GİDECEK BİZ DEĞİLİZ

Dr. Aybars Akoğlu

Buz gibi havada salon henüz yeni soğumaya başladığına göre Atilla birkaç saat önce uyumuş olmalı diye düşündü Yıldız Hanım. Sabah beşte oğluna kahvaltı hazırlamak için uyandığında, daha tıp fakültesi dördüncü sınıfta okuyan oğlu için bir yandan gurur duyuyor bir yandan da hala çocuk olarak gördüğü oğlunun bu kadar çok çalışmasına, yorulmasına adeta gençliğini yaşayamamasına üzülüyordu. 

Cerrahi stajındaki sabah vizitlerine yetişebilmek için bir ay boyunca oğlu en erken otobüse binmeli ve iki araç değiştirerek üniversite hastanesine ulaşmalıydı. O da ilkokuldan beridir çocukları için kendine söz verdiği görevleri yerine getirebilmek için ondan her zaman ki erken kalkmalıydı. Babasının erken yaşta vefatıyla hayatını erkene almak, kolejden mezun olan tüm arkadaşlarından farklı olarak onun üniversite okumasını olanaksız hale getirmişti. O ise daha çocuk yaşta anne olmanın verdiği sorumluluklara iki evladını üniversitede okumalarını hedef yapmayı eklemişti. O yüzden ilkokula başladıkları andan itibaren sanki kendi okula gidiyormuşçasına evlatlarından erken kalkar, onlara kahvaltılarını hazırlar, ders çalışabilmeleri için evdeki tüm koşulları onların ihtiyaçlarına göre düzenlerdi. Atilla’yı stajyer doktor olarak da olsa beyaz önlükler içinde görmek hayatının en büyük gururlarındandı. Atilla’nın yaşında kendisinin iki çocuk annesi olduğunu hatırlamak ayrıca gülümsetiyordu kendini. Hayat ne kadar hızla akıyordu. Dün kucağına aldığı bebeği, bugün doktor önlüğüyle başka bebekleri kucaklıyordu. 

Atilla zorlanarak da uyansa en çömez asistan Şükrü’nün sözlerini hatırlayınca yatağından fırlamıştı. Neredeyse haftanın beş günü hastanede yatan hatta bu yüzden ev tutmak yerine, bazen arkadaşlarına misafir olan, bazen arabasında uyuyan, bazense asistan odasında boş kalan odada uyumayı tercih eden, her fırsatta kıdemlilerden fırça yerken öğrencilere de bir o kadar sert tutum gösteren Şükrü ağabeyleri, Genel Cerrah Adem Hocanın sabah yedideki vizitine dördüncü sınıf dahil tüm öğrencilerin katılımının zorunluğu olduğunu söylemişti. Hatay’dan Bornova’ya 250 numaralı otobüsün en erken kalkış saati 6.30, yetişemeyiz ki diye Oğuz ve Neslihan ile itiraz etmeye kalksalar da Şükrü ağabeyleri sözlerini keserek ‘Sizler doktor olacaksınız. Her zorluğa çözüm bulmak, sizin en büyük göreviniz olacak’ demişti. Sabah 7 vizitine yetişebilmeleri için sabah 6’da kalkan 86 numaralı Montrö otobüsüne binip, 61 numaralı Bornova otobüsüne aktarma yapabilirse bir umut vizite yetişebilir, haftanın yedi günü hocalardan fırça yiyen Şükrü ağabeylerinden fırça yemekten kurtulabilirlerdi. 

Otobüsü kaçırma endişesi ile Atilla annesinin hazırladığı kahvaltıyı masaya oturmadan, bir yandan giyinip, çantasını hazırlarken yemeye gayret ediyordu. Yıldız Hanımın ‘oğlum iki dakika otur da öyle ye’ ricasına ise sanki içine Şükrü ağabeyi girmişçesine sert ve kesin bir dille ret ediyor, kadının onca emeğini görmezcesine hafif de fırça atıyordu. İçinden bu tepkisine üzülse de annesinin onu her koşulda affedeceği duygusuyla ergensi tepkisini sürdürebiliyordu. 

Durağa vardığında Atilla, hava buz gibiydi. Ellilerinde Leman Hanım soğuktan adeta buz tutmuş banka oturmaya cesaret edememiş, yerinde hafifçe titreyip zıplayarak soğukla başa çıkmaya çalışıyordu. Karşıdan karşıya geçmenin macera olduğu İnönü Caddesi bomboştu. Ekmek kamyonları bakkallara ekmekleri bırakıyorlardı. Az sonra ise gazete dağıtımları başlamıştı. Altay haberlerini yerel gazetede okumak için sabırsızlansa da bakkal henüz açmadığı için gazeteyi satın alamamıştı. Nerede kalmıştı bu 86? Vizite geç kalırsa ilk günden hocaların tepkisi ne kadar sert olabilirdi?

Kafasında bunları kurmaya çalışırken, Leman Hanım laf attı ‘Oğlum, sen de mi fabrikada çalışıyorsun?’ diye. Yok dedi Atilla. ‘Ben öğrenciyim.’ Kadın şaşırmıştı. ‘ne o, gece yaramazlık yaptın, barda diskoda sabahladın da şimdi mi dönüyorsun evine? Yapma oğlum böyle, anan baban merak eder’. Atilla hayal ettiğinde gülümsedi. Böyle hayatlar, böyle öğrencilik yaşayanlar da vardı. ‘Yok hanımefendi, ben hastaneye hocanın vizitine yetişmeye çalışıyorum’. Leman Hanım şaşırmıştı. Çocuk gibi gördüğü gence doktorluğu yakıştıramamıştı. Garip bakışını hissedince Atilla açıklamak durumunda kaldı. ‘Tıp fakültesi dördüncü sınıf öğrencisiyim. Genel Cerrahi stajı yapıyorum. Hocanın sabah 7 vizitine yetişmeye çalışıyorum.’ Leman Hanım kafasındaki birbirine girmiş düşünceler içinde lafa devam etti. ‘Benim tansiyon ilacı bugün hastaneye gittiğinde yazsan da ben hastaneye gitmesem. Bir de mememde bir değişiklik var sanki. Onu da cerrah hocana sorsan…’ 

Neyse ki ufukta 86 görünmüş, Atilla otobüsün onları görmeden geçmemesi için neredeyse kendini caddeye atmıştı. Montrö vardığında otobüs 61 kalkmak üzereydi. Neredeyse giden arabadan kendini atmış, futbol oynama alışkanlığı içerisinde müthiş bir deparla yolda koşarak karşıdan kalkan otobüse son saniyede de olsa yetişmeyi başarmıştı. Bu otobüse yetişmesi vizite yetişmesini sağlayacaktı. 

Hastaneye vardığında hala göz gözü görmüyordu. Soğuktan sımsıkı giyinmiş olduğu için attığı depar onu terletmiş ve sonrasında da, daha da donmasına sebep olmuştu. Hızlıca öğrenci dolabında üstünü değiştirdi ve bir ömür boyu hayal ettiği beyaz önlüğünü giyip, boynuna stetoskopunu taktı. Cerrahi servisine doğru koşarken koridorlardaki pencerelerden kendi aksine bakıyor, beyaz önlüklü halini görmek çektiği bunca sıkıntıya değer diye düşünüyordu. 

İki dakika kala da olsa vizite yetişebilmiş, Adem Hoca tam bir cerrah dakikliği ile saat 7’de servis kapısında görülmüştü. Doçentler, uzmanlar, kıdemli, kıdemsiz asistanlar, intörnler derken Atilla, Oğuz, Mikro Mahmut ve Neslihan en arkaya kalmışlardı. Şükrü ağabeyleri onları görmemişti bile. Kendi derdindeydi. Odalara o kalabalık içinde içeri girebilmeleri bile mümkün değildi. On odaya girip çıkmak toplam on dakika olmamıştı ve onlar Adem Hocanın silüetini görmekten daha fazlasını yaşayamamışlardı ama bir ay boyunca bu askeri düzen devam etmişti. 

Şimdi bu ülkede birileri Yıldız Hanımların, Atilla’nın, Neslihan’ın emeklerini yok sayıp, hekimlere her şeyi kendilerinin verdiğini düşünüyor ve gideceklerse gitsinler diyorlarsa bir daha düşünsünler.  Bizler hekimlik sıfatını kazanabilmek, bir hastadan bir şey öğrenebilmek, bir dakika sürecek vizite bu kadar eziyetleri göze alabilmişsek ve gitmeyi hiç düşünmediysek, kimse kusura bakmasın ama gidecek olan bizler değiliz.