Başkanlık sistemi diktatörlüktür

Millî Merkez Genel Sekreteri Haluk Dural 16 Nisan'da oylanacak 'Başkanlık Anayası'nı YURT Gazetesi için değerlendirdi.

İşte Millî Merkez Genel Sekreteri Haluk Dural'ın değerlendirmeleri:

AKP, 3 Kasım 2002 seçimleri sonuçlarına göre tek başına iktidara geldiğinden bugüne kadar geçen 15 yılda neredeyse sıfırlanmış olarak devraldığı PKK terörüne, artık Amerikancı-dinci Fettullah ve dinci-vahşi IŞİD terör örgütlerinin de eklenmesiyle, ülkemizi her gün onlarca şehidin verildiği bir iç çatışma ve silahlı isyanın yaşandığı bir ortama sürüklemiş bulunmaktadır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının verdiği bir aylık süre sonunda AKP Genel Başkanlığından ayrılması gereken Recep Tayyip Erdoğan’a, CHP’nin desteğiyle Anayasanın 76. maddesi değiştirilerek, milletvekilli seçilme yolu açılmıştır.

Recep Tayyip Erdoğan, 9 Mart 2003 tarihinde yenilenen Siirt’teki milletvekili seçimlerinde, 2 Kasım 2002 seçimlerinde aday olmadığı halde, Seçim Kanununun 25. Maddesine aykırı olarak aday yapılarak milletvekili seçilmiştir.

Başbakan olduktan sonra Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı olarak görev yaptığını itiraf etmiştir.

ABD+İngiliz istihbaratçılarının gözetiminde Oslo’da PKK terör örgütü ile MİT’in pazarlık yapmalarını sağlamıştır.

Türk Milleti yerine sürekli olarak etnik köken ve mezhep farklılıklarını dillendirerek “millet bütünlüğünün” ayrıştırılmasına yolaçmıştır.

Demokratik Açılım adı altında, AB’nin talimatları doğrultusunda Terörle Mücadele Kanununda yumuşatmalar yapmış, PKK ile açılım pazarlıkları yürütüp, askeri kışlaya, polisi karakola kapatarak PKK’nın yurtiçinde silah ve mühimmat yığmasına izin vermiştir.

Ordu içinde Fetö terör örgütünün yuvalanmasına izin ve destek vermiş, Amerikancı-dinci Fetö terör örgütü aracılığıyla TSK’ya kumpaslar kurarak TSK’nın en güzide komutanlarının hapse atılmasını, ordudan tasfiye edilmesini sağlamış, bu davaların “savcısı” olduğunu ilan etmiştir.
Milli ekonomimizin direği olan kârlı ve tekel niteliğindeki tesislerimizi özelleştirme adı altında satıp savmıştır. 2002 yılında 130 milyar dolar dış borçla devraldığı ekonominin dış borcunu 420 milyar dolara çıkarmış, bu borçlanmaya karşılık doğru dürüst sanayi tesisi kurmamıştır.

Uygulanan yanlış dış politika ile ülkemizi bütün sınır komşularımızla düşman haline getirmiş, tapuları Aydın ve İzmir illerinde kayıtlı olan karasularımız içindeki adalarımızın Yunanistan tarafından işgal edilmesine, vatan toprağına Yunan bayrağı dikilmesine göz yummuştur.

Anayasanın amir hükmüne rağmen Cumhurbaşkanı seçildiği ilan edildiği halde AKP parti başkanlığını bırakmamış, kongresine katılarak oy kullanmıştır.

15 Temmuz’da TSK içinde yuvalanmasına göz yumdukları Amerikancı-dinci bir kısım vatan haini subayların silahlı isyanının, TSK’nın vatansever, Atatürkçü büyük gövdesi tarafından bastırılmasını fırsat bilerek, TSK’nın emir-komuta hiyerarşini parçalamış, askeri liseleri ve harp okullarını kapatarak TSK’nın insan kaynağını kurutarak, gücünü kırmıştır.

2002 yılında bitirilmiş olan PKK terörü ve neredeyse devlet hakimiyetinin tüm yurt sathında tesis edildiği bir Türkiye devralan AKP, 2016 yılında ülkeyi Suriye ve Irak’ta savaş durumuna getirmiş, kuzey Irak ve kuzey Suriye’ye yerleşen Amerikan destekli PKK ile verilmekte olan savaş nedeniyle bölgeden her gün onlarca şehit cenazesinin gelmesine yolaçmıştır.

İktidar, ilan edilen OHAL’i kullanarak, TBMM’yi devre dışı bırakarak, OHAL’in amacı dışındaki kararnamelerle devlet yapısı üzerinde kalıcı düzenlemeler yapmakta, muhalefeti baskı altına almaktadır.
İktidar zihniyeti marifetiyle Atatürk ve Cumhuriyet ile şiddetli bir kavga verilmekte, ülkemiz ve bütün kurumlarımız din eksenli bir yapıya, lâik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti adeta bir din devletine dönüştürülmeye çalışılmaktadır.

Gelinen bu baskıcı şartlar altında AKP, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “Başkan” yapmak üzere hazırladığı anayasa taslağı 21 Ocak 2017 tarihinde 18 madde olarak TBMM’nde kabul edilerek, 6771 sayıyla kanunlaşmış olup, 16 Nisan 2017 günü referanduma sunulacaktır.

Anayasa değişiklik tasarısı gündeme geldiğinde basına sızan AKP anayasa değişiklik taslağında “başkanlık” için yapılan tanımların, AKP yetkililerince açıklandığı üzere, Amerikan sistemine % 95 benzetildiği ifade edilmiştir. ABD’den farklılık; çift meclis olmayışı ve “üniter” yapının korunması olarak görülmektedir.

Ancak anayasa değişiklik kanunu incelendiğinde yürürlükteki anayasaya esas ve usûl açısından kesinlikle aykırı olduğu kolayca görülmektedir.

Esas açısından, Anayasanın egemenlikle ilgili maddesi çok açıktır:

MADDE 6.– Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Millete ait olan ve hiçbir kişiye bırakılamayacak olan egemenliğin;

“Yasama” ile ilgili kısmı, anayasada belirtilen yetkili organ olan “Türkiye Büyük Millet Meclisine” aittir ve devredilemez.

“Yürütme” ile ilgili kısmı, anayasada belirtilen yetkili organ olan “Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu” tarafından kullanılır.

“Yargı” ile ilgili, anayasada belirtilen yetkili organ olan “Bağımsız Mahkemelerce” kullanılır.

Usûl açısından bakıldığında, değişiklik kanununun 16. Maddesi ile 60’dan fazla anayasa maddesi değiştirildiği, adeta bir torba kanun şeklinde olduğu, gizli oy zorunluluğuna ve anayasanın 175. Maddesi hükümlerine uyulmadığı görülmektedir.

Amerikan sistemi başkanlık

Anayasa değişiklik kanunu ile Cumhurbaşkanı için istenen yetkiler ilk bakışta %95 benzediği söylenen Amerikan Başkanlık sistemindeki, ABD anayasası ile başkana tanınmış olan yetkileri andırmaktadır. Ancak bu kesinlikle doğru olmayıp, gerçekte benzemezlik oranı %95’tir.
Amerika’daki 13 İngiliz sömürgesi 4 Temmuz 1776 tarihinde yayınladıkları “Bağımsızlık Beyannamesi” ile 13 bağımsız devlet olarak, Amerika Birleşik Devletleri’ni kurduklarını duyurmuştur. İngilizlerle savaşı şiddetlendirip, yenmişler ve kıtadan kovmuşlardır.

15 Kasım 1777 tarihinde 13 bağımsız devlet bir gevşek Konfederasyon kurmuştur.

17 Eylül 1787 tarihli anayasa ile gevşek bağlı konfederasyon yerine, bir “Federal Devlet” kurulmuştur. Böylece eski sömürgeler olan 13 bağımsız devletten önce bir konfederasyon sonra 13 eyaletli bir federal devlete dönüşülmüştür.

Amerikan devlet yönetiminin oluşumu tarihsel, sosyolojik ve kültürel açıdan Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine geçişe hiçbir şekilde benzememektedir.

17 Eylül 1787 tarihinde kabul edilen Amerikan anayasasına göre:

Kısım I, Bölüm I: Bütün yasama yetkisi Senato ve Temsilciler Meclisinden oluşan Birleşik Devletler Kongresine aittir.

Kısım I, Bölüm II, Madde 1: Her eyaletin en az bir milletvekili vardır ve milletvekili sayısı eyaletin seçmen sayısı ile orantılıdır. Milletvekilleri iki yıl için seçilirler. (Şu anda 435 milletvekili vardır.)

Kısım I, Bölüm III: Birleşik Devletler Senatosu her eyaletin halkı tarafından altı yıl için seçilecek olan ikişer Senato üyesinden teşekkül eder; her senato üyesinin bir oyu vardır. (Şu anda 50 eyaleti temsil eden 100 senatör vardır.)

Kısım II, Bölüm I: Başkan yürütmenin başıdır.

Kısım II, Bölüm II, Madde 1: Başkan, Birleşik Devletler ordusunun ve bahriyesinin ve Birleşik Devletler nam ve hesabına faal vazifeye çağrıldıkları zaman muhtelif eyaletlerin milis teşkilâtının başkomutanıdır.

Kısım II, Bölüm II, Madde 2: Başkan senatonun görüş ve üçte ikisinin onayı ile andlaşmalar akdetmeğe yetkilidir.

Başkan büyükelçileri, elçileri, konsolosları, Yüksek Mahkeme (bizdeki Anayasa Mahkemesi) hâkimlerini ve Birleşik Devletlerin işbu anayasanın belirtmediği memuriyet makamları ve sonradan kanunlarla ihdas edilecek olan diğer bütün memurlarını (federal mahkeme hâkim ve savcıları) önerir ve senatonun görüşünü ve onayını aldıktan sonra tayin eder. 
Kongre, bir kanun ile uygun gördüğü bazı ikinci derecede memurların tayinini ya yalnız Başkana, ya mahkemelere veya sekreterlere (bakanlara) bırakabilir. 

Görüldüğü üzere, ABD örneğinde Başkana anayasa ile tanınan yetkiler, 13 ayrı bağımsız devletin oluşturduğu federal bir devlet yapılanmasında vardır. Bu sistem dünyada sadece ABD’nde mevcuttur. 

Türkiye Cumhuriyeti devlet yapılanması

Türkiye Cumhuriyeti, İstiklâl Harbi zaferimizden sonra 29 Ekim 1923 yılında “üniter” bir devlet olarak kurulmuş olup, ABD’ye hiçbir şekilde benzememektedir. 

Türkiye Cumhuriyeti, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi sonrasında, Kuvayı Milliye döneminde yurdun pekçok yerinde vatansever halkımızca toplanan 30 dolayındaki Ulusal ve Yerel Kongrelerde ortaya çıkan “milli irade” beyanından sonra, ölümsüz önderimiz Mustafa Kemal tarafından bütün kongrelerin birleştirilerek, 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla kurulmuş “parlamenter” bir HALK CUMHURİYETİDİR.

Bölünemez, paylaşılamaz ve devredilemez egemenliğine “kayıtsız ve şartsız” sahip çıkan milletimiz; İstiklâl Harbi zaferimizle taçlandırdığı mücadele sonunda 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetimizi ilan etmiş ve tüm kuvvetlerin tek elde toplandığı monarşiyi tarihe gömerek, 1876 Kanunu Esasi ile başlamış olduğu anayasal yönetim sistemini, iktidarı yasama-yürütme-yargı arasında paylaştırarak kesin kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan “parlamenter yönetim” şeklini benimseyerek çağdaş demokrasiler düzeyine adım atmıştır.

Bazen kesintiye uğramış olsa da 94 yıldır sürdürdüğümüz “parlamenter demokratik” yönetimimizin nimetlerinden yararlanarak 14 yıldır ülkemizi yöneten AKP çoğunluk iktidarı bugün; yasamayı işlevsiz, yargıyı bağımlı hale getirecek, demokrasimizin 94 yıllık kuvvetler ayrılığı ilkesi zedeleyecek bir “Başkanlık” hedefli anayasa değişikliğine kalkışmaktadır. Üniter ve merkezi devlet yapımızla bağdaşmayacak olan “Başkanlık” sistemi, DİKTATÖRLÜĞE geçişin ilk adımıdır. Bu adım gerçekleşirse, ülkemiz lâik devlet düzenini kaybedecek, bir din devletine ve ABD’nin isteğine uygun en azından iki bölgeli, iki halklı bir federal devlete dönüştürülerek bölünecektir.

Başkanlıktan diktatörlüğe geçiş

Türkiye gibi imparatorluktan cumhuriyete geçmiş olan devlet modelinde, başkanlık sistemi için bilinmesi gereken çok önemli bir örnek vardır. 

Başkanlık Anayasa değişikliğinin nereden alındığı konusunda en çarpıcı ipucu Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından verildi. Kendileri 31 Aralık 2015 akşamı Suudi Arabistan’dan dönüşünde Atatürk Havaalanında gazetecilere yaptığı açıklamalar arasında “Hitler Almanyasında da Başkanlık vardı” dedi.

Birinci Dünya Savaşından mağlup çıkan Almanya’da 9 Kasım 1918-11 Şubat 1919 arasındaki Geçici Cumhuriyet Hükûmeti Başbakanı Philipp Scheidemann'ın 9 Kasım 1918 tarihinde cumhuriyetin kurulduğu ilan edilmiştir. Ocak 1919’daki seçimler sonucunda Weimar kentinde toplanan kurucu meclisin “Alman Ulusal Meclisi”nin hazırladığı 181 maddelik anayasa (uluslararası anayasa hukukunda Weimar Anayasası olarak anılır) ilk cumhurbaşkanı Friedrich Ebert’in imzalamasıyla 11 Ağustos 1919’da kabul edilerek Almanya İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e geçmiştir. Siyasi partiler faaliyete geçmiş, 6 Haziran 1920’de ilk seçimler yapılmış ve normal sosyal hayat başlamıştır.

Avusturya doğumlu Adolf Hitler 1919’da Alman İşçi Partisine (Deutsche Arbeiterpartei-DAP) üye olmuş, bu parti 1920’de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisine (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei-NSDAP) dönüşmüş ve Hitler 1921’de parti içinde darbe yaparak başkan olmuştur. Hitler’in Şansölye seçilmesi için önündeki engel, 1925’te Avusturya vatandaşlığından çıkan Hitler’in 1932’ye kadar vatansız statüde olmasıydı. Bu engeli kaldırmak adına, dönemin İçişleri Bakanı ve aynı zamanda Thule Cemiyeti’nin üyelerinden olan Bakan Dietrich Klagges tarafından 25 Şubat 1932’de Berlin’de bulunan Brunswick temsilciliğine atanarak devlet memuru statüsü kazandı ve Alman vatandaşlığına geçti.

Adolf Hitler’in başkanı olduğu Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi 6 Kasım 1932’de yapılan seçimlerde % 33,1 oy alıp, 196 milletvekili kazanarak 1. parti olmuştur.

30 Ocak 1933’te Adolf Hitler Başbakan olmuştur.

27 Şubat 1933’de Alman Meclisi Reichstag yakılmıştır. Ertesi gün Hükümet Olağanüstü Hal ilan etmiştir. Sorumlular elbette komünistlerdi (?) ve SA’lar insan avı başlattılar. Gerçekte Reichstag’ın Hitler’in SA’ları tarafından yakıldığı Nürnberg Mahkemeleri tutanaklarında açıklanmıştır.
Fırsattan yararlanan Hitler, Olağanüstü Hal şartlarında Alman Ulusal Halk Partisi’nin (DNVP) desteğini alarak ülkeyi seçimlere götürmüş, kendi partisi NSDAP ve DNSP dışındaki partilerin seçim çalışmalarını durdurmuş, 5 Mart 1933 günü yapılan seçimlerde %44 oy almıştır. Hitler seçim kampanyası sırasında pekçok Alman sanayi, banka ve sigorta şirketlerinden mali destek almıştır.

Yeniden seçilmiş olan Hitler, 21 Mart 1933 tarihinde Postdam’daki Garnizon Kilisesi’nde düzenlenen bir törenle göreve başladı.

23 Mart 1933 tarihinde Meclise “Halk ve İmparatorluğun Sıkıntılarını Ortadan Kaldırmaya Yönelik Yasa” (Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reich) isimli bir yetki kanunu tasarısı sundu.

Oylama günü SA’lar Meclise gelen Sosyal Demokrat milletvekillerini içeri sokmadılar. Zaten 81 komünist parlamenter de seçimlerden önce gözaltına alınmıştı.

24 Mart 1933’te Yetki Kanunu Teklifi 441 evet, 94 hayır oyu ile kabul edilerek, Reichstag’ın (Alman Meclisinin) tüm yetkilerini dört yıl süre ile (1 Nisan 1937’ye kadar) Kabineye, dolayısıyla Başbakan Hitler’e devrediliyor ve Meclisin çalışmalarına bu süre için ara veriliyordu.

Bu beş (5) maddelik Yetki Kanunu ile Anayasa değişikliği yapılmış;

1. Maddesi ile Weimar anayasasının 68-77 maddelerindeki Parlamentoya ait “Bütçe” yapma yetkisi Hükümete devredilmiştir.

2. Madde ile Hükümetin yayınlayacağı kanunların anayasadan sapsa bile Parlamento kurumlarını etkilemeyeceği, cumhurbaşkanının haklarının saklı olduğu belirtilmiştir.

3. Madde ile Hükümetin çıkarttığı kanunların resmi gazetede yayınlandığında yürürlüğe gireceği, anayasanın 68-77 maddelerinin uygulanmayacaktır.

4. Hükümetin yabancı devletlerle yapacağı uluslararası andlaşmalar için Parlamento onayı gerektirmez ve Hükümet bu andlaşmaların uygulanması için gerekli yasal düzenlemeleri yapar.

5. madde ile bu kanun yayım tarihinde yürürlüğe girer, Hükümet başka bir yasa yapınca veya 1 Nisan 1937’de sonlanır.

23 Mart 1933’te Yetki Kanununun kabulüyle Reichstag’ın (Alman Meclisinin) tüm yetkilerini dört (4) yıl süre ile Hükümete, dolayısıyla Başbakan Hitler’e devrediliyor ve Meclisin çalışmalarına bu süre için ara veriliyordu. Yetki Yasası 1937 ve 1941’de yenilendi, 1945 yılına kadar Parlamento 12 yıl kapandı.

Adolf Hitler ülkeyi Olağanüstü Hal Kararnameleriyle yönetmeye, devleti kendisine göre şekillendirmeye başladı. Alman Ordusunda tasfiyeler yaparak, komutanlıklara Nazileri getirmeye başladı.

10 Mayıs 1933 gecesi SA’lar aydınların evini basıp topladıkları 20 bin kitabı Berlin Operaplatz meydanında törenlerle yaktılar.

Uzun Bıçaklar Gecesi diye anılan 30 Haziran 1934 gecesi, Nazi Partisi'nin sol kanat Strasserist hizbinden Gregor Strasser, önemli muhafazakar Nazi karşıtları (eski Şansölye Kurt von Schleicher ve 1923'te Birahane Darbesi'ni bastıran Gustav Ritter von Kahr) ve Sturmabteilung (SA) lideri Ernst Röhm dahil 100 dolayında öldürülmüş, binden fazla karşıt görüşlü tutuklanmış, SA’lar yok edilmiştir. Cinayetlerin büyük çoğunluğu Schutzstaffel (SS) ve rejimin gizli polisi Gestapo (Geheime Staatspolizei) tarafından işlenmiştir.

2 Ağustos 1934’te Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg vefat etmiş, bunun üzerine Hitler Cumhurbaşkanlığı makamını da üstlenmiştir. 

Onun Cumhurbaşkanlığı makamına yükselişi hakkındaki Anayasa Değişikliği Kanununun (Gesetz über das Staatsoberhaupt des Deutschen Reichs) halkın onayına sunulması için 19 Ağustos 1934 tarihinde bir referandum düzenlenmiş (Volksabstimmung über das Staatsoberhaupt des Deutschen Reichs) ve Referandumun sonucunda % 89,93 “evet” oyu çıkarak Hitler’in Cumhurbaşkanı olmasına, bununla birlikte Başbakanlık görevini de sürdürmesine halk tarafından onay verilmiş ve FÜHRER ilan edilmiştir.

Böylece Reichstag’da Nasyonal Sosyalist Partinin çoğunlukta olması, cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığın tek elde bütünleşmesi ile bütün yasama ve yürütme yetkisi Hitler’in elinde toplandığından, Cumhuriyet fiilen ve hukuken ortadan kalkmış ve Hitler Weimar Anayasasının cumhurbaşkanına verdiği bütün yetkileri sonuna kadar kullanmıştır.

Hitler anayasasının özellikleri

46. maddesi ile verilen, “bütün Üst Kademe Kamu Yöneticileri (Beamte) ve memurların atanması ve azledilmesi” yetkisini kullanarak devlet kadrolarını kendisine biat edenlerle doldurdu.

47. maddeye göre Alman silahlı kuvvetlerinin tam yetkili başkomutanı oldu.

48. Madde ile devletin yükümlülüklerine yerine getiremediği veya kamu güvenliğinin tehlikeye düştüğü hallerde Silahlı Kuvvetleri kullanma yetkisini fütursuzca ve sonuna kadar kullandı. 

Orduyu halkın muhalif kesiminin üzerine sürerek, faşist Almanya diktatörlüğünü kurdu.

Hitler, bu anayasal yetkileri kullanarak kamu yönetimini ve orduyu Nazilerle doldurmuş ve son olarak yargıyı Nazi diktatörlüğüne göre şekillendirmiştir. Hakimler 1936 Kasım ayında düzenlenen törenlerde Hitler’e bağlılık (biat) yemini etmişlerdir.

“Alman İmparatorluğunun Führer’i olan Adolf Hitler’e ve Alman ulusuna gönülden bağlı ve sadık olacağıma, hukuku gözeteceğime, makamımın gereği olan görevimi vicdanımla ifa edeceğime yemin ederim.”

Böylece mahkemelerin bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü yokedilmiş, bu vicdansız hakimler Hitler’in çıkarttığı bütün hukuk dışı kanunları ve işlediği insanlık suçlarını onaylamışlardır.
 
1938'de Almanya ülkede yaşayan 17 bin Polonyalı Yahudiyi sınırdışı etti. Polonya tarafından da ülkeye kabul edilmeyen bu kişiler iki ülke arasında sıkışıp kaldı, çoğu soğuk, açlık ve hastalıktan yaşamını yitirdi. Bu kaderi paylaşanların arasında kendi ailesinin de bulunduğunu öğrenen 17 yaşındaki Herschel Grynszpan, Paris'teki Alman Büyükelçiliği'ni basarak karşısına ilk çıkan kişi Konsolos yardımcısı Ernst vom Rath'ı vurdu. Hitler'in sağkolu Goebbels, bunun planlanarak düzenlenmiş bir Yahudi komplosu olduğunu öne sürerek Alman ırkının öcünü alması gerektiğini konuşmalarında halka empoze etti. Sivil ajanların da halkı kışkırtmasıyla Kasım'ın 9'unu 10'una bağlayan gece kanlı saldırılara göz yumuldu. 

9 Kasım 1938 gecesi Alman Nazilerince, Yahudilere ait ev, iş yeri ve sinagoglara yapılmış kanlı ve ölümcül saldırılar yapılmıştır. Geceye, saldırıdan sonra sokakları kaplayan cam kırıklarının ışıltılarından esinlenerek Kristal Gece (Almanca: Kristallnacht) adı verilmiştir. Gecenin sonunda 91 Yahudi öldürülmüş, yüzlercesi ağır yaralanmış, Yahudilere ait 7.500 dolayında iş yeri yağmalanmış, tahminen 177 sinagog yakılmış, mezarlıklar tahrip edilmişti.

31 Ağustos 1939'da, Polonyalı kılığına bürünmüş Alman askerleri Almanya sınırları içindeki Çekya’dan Polonya’nın Krakov kentinin kuzey batısındaki (yukarı Silezya'nın) Gleiwitz (1945'ten beri Gliwice) kentindeki Gleiwitz Radyo İstasyonu'na saldırdı.

Bu provokasyon Almanya'nın Polonya'yı işgali için haklı bir nedeni olduğunu göstermek amacıyla, Polonya'nın saldırganlığını göstermek için tertip edilmiştir. Gleiwitz vakası Alman istihbaratı Abwehr ile SS'in organize ettiği ve Himmler Operasyonu olarak adlandırılan daha büyük bir operasyonun parçasıydı. Gleiwitz saldırısıyla aynı anda Polonya-Almanya sınırı boyunca Almanlar daha birçok benzer olay tertiplediler.
 
Bu saldırıları bahane eden Hitler’in, 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırmasıyla II. Dünya Savaşı başladı.

Sonuç

Seçimle iktidara gelen Adolf Hitler;

Başbakan olarak “Yürütme” yetkisine sahip oldu.

Yetki Kanunu ile Alman Parlamentosunun;

“Yasama” yetkisini,

“Bütçe” yapma yetkisini

“Yabancı devletlerle uluslararası andlaşma yapma” yetkisini gaspetti. Ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetmeye başladı.

Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanlığını da üstlenerek FÜHRER yani Başkan oldu, Almanya’da Başkanlık rejimi (DİKTATÖRLÜK) kurdu.

Weimar Anayasasının Cumhurbaşkanına tanıdığı yetkilerle;

Ordunun Başkomutanı oldu.

Üst Kademe Kamu Yöneticilerini atama ve azil yetkisini sahiplendi. Bütün ordu komutanlarını ve yabancı devletlere gönderilecek diplomatik temsilcileri atadı.

Alman Hakimlerine biat törenlerinde Führer’e bağlılık yeminleri ettirerek, bağımsız “Yargı”yı kendine bağladı.

WEIMAR Anayasasının “kuvvetler ayrılığı” ilkesini yok ederek dünyanın gördüğü en kanlı diktatörlüğünü kurarak, diğer devletlere savaş açarak insanlığın karşılaştığı en büyük felaketin yaratıcısı oldu. 

Bu kanlı Diktatör 17 milyonu Alman ve dünyada toplam 65 milyon insanın ölümüne maloldu.

Güncel Haberleri

Benzin ve motorine zam geliyor!
60 bin kişiye tahliye geliyor! İşte detaylar...
Emekli ikramiyesi için 31 Mayıs uyarısı
TBMM Başkanı Kurtulmuş'tan Meclis Başkanvekili kararı!
Amasya'da peş peşe korkutan depremler!