Tel Abyad: İçeride ve dışarıda koalisyon

KCK operasyonları sürer ve binlerce Kürt cezaevine atılırken, öne sürülen gerekçelerden biri “Diyarbakır’ın Tahrir olmasını engellemek”ti.
Buna göre, “Arap Baharı” dalgası Kürtleri de etkileyecek, Kürtler tıpkı Mısır halkı gibi büyük “sivil itaatsizlik” eylemleri başlatacaklardı, operasyonlar ise bunu engellemek için bir “önleyici tedbir” olma niteliğini taşıyordu.

Neticede, devlet engellediği için değil, Kürt siyasi hareketi “şimdilik” böyle bir şey istemediği için bir “Kürt Baharı” yaşanmadı ama…
Ama “Diyarbakır Tahrir olmasın” diyen “stratejik derinlik”, Kürtlerin müstehzi bir şekilde belirttikleri üzere, kendi elleriyle “üç tarafı Kürdistan’la çevrili” bir coğrafya yaratmayı başardı!

Nasıl mı? Anlatmaya çalışalım.
“Stratejik derinlik”, Arap Baharının “gazıyla” harekete geçmiş, “emperyal fantezileri”ni test etmek için de Suriye topraklarını seçmişti.
Sınırın hemen bu tarafı Suriyeli “muhalifler” için bir üsse dönüştürülüp, Suriye’ye yönelik her türlü saldırının merkezi haline getirildiğinde, Suriye devleti buna yeni-Osmanlı’nın kucağına bir “bomba” bırakarak karşılık verdi.
Suriye, sınırın hemen öte tarafında yer alan, nüfusun çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu ve “Rojava” diye adlandırılan bölgeden hem devlet görevlilerini hem de orduyu çekti, yani bölgeyi “devletsizleştirdi”.

Doğan boşluğun doldurulması ise çok zor olmadı; başta PYD olmak üzere Kürt halkının siyasi örgütleri Rojava’da hemen “devlet benzeri” bir yapıyı inşa etmeye giriştiler; üstelik bunu yaparken Öcalan’ın “demokratik özerklik” fikrinden etkilendiklerini hiç gizlemediler.

Yani “Diyarbakır Tahrir olmasın” diyenler, kifayetsiz muhterisliklerinin neticesinde, burunlarının hemen dibinde Tahrir’i katbekat aşan bir manzarayla karşılaşmış oldular.
O tarihten itibaren “devlet aklı”, Rojava’yı “tehdit” olarak algılamaya başladı ve bu algı, hem iç hem de dış politikayı şekillendirdi.
Dikkat edin, Rojava’da demokratik özerkliğin ilanıyla Öcalan’la İmralı’da müzakerelerin başlatılması aynı tarihlere denk gelir.
Devlet aklı, içeride bir çatışmasızlık süreci tesis etmeye çalışırken, dışarıda cihatçı militanlar üzerinden bir “vekâlet savaşı” yürütmeye çalışmış, aslında devlet ve PKK, Rojava’da cihatçı militanlar ve YPG üzerinden vekâleten yürüyen bir savaşın içerisine girmiştir.

Peki o vekalet savaşının neticesi ne oldu?
Bugün gelinen noktada, henüz savaş tamamıyla bitmemişse de, yeni-Osmanlıcı emperyal fantezilerin açık bir mağlubiyet aldığını ve “stratejik derinlik”in Suriye topraklarına gömülmek üzere olduğunu söyleyebiliriz.
Neden mi?

Çünkü, en başta esas derdi Esad’ı devirmek olan ABD ve Batı, daha sonra öncelikli hedef olarak IŞİD’i belirledi ve IŞİD’le mücadelede partner olarak Kürtleri seçti de ondan.

İşte Tel Abyad’ın IŞİD’den alınması bu partnerliğin bir neticesiydi; Tel Abyad, koalisyon uçaklarının bombardıman desteğiyle ve PYD-ÖSO işbirliğiyle alındı.
Bu ise IŞİD’in ağır bir yenilgi almasının çok daha ötesinde bir anlam taşıyordu: Rojava’nın iki kantonu (şehri) Kobane ve Cizire birleşiyor ve dahası, sınırın hemen öte yanında Kerkük’e kadar uzanan “birleşik bir Kürt coğrafyası” ortaya çıkıyordu.
Bu, açıkça politik denkleme “yeni bir faktör”ün katılması anlamına geliyor: Tel Abyad, devletin Kürt sorununa bakışından Suriye politikasına, Kürtlerin Suriye siyasetinden Suriye’nin Kürt siyasetine, HDP’nin “Türkiyelileşmesi”nden, kimin kimle koalisyon yapacağına uzanan yelpazede, geniş bir etki yaratacak; bunu, kısa zamanda ve hep beraber yaşayarak göreceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar