Abdullah Ağırkan yazdı

Milliyetçilik kıskacında insanlık...

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlığın bir daha o ölçüde yıkıcı bir kavgaya girişmesinin imkânsız olduğunu düşünenler, 1939’da yanıldıklarını anladılar; “daha kötüsü”yle karşılaştılar ve çok şaşırdılar.

Sadece 30 yıl içinde insanlık tarihinin gördüğü en büyük iki yıkımı yaşayanların, normal olarak bir daha iyimser bir beklenti içine girmemeleri beklenirdi, fakat öyle olmadı; İkinci savaşın sona ermesinden sonra başlayan, Soğuk Savaş parantezinin de geçilmesinden sonra iyice güçlenen bir iyimserlik eğilimi bütün dünyaya dalga dalga yayıldı. Bu iyimserlik temelsiz değildi, çünkü altında, savaşlara ve yıkımlara neden olan milliyetçiliğin yeşerdiği toprağı çoraklaştıracağına inanılan küreselleşme süreci yatıyordu.

Küreselleşmenin milliyetçi duyguları törpüleyeceğine, zamanla da eriteceğine dair denklem, küreselleşmenin bütün dünyada toplumsal zenginliği artıracağına dair vaadinin gerçekçi göründüğü nispette, işleyecek bir denklem gibi görünüyordu.

Ne var ki, bütün insanlığa daha fazla refah ve barış vaat eden küreselleşmenin, yolunda ilerledikçe vaatlerinin tam tersi sonuçlar üretebileceği ortaya çıkmaya başladı.

En başta “sonsuz barış” vaadi çöktü. Küreselleşmenin barış vaadi, teknolojinin ulaştığı düzeyde sermayenin eskiden olduğu gibi savaştan değil barıştan daha çok yararlanacağı, daha fazla kâr elde edeceği iddiasına dayanıyordu.

Bu iddia yanlış değildi fakat henüz zamanı gelmemişti.

Doğru, internet ve bütün dijital teknoloji ürünleri, başta silah ve petrol olmak üzere ağır sanayi ürünleri gibi savaşa değil barışa ihtiyaç duyuyorlardı. Bilgisayarlar ve internetten yararlanan bütün dijital teknolojiler, onları pazarlayan sermayeye savaş koşullarında değil barış koşullarında daha fazla kâr getirirdi… Bunların hepsi doğruydu, fakat bu ürünler, henüz kârlarını savaşlardan elde eden eski tip sermayeyi tarihin çöplüğüne gönderecek kadar güçlenmemişti. Son on yıldaki gelişmelere bakarak eğilimin “barışçı sermaye” den yana olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz ama henüz savaşları sona erdirecek bilgi toplumu sermayesi bu rolünü oynayacak kadar güçlenmiş değil. (ABD’de 2006’da piyasa değeri en yüksek altı şirketten sadece biri -Microsoft- bilgi toplumu şirketiydi, 2019’da ise bu sayı beşe yükseldi: Apple, Alphabet, Microsoft, Amazon, Facebook).

Sermayenin “ucuz işgücü”lü ülkelere akını

Büyük devletlerin dünyadan pay kapma ve hâkim olma yarışının dünyanın doğusunda büyük yıkımlara ve göçlere yol açması, Batılı zengin ülke yurttaşlarında büyük bir tedirginliğe yol açtı. Kendi “milli” sermayelerinin işgücünün daha ucuz olduğu yerlere göçü zaten ülkelerinde bir işsizlik kaynağı olarak işliyordu, şimdi, Doğu’dan Batı’ya yönelik mülteci akını, onlardaki istihdam kaygısını daha da büyüttü ve Doğu’ya karşı ırkçılığa varan milliyetçi duyguları kışkırttı.

Tabii meselenin terör boyutu da var. Batı’nın refah toplumları, nedenine nasılına hiç bakmaksızın Doğu’dan gelen terör dalgasını Doğu’nun “vahşiliğine” ve inancına (İslamiyet) bağlıyorlar ve terör saldırılarından korunmak için önerilen bütün içe kapanmacı (madalyonun öbür yüzünde dışlayıcılık var elbette) politikaları destekliyorlar.

Hesaplanamayan şey neydi?

Küreselleşmenin, öngörüldüğü gibi enternasyonalistduyguları değil de milliyetçiliği büyüteceği neden öngörülemedi?

Her şeyden önce, dünyadaki toplam zenginliği tahmin edildiği gibi artıran küreselleşmenin, zenginliği bu ölçüde eşitsiz dağıtacağı hesaplanamadı. Bu, hem zengin ülkelerdeki huzursuzluğu hem de onların dışında kalan dünyadaki huzursuzluğu büyüttü.

Fakat en önemlisi, zenginiyle fakiriyle bütün ülkelerdeki insanların duyguları hesaba katılmadı. Bireyler gibi toplumların da kendilerini güvende hissetmediklerinde, korku ve endişe içine girdiklerinde bir yerlere sığınma ihtiyacı duyacakları hesaba katılmadı. Oysa küreselleşmenin yol açtığı tedirginlik büyük bir korkuya ve endişeye yol açmıştı.

İşte şimdi iyice ortaya çıktı ki, “belirsizlik” ve oradan türeyen korku ve endişe gibi ruh halleri normal koşullarda işleyecek denklemleri işlemez hale getirebilir.

Fred Halliday’in 21 yüzyıl tahminini bir daha hatırlayalım: “Önümüzdeki yüzyıl geride bıraktığımızdan daha iyi çıkabilir, ama geride bıraktığımız kadar, hatta daha kötüsü de olabilir. Ne de olsa tarihi belirsizlik çağında yaşamaktayız.”

2000’lerin, tıpkı yirminci yüzyıl gibi bir la bellaépoque (güzel çağ) olarak başladığını hatırlayalım ve bunu bugünün duygularıyla karşılaştıralım:

The Independent’ın haberine göre ABD ve Avrupa halklarının yüzde 60’ı yeni bir dünya savaşının yakında başlayacağına inanıyormuş…

Bu da eski Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Gorbaçov’un sözleri:

“Çok sayıda asker, tank ve zırhlı araç Avrupa’ya getiriliyor; NATO ve Rusya orduları ve silâhları, eskiden uzaktan birbirine bakarken, şimdilerde hemen ateş edecekmişçesine birbirine yakın konuşlanıyor. Politikacılar ve askeri liderlerin ağızlarından düşmanca sözler dökülüyor ve savunma doktrinleri de tehlikeli olmaya başladı. Yorumcular, TV şahsiyetleri de düşmanlık korosuna katılıyor. Dünya sanki savaşa hazırlanıyor gibi.”

Milliyetçiliğin bütün ulus-devletleri kapsayacak kadar kabardıktan sonra kendi kendine sönmesine hiç şahit olmadık. Dolayısıyla, tarihe bakınca iyimser olmak için fazla bir neden görülmüyor… 

Bildiğimiz milliyetçilik geri döndü ve galiba gerçekten de bir dünya savaşına sürükleniyoruz.

Medya Haberleri

Gazeteci ve yazar Hikmet Çiçek hayatını kaybetti
Açıklama geldi
Kızılcık Şerbeti'nde Pembe'nin diziden çıkarılma nedeni o mu? Bomba iddia...
Yapımcısı merak edilen gizemin sırrını açıkladı
'Tarafsızlık' vurgusu yaparak istifasını duyurdu