel bir fırsat oldu, buradan Adalar Kültür Derneği’ne teşekkürü bir borç bilirim. Dernek Büyükada’nın düzenli kültür sanat etkinliklerine yer veren tek kalesi diyebilirim. Sergiler, söyleşiler, gösteriler, konserler, atölyeler, kurslar… Minik bir yer olsa da çok şey alıyor içi.

Son bir şey eklemek ister misin?

Açıkçası “sinema eleştirmenliği” titrinden hiçbir zaman hoşlanmamıştım, sinema gazetecisiyim ben, derdim genelde, sinema içerik editörüyüm derdim, hala da öyle diyorum. Şu an film seçkisi düzenlemek, etkinliklerde moderatörlük yapmak beni manen besliyor ve bu yetiyor. Titrlere takılmıyorum. Şu galada da yer alayım, şu etkinlikte de görüneyim koşturmacalarımı da sona erdirdim. Sakin sakin yogamızı meditasyonumuzu yapalım, filmlerimizi izleyelim, sohbet edelim yaşama dair katılımcılarla, şu an keyif aldığım durum bu.

Bir de “Kutu” adında kısa film çektiniz bu sırada…

Evet, arkadaşlarla bir kısa film çektik, ben senaryo kısmıyla ilgileneyim derken oyuncu olarak buldum kendimi, Çağrı Dörter imzalı Kutu/The Box adlı kısa filmimiz festivallerde şansını deniyor, yolculuğu bitsin, özel gösterimler yapacağız, birini de adada yaparız muhtemelen, bekleriz ücretsiz gösterimlerimize, adaya gelmek gözünüzde büyümesin. Derneğin sosyal medya hesaplarından etkinliklerimizi takip edebilirsiniz. Çok teşekkür ederim bunları aktarma fırsatı verdiğiniz için.

ERCAN DALKILIÇ