Akkaya'nın açıklaması şöyle; Bilgileriniz olduğu üzere Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 2-5 Ekim 2017 tarihleri arasında ILO 10. Avrupa Bölge toplantısını İstanbul’da yapacaktır. Yine bilgileriniz olduğu üzere ILO, üçlü yapıya dayalı bir uluslararası örgüttür. Her ülkeden işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan bir yapıda çalışmalarını sürdüren ILO, çalışma hayatını ilgilendiren uluslararası sözleşmeleri düzenler ve bu sözleşmelerin üye ülkeler tarafından uygulanıp uygulanmadığını yaptığı yıllık genel kurul toplantılarıyla denetler. 2017 Haziran ayında İsviçre’nin Cenevre kentinde gerçekleştirilen ILO Genel kurulunda OHAL bahanesiyle siyasi iktidar tarafından yapılan çalışma hayatına ilişkin bütün hukuksuz uygulamalar tartışılmış ve ILO Uzmanlar Komitesi Raporunda da dile getirilerek ILO Sözleşmelerine açıkça aykırı olan uygulamalara derhal son verilmesi istenmiştir. 27 Kasım 2017 tarihine kadar Türkiye’ye 135 Sayılı Çalışan temsilcileri Sözleşmesine, 87 ve 98 Sayılı Örgütlenme Özgürlüğü ve Toplu Pazarlık Hakkında Sözleşmeye yönelik aykırılıkların giderilmesi hususunda süre verilmiştir. Türkiye hükümeti ILO Genel Kurulunda 23 Temmuz 2017 tarihinde OHAL Komisyonlarının çalışmaya başlayacağı taahhüdünde bulunurken bu Komisyon ne yazık ki daha başvuruları incelemeye bile başlayamamıştır. ILO Genel Kuruluna çalışanları temsilen katılan Dünyada 166 Milyon üyesi bulunan Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) temsilcileri ve diğer uluslararası federasyonların temsilcileri Türkiye’de yaşanan süreçler hususundaki endişelerini dile getirmişler, Türkiye’nin ILO Genel Kurulundaki açıklamalarının ve taahhütlerinin de takipçisi olacaklarını belirtmişlerdir. AKP’nin çalışanların haklarını iadeye yönelik düzenlemeler yapmak yerine Haziran 2017’den itibaren yeni KHK’lar yoluyla hak gasplarına devam etmesi üzerine ITUC ve Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) Genel Sekreterleri, ILO Genel Sekreterliğine bir mektup yazmışlar ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 2-5 Ekim 2017 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilecek olan ILO 10. Avrupa Bölge toplantısını boykot ettiklerini ve katılmayacaklarını belirtmişlerdir. Söz konusu mektuptan sonra 8 Ağustos’ta Uluslararası İşveren Örgütleri Konfederasyonu (IOE) na da bir mektup yazarak işveren örgütlerinin de bu toplantıya katılmamasını talep etmişlerdir. ITUC ve ETUC ilk defa bir ILO toplantısına katılmama kararı almışlardır. Bu karara Almanya ve Rusya işçi konfederasyonları da destek vermiş ve katılmayacaklarını açıklamışlardır. Diğer ülkelerin işçileri temsil eden üyelerinin de katılmayacakları yolunda bilgiler gelmektedir. Bu toplantıya sadece demokratik olmayan ülkelerden gerçek sendika olarak tanımlayamayacağımız bazı örgütlerin katılması söz konusudur. ITUC ve ETUC’un katılmama gerekçeleri şöyle sıralanmaktadır: ITUC ve ETUC, siyasi iktidarın OHAL’i bahane ederek 125,000 kamu görevlisini, akademisyenleri, gazetecileri, öğretmenleri hiçbir yargılama olmaksızın işten çıkardığını ve tutukladığını, 950 şirkete ve yaklaşık 11 Milyar Dolar değerindeki şirket mal varlığına el konulduğunu, binlerce işverenin ülke dışına çıkmak zorunda kaldığını, sendika üyelerinin, sendika liderlerinin tutuklandığına, baskı gördüğüne ilişkin raporlar bulunduğunu, referandum süresince görüşlerini açıklayan üyelerinin baskıya maruz bırakıldıklarını belirtmişlerdir. ITUC ve ETUC, ancak örgütlenme özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün korunduğu bir durumda üyelerinin ILO’nun 10. Bölge toplantısı öncesinde ve sonrasında görüşlerini ifade edebilecekleri bir ortamın varlığı halinde toplantıya katılabileceklerini belirtmişlerdir. Bu örgütler, mevcut ortamda bu toplantıya katılarak, AKP’nin hukuksuz uygulamalarına meşruiyet yaratmayacaklarını veya Türk sendikacıları hakkında bu toplantıdan sonra soruşturma açılmasına olanak sağlamayacaklarını belirterek Türkiye’de hukukun yeniden tesis edildiği zamana kadar, bu toplantıya katılmayacaklarını vurgulamışlardır. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) ve Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC), Türkiye’de emekçilerin, sendikaların yaşadığı trajediyi açık bir biçimde dile getirmişledir. AKP’nin, uluslararası alanda “değerli yalnızlık” adı altında bütün komşularıyla sorunlu hale getirdiği ülkemiz, ne yazık ki, itibarsızlaştırılmaya başlanmıştır. Uluslararası alandaki bu itibarsızlaşma sürecinin yeni bir halkası da şimdi çalışma ilişkileri alanında yaşanmaya başlamıştır. Uluslararası işçi ve çalışan örgütleri, artık Türkiye’yi endüstriyel ilişkiler açısından oldukça riskli ülkeler arasında saymaya başlamışlardır. Türkiye, artık bir muz cumhuriyetine döndürülmüştür. Bir yandan grevler yasaklanırken diğer yandan çalışma hayatında koruyucu olması gereken devlet bizahati çalışma barışını bozmakta ve çalışanların en temel haklarını ortadan kaldırmaktadır. ITUC ve ETUC’un belirttiği husus gerçekten Türkiye’nin AKP tarafından düşürüldüğü hali özetlemektedir. Uluslararası örgütler AKP’nin yarattığı bu durumdan oldukça rahatsızlardır. Türkiye’deki çalışan emekçiler de bu adaletsizliklere karşı her geçen gün tepkilerini dile getirmek istemekteler ancak, baskıcı rejim tarafından susturulmaktadırlar. Adeta bir istibdat rejimine dönüşen bu süreci sonlandıracak olan yine emekçilerin kararlı mücadelesi olacaktır. Bu eleştirileri sadece bu iki örgüt yapmamaktadır. Türkiye’deki üç büyük işçi konfederasyonu ile Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu ile Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu 5 Mayıs tarihinde ortak olarak yaptıkları bir deklarasyon ile OHAL adı altında insanların yargısız, sorgusuz, sualsiz KHK’larla işten çıkarılmalarını doğru bulmadıklarını belirtmişler ve siyasi iktidarın biran önce uyması gereken uluslararası hukuka aykırı durumları belirterek bunların sonlandırılması için de bir dizi taleplerini de dile getirmişlerdir. “Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in de içinde olduğu heyetin; a) Olağanüstü Hal uygulamasının kaldırılması için gereken koşullar sağlanmalıdır. b) Kanıta/hukukun üstünlüğüne dayanmaksızın yapılmakta olan toplu ihraçlar, açığa almalar, sindirme ve tutuklamalar durdurulmalıdır. c) Net bir suçlama olmaksızın, dosyası mahkemede bekletilen tüm gözaltındaki işçiler, kamu görevlileri, gazeteciler, parlamenterler ve seçilmiş belediye başkanlarının serbest bırakılması çağrısı yapılmalı; gözaltındaki diğer kişilere erişim sağlanabilmelidir. d) Suçu kanıtlanana kadar masumiyet ilkesini, cezai sorumluluğun ve cezalandırmanın bireyselliği ilkesini, bağımsız ve şeffaf biçimde adil olarak yargılanma ve temyiz prosedürlerini içeren normal mevzuata, hukukun üstünlüğüne saygıya, demokrasiye ve adalete geri dönülmelidir. şeklinde bazı maddelerini sıraladığımız 11 maddeden oluşan talepleri, aradan geçen zamana rağmen ne yazık ki dikkate alınmamış, dahası bu tarihten itibaren de hak ihlalleri ve işten çıkarmalar hızını kaybetmeden sürmüştür. Türkiye’de emeği ve işçileri temsil eden bütün işçi ve kamu çalışanları konfederasyonlarının 5 Mayıs 2017’de yaptıkları deklarasyonda da belirtikleri bu taleplerinin hiç biri ne yazık ki at gözlüğü takmış siyasi iktidar tarafından dikkate alınmadığı gibi yaşanan gelişmeler hak ihlallerinin daha da arttığını göstermektedir. Ancak ne yazık ki, Türkiye’deki bazı konfederasyonlar hala bu toplantıya katılım hususunda kayıtsız davranarak üyelerinin hak kaybına uğramalarına ve emeğe yönelik saldırıların en büyüğünün yaşandığı bu dönemin meşrulaştırılmasına aracı konuma düşmektedirler. Türkiye’de çalışma yaşamında yaşanan gerçekler bu örgütlerin dile getirdiği sorunlardan daha da fazladır. Özellikle 20 Temmuz 2016 tarihinden bu yana kişisel özgürlükler ve haklara yönelik adaletsizlik ve anayasal hakları kısıtlayıcı bu “istisnai” devlet biçiminin yurttaşlara yönelik baskıcı ve adaletsiz uygulamaları sadece temel hak ve hürriyetleri kısıtlamayla sınırlı değildir. Bu çerçevede gerçekleşen AKP sivil darbesi ile de bu saldırı süreci daha da derinleşmiş 20 Temmuz 2016 ve sonrasında yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnamelerle çalışma yaşamında yeni adaletsizliklere tanık olunmaktadır. OHAL uygulamasının en vahim sonuçlarından biri çalışma hakkının, kamu görevlilerin ve işçilerin iş güvencelerin ortadan kaldırılması, sendikal hakların ve işçilerin diğer toplu haklarının kullanımının sınırlanması olmuştur. İşten fiilen çıkarılan kamu işçilerinin kıdem tazminatı ve emekli ikramiyelerini alabilmeleri engellenerek sosyal güvenlik haklarının da ortadan kaldırıldığı fiili uygulamalar devreye sokulmuştur. İlan edilen OHAL muhalif tüm kesimlerin tasfiye edilmesi için kullanılmaya başlanmıştır. OHAL’in vatandaşa değil devlete karşı ilan edildiği iddia edilmesine rağmen, OHAL döneminde işçiler ve çalışanlar ciddi zarar görmüştür. Cumhurbaşkanı işveren örgütleriyle yaptığı toplantıda “OHAL’i sermaye için ilan ettiklerini, grevi yasakladıklarını” söyleyerek AKP’nin asıl niyetini gözler önüne sermiştir. AKP’nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası gerçekleştirdiği karşı darbe 12 Eylül darbesini dahi aratacak nitelikte bir saldırıya dönüşmüştür. OHAL döneminde Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kamu görevlisi tasfiyesi yaşanmıştır. Kamuda yaşanan ihraç ve tasfiyeler 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül gibi darbe dönemleriyle kıyasa kabul edilemeyecek kadar kapsamlıdır. Kısaca bu hak ihlalleri özetlenecek olursa; 135.337 kamu görevlisi somut bir delile dayanmadan, savunma hakkı tanınmadan ve adil yargılanma yolları tıkanarak KHK ile kamu görevinden çıkarılmıştır. İhraç edilenlerin pasaportlarına el konularak seyahat özgürlükleri ve bir başka ülkede çalışma hakları da ortadan kaldırılmıştır. İhraç edilenlerin emekli ikramiyeleri ödenmemektedir. Kamu kurum ve kuruluşlarında ve yerel yönetimlerde işten çıkartılan işçi statüsünde çalışanlar oldukça büyük sayılara ulaşmıştır. Kapatılan veya devredilen kurum, kuruluş veya şirketlerde çalışanlar işsiz bırakılmıştır. Emekliliğini kazanmış kamu görevlilerinin emeklilik taleplerinin yetkili makamlar tarafından onaylanmamaktadır. KHK ile ihraç edilenlerin özel sektörde çalışması fiilen imkânsız hale getirilmiştir. 667 ve 668 sayılı KHK'ler ile çok sayıda vakıf üniversitesi, hastane, vakıf, dernek, gazete, televizyon, dergi, yayınevi ve dağıtımcı kapatılarak malvarlıkları Hazine'ye ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredildi. KHK'lerde üçüncü kişilerin alacaklarıyla ilgili yer alan hükümler nedeniyle kapatılan kurum ve kuruluşlarda çalışan binlerce işçinin, eğitimcinin, gazetecinin ücret ve kıdem tazminatı alacakları ödenmemiştir. Ücretlerin ödenmemesi angarya olarak tanımlanır ve Anayasaya ve Avrupa İnsan hakları sözleşmesine açıkça aykırıdır. 9.667 sayılı KHK ile FETÖ/PDY ile aidiyeti, iltisakı (bağı) ve irtibatı olduğu gerekçesiyle Cihan-Sen ve Aksiyon-İş konfederasyonlarına bağlı 19 sendika kapatıldı. OHAL Kanunu'na göre sendikaların kapatılması mümkün değildir. OHAL döneminde en yaygın ihlal edilen işçi haklarından bir diğeri ise grev hakkı olmuştur. AKP 2002 sonrasında OHAL öncesi yıllarda toplam sekiz grevi ertelemişken, sadece bir yıllık OHAL uygulaması boyunca beş büyük grev milli güvenlik, genel sağlık ve finansal istikrarı bozucu olduğu gerekçesiyle ertelendi/yasaklandı. Grev hakkına dönük engellemeler sadece grev ertelemeleri ile sınırlı kalmadı. Grev erteleme (yasaklamalarının) kapsamı da genişletildi. Anayasa Mahkemesi'nin 2014 yılında iptal ettiği şehir içi toplu ulaşım ve bankacılık sektöründeki grev yasakları 678 sayılı KHK ile dolaylı olarak geri getirildi. Dahası "finansal istikrarı bozucu grev" ifadesi mevzuata girmiş oldu ve ekonomik nedenlerle grev ertelemenin önü açıldı. 2017 Kamu Görevlileri Toplu Sözleşme görüşmelerinde Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu eş başkanları Aysun Gezen ve Mehmet Bozgeyik, Anayasa’ya, ILO’nun 135 Sayılı Çalışan Temsilcilerinin Korunması Sözleşmesine ve 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununa açıkça aykırı bir biçimde toplu sözleşme görüşmelerine alınmadılar. Kamu çalışanları idareler tarafından sürekli olarak sürgün olarak tanımlanan bir şekilde hukuksuzca başka illere veya görev yerlerine görevlendirilmektedirler. 694 Sayılı KHK ile KHK ile işten çıkarılanların yıllarca sürebilecek mahkeme kararıyla görevlerine geri dönmesi halinde bile başka kamu kurumlarına, başka üniversitelere gönderilmelerine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Türkiye’de yaşanan bu gelişmelere karşı uluslararası çalışanların örgütlerinin boykot kararı ve çağrısı gerçekten sürecin işçiler ve kamu çalışanları açısından geldiği durumu da göstermektedir. Bizler, Cumhuriyet Halk Partisi vekilleri olarak Türkiye Cumhuriyetinin uluslararası alandaki saygınlığını ortadan kaldıran bu OHAL rejiminin bir an önce sonlandırılmasını, hukuksuz, yargısız işten çıkarmalara derhal son verilmesini, Uluslararası sözleşmelere uygun davranılması çağrısında bulunuyoruz.
CHP, o toplantıya katılmayacağını açıkladı!
CHP İstanbul Milletvekili Yakup Akkaya ILO 10.Avrupa Bölge toplantısını katılmayacaklarını açıkladı.
Güncel Haberleri
Kurban Bayramı ikramiyesi ne zaman yatacak, kimler alabilecek?
Ankara’da metrobüs seferleri başlıyor
Hafta sonu itibariyle etkili olacak
Bahçeli'den Galatasaray'a tebrik
Noter işlemlerinde yeni dönem başlıyor!