Devlet aklı aslında uzunca bir süredir çözümün kaçınılmaz olduğunu ve bu sürece toplumsallaşarak nokta konulacağını inanıyordu. Ancak demokrasi notları kırık bir anlayışın çözüm süreci mümkün mü? Belki de bu adımı genel değerler bütününden bağımız düşünmek gerek.
Devlet Bahçeli’nin başlattığı ve Recep Tayyip Erdoğan’ın sahiplenip desteklediği Kürt ‘açılımı’, meselenin demokratik çözümünü isteyenlerce ‘ihtiyatlı bir coşku’ ile karşılandı. Ufkunun ne denli geniş olduğunu bilemesek de bunun ciddi bir adım olduğu ve ciddiye alınması gerektiği açık.
Söz konusu ‘açılım’ belli ki düşünülüp taşınılmış, çok muhtemelen belirli bir stratejiye oturtulmuş, hangi yöne evrilirse ne yapılacağına ilişkin ön muhakeme süreçlerinden geçmiş bir hamle. Gerçekçi olacaksak bu ne Bahçeli’nin ne de Erdoğan’ın projesi. Onları da kapsayan ancak daha geniş konsensüsü yansıtan bir devlet politikası ile karşı karşıyayız.
Siyaset konjonktürel imkanları kullanarak, kendisine fırsatlar yaratarak ilerliyor. Bu pragmatizmden hareketle ideoloji okuması yapmak doğru netice vermeyebilir. Örneğin Bahçeli siyasette etkili olma uğruna bugüne dek hep fazlasıyla pragmatik oldu. Tutarlılık diye bir derdi hiç olmadı. Aynı şeyi Erdoğan için de söyleyebiliriz. Ancak her ikisinin de zor sarsılan ideolojik tutumları var. Söz konusu tespit, özne ‘devlet’ olduğunda daha da istikrarlı, tutarlı ve dirençli bir ideolojiye gönderme yapıyor.
Bugün önümüze çıkan ‘açılım’ bir ideolojik yenilenmeyi değil, aynı bildik ideolojik zemin üzerinde bir siyaset yenilenmesinin pragmatizmini ima ediyor. Dolayısıyla ‘açılımı’ ideolojik (hele zihniyete dair) bir değişim olarak okumak hayal kırıklığını davet etmek olur.
Bu tespiti açmak üzere Bahçeli’nin ‘terör bitmiştir’ sözünü alalım. Bu sözün doğru olmadığı apaçık. Nitekim Orta Doğu’ya ve oradan hareketle Türkiye içinde potansiyel PKK eylemlerini irdeleyen neredeyse herkes, şiddetin bitmek bir yana daha da yükselme, giderek kontrolden çıkma ihtimalinin arttığına dikkat çekiyor.
Demek ki Bahçeli’nin sözünü iki şekilde okuyabiliriz: ‘Terörü bitti varsaymaya hazırız’ ya da ‘terörle hiçbir yere varamayacağınızı görmüş olmalısınız’ şeklinde. İkisi de karşı tarafı konuşmaya davet ediyor ve bu iki okumanın birlikteliği ‘açılımın’ bir iyi niyet ya da demokratik aydınlanma sonucu değil, hesaplanmış bir gerçekçiliğe dayandığını söylüyor.
Bahçeli, Erdoğan ya da Devletin bizleri ‘şaşırttığı’ tespitlerine değinerek bitireyim. Siyaseti ideoloji ile karıştırırsak şaşırabiliriz. Aksi halde şaşıracak bir durum yok. İdeoloji hala yerinde (hatta daha sağlam) duruyor.
Öte yandan unutmayalım ki egemenler ancak yönetilenleri siyaset düzleminde şaşırttıkları ölçüde egemen kalabilirler! Hangi keyfi kararın hangimizi nasıl ve ne kadar etkileyeceğini bilmediğimiz ve bu durumu kabullendiğimiz sürece onlar bizim egemenimizdir. Egemenin tutarlı olma yükümlülüğü yoktur. Tutarlı olurlarsa bir süre sonra tamamen bürokrasiye indirgenirler. Rasyonel analizin çerçevesine sıkıştıkça da karizmaları çizilir, yönetilenler nezdinde kişiliklerinin zedelendiğini hissederler.
Siyaset bağlamında tutarsızlık, egemenin tehdit gücünü, sürpriz yeteneğini ayakta tutar. Biz yönetilenler de gözümüzü oraya diker, çözümü oradan bekleriz. Devletin ulaşamadığımız üst katlarında, arka odalarında bir büyük aklın olduğuna, gerçek bilginin orada yoğunlaştığına inanmak isteriz.
Kürt ‘açılımı’ da gördüğüm kadarıyla birçoğumuzu fazla ‘sevindirik’ olmaya davet ediyor. Haklı olarak bu ‘açılımdan’ demokratik bir sonuç elde etmeyi çok istiyoruz. Ama aynı ‘açılımın’ üretilme, lanse edilme ve siyasallaştırılma sürecinin çok muhtemelen egemenin yönetilenler üzerindeki hegemonik etkisini artıracağını, farkında olunmazsa egemene olan bağımlılığın derinleşebileceğini de görmek lazım.
Kaynaklar:
Etyen Mahçupyan
Hasan Yalçın