Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu

TÜRK-YUNAN SAVAŞI SENARYOLARI

Ekonomik kriz, pandemi, Irak ve Libya’da savaş derken şimdi de havada uçuşan Türk-Yunan krizinin sıcak çatışmaya dönüşmesi söylentileri... Bunlar ne kadar gerçeği yansıtır, bilinmez. Yakın geçmişte, birisi 1974 Kıbrıs çıkarması, birisi l987 Kuzey Ege, birisi de 1996 Kardak olmak üzere Ankara’yla  Atina arasında üç şiddetli kriz yaşandı;komşular savaşın eşiğinden döndü. Ancak, dönemin koşulları farklıydı. Gerek Ankara gerekse de Atina’da, 1987 ve 1996 krizlerinde ekonomik ve siyasi istikrarı koruyan hükümetler iş başındaydı. 1974’de ise Yunanistan’da sert bir rüzgarda yerle bir olacağı görünümündeki cunta yönetimi iş başındaydı. Zaten de öyle oldu. Bugün ise özellikle Covid-19 pandemisi nedeniyle Ankara ve Atina’da siyasi sarsıntılar giderek artıyor.

Geçenlerde The National Interest isimli Amerikan yayın kuruluşunda bizlerin de çok iyi tanıdığı tarihçi Michael Rubin’in bir yazısı yayımlandı. Önce bilmeyenler için bir not. The National Interest, dönemin ABD Başkanlarından Richard Nixon’ın kurduğu The Center  for National Interest tarafından ayda iki kere yayımlanan muhafazakar bir dergi. Yayın çizgisi tarihçi yazar Michael Rubin’in muhafazakar görüşleriyle birebir örtüşüyor.

“Türkiye’yla Yunanistan Savaşı Gerçek Bir Olasılık” başlıklı yazısında Rubin diyor ki:

“İki komşu tarihte hiç bir zaman çok yakın dostluk ilişkileri içinde olmadı ama ikisi de NATO müttefiki olan Türkiye ve Yunanistan arasında da Kıbrıs krizinden bu yana tansiyon bu derece artmamıştı. Son 46 yıldır Türkiye ve Yunanistan hep eşikten döndüler ama bu defa Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fitilini ateşlediği politikalar nedeniyle iki komşu uçurumdan aşağı yuvarlanabilir.”

Ankara’nın Libya’yla geçen yıl imzaladığı Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik  bölge anlaşmasının BM Deniz Hukuku Antlaşması’nı (UNCLOS) ihlal ettiğini savunan Rubin, yazıda Atatürk’ün, ülke sınırlarını Lozan Antlaşması’na uygun biçimde koruduğuna, oysa bugün Erdoğan’ın Lozan’ı tartışmaya açtığına dikkat çekiyor. Üstü kapalı olarak Ankara’yı yayılmacı bir politika izlemekle, Yunanistan ve Kıbrıs kıta sahanlıklarında petrol ve doğal gaz arayarak her iki ülkenin kara suları ve kıta sahanlıklarını ihlal etmekle suçluyor. 

Oruç Reis gemisinin hazırda bekletildiğine işaret edilen yazıda ayrıca şu ifade kullanılıyor:

“Türkiye bölgede en güçlü deniz kuvvetlerine sahip. Onsekiz savaş gemisi Oruç Reis’i korumak için hazır bekliyor. İşler daha sarpa sararsa Yunanistan’ın karşılık vermekten başka çaresi kalmayacak. Bu nedenle Avrupa başkentlerinde panik hakim.”Erdoğan’ın yayılmacı bir politika izlediğine” dikkat çeken Rubin ayrıca şu ifadeyi kullanıyor:

“Erdoğan, Türkiye’nin hali hazırdaki sınırları içinde yaşamını sürdürmesini sorguluyor. Yüzyılların Aya Sofya’sını müze olmaktan çıkarıp camiye dönüştürmekle kalmadı, ilk Cuma namazını da orada kıldı. Hem de bunu Lozan Antlaşması’nın 97. Yıldönümünde yaptı.”

Yazı şu cümlelerle bitiyor:

“Erdoğan Doğu Akdeniz’de daha ileri giderse Yunanistan savaşmak zorunda kalabilir. Hiç kuşkusuz Atina masadaki bütün seçenekleri değerlendirmek zorundadır. Ama bir savaşsenaryosu hayata geçerse ABD hiçbir şekilde tarafsız kalmamalı ve açıkça Türkiye’yi saldırgan taraf olarak ilan etmelidir.”

Michael Rubin’in geçmişine baktığımızda ve özellikle “neo-con” siyaset üstündeki ağırlığını göz önünde bulundurduğumuzda bu yazı çok ciddi bir işaret fişeği olarak önümüzde duruyor. Dilerim Rubin’in senaryoları boşa çıkar ve Ege’nin zaten kabarık suları daha fazla kabarmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar