Tan yeri ağarıyor!

İnsanlığın milyonlarca yıldır süregelen evrimleşme sürecinde, genlerimize yerleşmiş bir olgudur ''karanlık korkusu''. Geceleri karanlıkta avlanan yırtıcıların korkusu ile yaşayan atalarımızdan gecelerden korkmayı da tevarüs ettik. Bu nedenle korkularımızı geceyle ve karanlıkla birlikte anar olduk.

İktidar sahiplerinin yönettikleri toplumları korkuyla sindirmeleri insanlık tarihinin en bilinen uygulamasıdır.

1789 Fransız Devrimi ile simgelenen ''aydınlanma çağı'' , adı üstünde, karanlıktan aydınlığa çıkmayı temsil eder. Bizim Kurtuluş savaşımız ve onu izleyen toplumsal dönüşüm, devrimler dönemimiz de tarihimizin en önemli aydınlanma, karanlıktan kurtulma sürecimizdir.

Ama tarih dönüşümler, spiraller oluşturarak ilerler. Bazen karanlık aydınlığa, bazen de aydınlık karanlığa evrilir.

Türkiye toplumu son 15 yıldır, eski şairlerin ''perde-i zulmet'' diye andıkları bir karanlık örtü ile kaplanmaya, karanlıkla birlikte korkularla da sarılmaya başladı.

Siyasal iktidara sahip olanlar ''korkuyu'', toplumumuzu yönetmenin en güçlü enstrümanı olarak kullanmaya başladılar. Bunun için öncelikle mevcut en önemli tehlikelerden yararlanmaya başladılar. Örneğin terör örgütlerinin şiddet eylemlerini toplumu pasifize etmek için kullandılar. Bu yöntemin yararını gördükçe, PKK'nın, Hizbullah'ın, IŞİD’in yoğun bir biçimde silahlanmalarına, toplum içinde yuvalanmalarına göz yumdular.

PKK'nın şehirleri tonlarca patlayıcı madde ve ağır silahlarla cephaneliğe çevirmesine, FETÖ'nün devletin her kademesinde, en önemlisi de ordu ve polis teşkilatı gibi silahlı güçlerine sızıp onların yönetimlerine el koymasına göz yumdular.

Adalet sisteminin hemen tamamını terörist örgüt üyeleri ele geçirdi. Bunlar eli ile sivil-asker muhaliflerini, iktidar sahipleri, uyduruk suçlamalarla hapislere tıktılar. Yıllarca eziyet ettiler. Hâlâ da gazetecileri, akademisyenleri, sanatçıları, kendilerine muhalefet edenleri, hiç bir evrensel hukuk kuralı gözetmeden zindanlara atıyorlar, mallarını, işlerini aşlarını ellerinden alıyorlar. Topluma korku salıyorlar.

Diyalektik burada da kendini gösteriyor. Korkutanlar, bir süre sonra kendileri de korkmaya başlıyorlar. Bu nedenle daha fazla güçle, daha fazla denetimsizlikle donanmak istiyorlar. Anayasayı bu nedenle değiştirmek istiyorlar.

Neredeyse bu referandum kararına şükredeceğim. Hani bu kararı aldılar da toplumda ''korkunun istiap haddi doldu'' diye.

Toplum artık bu kadar karanlığı, bu kadar korkuyu kaldıramaz oldu. Sıradan insanlar, gençler, işsizler, yılgınlar, ''ee yeter artık'' demeye başladılar.

Lise öğrencileri kendilerine ''evet'' nutku çekecek ''mahdum beyin'' toplantısını topluca söyledikleri marşlarla terk etmeye, statlar şeref tribünlerinde kim oturuyorsa otursun, İzmir marşı ile ''Mustafa Kemal'in askerleriyiz'' haykırışları ile inlemeye başladı. Bazı işadamları bile, ''evet diyeceğiz'' açıklaması yapan kuruluş temsilcilerine ''haddinizi bilin'' çağrıları yapmaya başladılar. Sosyal medya, parlak zekâlı gençlerin en güçlü direniş silahı olan mizah dolu protestoları ile yıkılıyor. Muktedirlerin, ''hayır diyenler vatan hainidir, teröristtir'' naraları artık kimseyi korkutmuyor. Bunun için her kademedeki yöneticiler hırçınlaşıyor, ne yapacaklarını bilemiyor, yasaklıyor, saldırıyor.

Tan yeri ağarıyor. Sabah ışıkları karanlığı, korkuları birer birer siliyor.

Şair, ''Güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın!'' diyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar