Ömer Adıgüzel

Ömer Adıgüzel

SORULAR VE YANITLAR

Elazığ ve Malatya’da deprem oldu. Günlerce gazetelerde acılar okunuyor, fotoğraflara bakılıyor. Televizyonlardan insanlığın yaşadığı büyük trajedilerden biri daha izleniyor.

Depremin yaralarını sarma çalışmaları devam ederken, dünyayı kasıp kavuran Coronovirusu ve Çin’in ötekileştirildiği yaşantılara tanık olunuyor. Olmaya da devam ediliyor. Önce deprem unutuluyor sonra Çin’de ağzı maskeli kaygı dolu insanlar, boş caddeler, terk edilmiş şehirler izleniyor.

“Neyse ki bize gelmemiş” diyerek başka bir insanlık trajedileri izlenmeye devam ediliyor. Jose Saramago’nun Körlük romanı yeniden yazılıyor sanki…

Van’da çığ düştü. Çin de coronovirusu’ndan düşüp bayılanlar da hemen unutuluyor. Çığ altında kalan iki kişiyi kurtarma çalışmaları sırasında ikinci bir çığ ve onlarca kişinin çığ altında yaşamlarını kaybettikleri anlara odaklanılıyor. Üstelik bu kez birinci çığ ve onun altında kalanlar geride bırakılıyor.

İdlip’ten şehit haberleri geldi. Şehit ailelerinin evlerine bayraklar asılıyor. Pek çok aile gibi binlerce insanın içi yanıyor. Yanmaya da devam ediyor.

Her evde yeni bir öykü yazıldı. Herkes de biliyor ki her öykünün daima bir öncesi var ve bu öyküleri yazdıranlar süreçle birlikte sonuçlarını da biliyorlar. “Ne diyorsun Komutan, yaralı demiştin!” diye haykıran babanın acısını gördükten sonra şehitlerin de “aslında” öldüğü, geride yalnız ve derinlere bakan gözlerin kaldığı fark ediliyor.

Deprem, Van ve Çin hızlıca unutuluyor.

Tam bitti derken Sabiha Gökçen Havalimanı’nda bir uçak kazası ve başka büyük bir trajedi. Öyküler bu kez her biri anlatı odaklı masallara dönüşüyor. Her şey olağan üstü. Hem inanmak hem de o gerçekliğin içinde kaybolmak mümkün.

Ancak yaşanılan coğrafyanın aslında olağan üstü içeriklere sahip bir masal olduğunun ayırdına hiç varılmıyor. İdlip ve şehitler de geride kalıyor. Şehitler de aileleri de unutuluyor.

Sonra insanın aklına sorular ve yanıtları geliyor. Soruların çok olduğu yanıtların ya hiç olmadığı ya da hiç anlaşılmadığı bir sarmal başlıyor:

“…

A: Evet?

B: Evet,

A: Niçin evet?

B: Çünkü evet.

A: Ya hayır dersem?

B: Hayır mı diyorsun?

A: Hayır.

B: Bu hayırın nedenini söyle bana.

A: Bana evetin anlamını söyle

…”

Sorular ve yanıtlara ilişkin sözcükler tüm yanıtları ile birlikte anlamsız ya da belirsiz hale gelirken unutmak, izlemek, hatırlamamak, bakakalmak, yemek programlarının içinde kaybolmak, tek taraflı haberlerin nerede geçtiğini anlamaya çalışmamak ve daha nice boş eylemler, sahnesi olmayan birçok oyunun başrolüne dönüşüyor. Evetlerin de hayırların da nedenleri hiç bilinmiyor.

Sorular ve yanıtlar nereye kadar gideceklerini bilmeden, tamamlanmak üzere yerlerini başka soru ve yanıtlara bırakıyorlar.

Bana sorularını söyle sana hangi sarmalın içinde olduğunu söyleyeyim!

Önceki ve Sonraki Yazılar